İş Göremezlik Tazminatlarına Esas Alınan Ücretin Belirlenmesi
______________________________________________________________________
İş kazalarından kaynaklanan maddi zararların karşılanması amacıyla açılan tazminat davalarında karşılaşılan en temel sorun, maddi zararın tespiti (hesabı) sorunudur. Her ne kadar Borçlar Kanununa göre bedensel zararlardan kaynaklanan maddi zarar kalemleri olarak, tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar olarak dört başlığa yerilse de, bunlardan en önemlisinin kazanç kaybı olduğu açıktır. Özellikle iş kazalarından kaynaklanan maddi zarar söz konusu olduğunda, sayılan dör kalemden ikisinin çakıştığını söyleyebilmek dahi mümkündür. Zira kazancı çalışmasına bağlı olan işçinin iş kazası sonucu tam ya da kısmen çalışamaması, kazanç elde etmesine engel olacaktır ki bu da mahrum kaldığı ücretine denk gelmektedir.
İş kazasından doğan maddi tazminat davalarında mahkemeler zararın en temel unsursu durumundaki kazancın (ücretin) tespitinde önemli sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Burada yer vereceğimiz karar da, konunun Hukuk Genel Kuruluna kadar taşınmasına neden olmuştur. Karar şu şekilde kaleme alınıştır (Yarg. HGK. 8.2.2012, 2011-21-645/ 2012- 60);
“Taraflar arasındaki “iş göremezlik tazminatı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen… kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 23.03.2010 gün ve 2009/2402-2010/3202 sayılı ilamı ile; (…1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine, 2- Dava 20.11.2006 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu % 3,30 oranında meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalının maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı tarafça temyiz edilmiştir.
Dava, sigortalının, iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğramış olduğu zararın giderilmesi istemine ilişkindir. Kusurun aidiyeti ve oranı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, tazminatın belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.Tazminatın saptanmasında ise; zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş görmezlik ve karşılık kusur oranları, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Öte yandan tazminat miktarının, işçinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluştuğu yönü ise söz götürmez. Başka bir anlatımla, işçinin günlük net geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancının ise; yıllık olarak %10 arttırılıp %10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşına kadar (aktif) dönemde, 60 yaşından sonrada bakiye ömrüne kadar (pasif) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yöntemine başvurulmadan her yıl için ayrı ayrı hesaplanacağı, hesap raporunun Yargıtay denetimine elverişli olması gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir. İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle sigortalının maddi tazminatının hesaplanmasında, gerçek ücretin esas alınması koşuldur. Öte yandan, gerçek ücretin ise; işçinin kıdemi ve yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücret olduğu, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş ücret olmadığı Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir.
Somut olayda, davacı işçinin pres işçisi olduğu, asgari ücret düzeyinde bir ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği, giderek, sigorta müfettişinin asgari ücret düzeyinde bir ücret üzerinden yapmış olduğu saptamanın ve işverenin sunduğu imzalı bordroların gerçeği yansıtmadığı açık seçiktir. Nitekim davacı taraf da işverenin düzenlediği bordrolara gerçeği yansıtmadığından bahisle itiraz etmiştir. Davacının asgari ücretle çalışmadığının kabulü yerindedir. Ancak davacının olay tarihindeki ücretine ilişkin dava dilekçesindeki beyanı ile tanık anlatımları esas alınarak, davacının asgari ücretin 1,57 katı ücretle çalıştığının kabulü de hatalı olmuştur. Davacının sendikalı işçi olmamasına göre işçi sendikasınca bildirilen ücretinde esas alınmayacağı ortadadır. Hal böyle olunca da davacının iddiasını destekleyen soyut tanık anlatımları ile belirlenen ücretin maddi tazminatın hesabında esas alınması hatalı olmuştur.
Yapılacak iş, davacı işçinin pres işçisi olduğu ve asgari ücret düzeyinde bir ücretle çalışmayacağı kabul edilerek, ilgili meslek kuruluşundan bilinen devrede sigortalının alabileceği ücretleri sormak, benzer işyerlerinde çalışan ve emsal işi yapanların ücretlerini araştırmak suretiyle işçinin gerçek ücretini belirlemek, gerçek ücretle işçinin tazminatını yeniden hesaplatmak, hüküm tarihine en yakın tarihteki verilere göre SGK tarafından hesaplanarak bildirilen tüm peşin sermaye değerini hesaplanan bu zarardan indirmek ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek… gereği görüşüldü: Dava, 20.11.2006 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu % 3,30 oranında meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalının maddi tazminat istemine ilişkindir. Yerel Mahkemece istem kabul edilmiş; Özel Dairenin yukarıda başlık bölümünde yazılı araştırmaya yönelik bozma kararı üzerine; davacının gerçek ücretinin net 600,00 YTL (TL) olduğu, buna göre yapılan tazminat hesabının yerinde olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme hükmünü, davalı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; maddi tazminat miktarının hesabında dikkate alınan davacı ücretinin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada, maddi tazminat miktarının tespitinde dikkate alınan “ücret” unsurunun nasıl belirlenmesi gerektiğine ilişkin genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır: İşyerinde meydana gelen iş kazası sonucu meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalı işçinin tazminat niteliğindeki alacak miktarı belirlenirken, bu hesabı doğrudan etkileyecek olan işçinin gerçek ücretinin saptanması gerekmektedir.
Gerçek ücret; işçinin kıdemi, yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücrettir. İş akdinin tarafları görünüşte bir ücret belirlemiş olabilirler, ancak bu ücret tarafların aralarında kararlaştırdıkları gerçek ücret olmayabilir. Uygulamada bazen taraflar arasında kararlaştırılmış olan gerçek ücret (örneğin SSK primlerini daha az ödemek amacıyla) bordroya yansıtılmamakta; daha düşük (örneğin asgari ücret) gösterilmektedir. Bu gibi durumlarda yargıç tarafından gerçek ücretin saptanması yoluna gidilmelidir (Süzek, Sarper:İş Hukuku (Genel Esaslar-Bireysel İş Hukuku), 4.Bası, Beta Yayınları, İstanbul 2008, sahife:315 vd.). İş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek ihtilaflarda gerçek ücretin her türlü delille ispatı mümkündür. Aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, tanık beyanları gibi delillerle işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları veya hizmet sözleşmesinde yazılı olan ücretin gerçek olmadığı kanıtlanabilir. Ücretin mevcut delillerle şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi mümkün bulunmayan kimi durumlarda, yapılan iş, hizmet süresi ve diğer belirleyici özellikler göz önünde tutularak ve ayrıca ilgili meslek örgütlerinden sorulmak suretiyle de belirlenebilir. Meslek örgütlerince bildirilen ücret miktarları tarafları ve mahkemeyi bağlayıcı nitelikte olmayıp, diğer bilgi ve belgelerle de desteklenmeleri gerekir. Nitekim, davacı işçinin gerçek ücretinin belirlenmesine ilişkin yukarıda belirtilen ilkeler, Hukuk Genel Kurulu'nun 02.07.2003 gün ve E:2003/21-440, K:440; 28.06.2006 gün ve E:2006/9-479, K:484; 03.12.2008 gün ve E:2008/9-719, K:731 sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yukarıda belirtilen araştırma ilkeleri uyarınca somut olaya bakıldığında: Davacı işçi gerçek ücretinin 790,00 YTL (TL) olduğunu belirtmiş; …(işçi) Sendikası ise, 7 yıllık bir pres işçisinin aylık net ücretinin 979,00 YTL(TL) olduğunu bildirmiştir. Yargılama sırasında dinlenen davalı tarafın gösterdiği ve aynı işyerinde çalışan tanıklar, davacı işçinin kaza tarihi itibariyle net ücretinin 600,00 YTL (TL) olduğunu beyan etmeleri üzerine davalı vekili, tanık beyanlarına bir itirazının olmadığını ifade etmiştir.
Diğer taraftan, Özel Dairece, bozma ilamında ücret dışında kalan davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiş ve özellikle davalı vekilinin direnme kararını temyizinde ücrete ilişkin yapılan tespite bir itirazlarının bulunmadığını belirtmiştir.
Hal böyle olunca, yerel mahkemece davacı işçinin yaptığı iş ve hizmet süresi dikkate alınarak asgari ücretin üzerinde davalı tanıklarının beyanları doğrultusunda saptanan 600,00 YTL (TL) ücretin maddi tazminatın hesabında esas alınması yerindedir.
Şu durumda, yukarıda belirtilen ilke ve maddi olgular dikkate alındığında, yerel mahkemenin ücret miktarına ilişkin kararı yerinde olup; usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir…”
İnceleme ve Değerlendirme:
1- Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararına konu olan olayda dava, iş kazasından kaynaklanan bedensel güç kaybının neden olduğu maddi zararın karşılanmasına yönelik olarak açılmıştır. Davacı işçi, uğradığı iş kazası sonucunda %3,30 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiştir ve zararının işveren tarafından karşılanmasını istemektedir.
2- Söz konusu dava sonrasında yerel mahkeme, davacı işçinin talebini kabul etmiş ve bu yönde karar vermiştir. Yani talep edilen tazminat talebinin işçiye ödenmesine karar vermiştir. Kararda zarar hesabına esas alınan ücret olarak da aylık 600 TL belirlenmiştir.
3- Yerel mahkemenin bu kararını yüksek özel daire bozmuştur. Özel daireye göre, davada kusurun kime ait olduğu konusunda ve oranında uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık, tazminatın belirlenmesi noktasında ortaya çıkmıştır. Bu noktada, yüksek mahkemeye göre, sigortalının maddi tazminatının hesaplanmasında, gerçek ücretin esas alınması gerekir. Gerçek ücret ise, işçinin kıdemi ve yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücrettir. Yoksa, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş ücret gerçek ücret olarak kabul edilemez. Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü bu yöndedir.
4- Karardan anlaşıldığına göre dava konusu olayda davacı işçi, vida fabrikasında pres işçisidir. O sebeple hem yerel mahkeme hem de özel daire, bu nitelikte bir işçinin asgari ücret düzeyinde bir ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceğini kabul etmiştir. Hatta, sigorta müfettişinin asgari ücret düzeyinde bir ücret üzerinden yapmış olduğu saptamayı ve işverenin sunduğu imzalı bordrolar kabul edilmemiştir.
Bu ortak kanaate rağmen özel daire, yerel mahkemenin işçi ücretini asgari ücretin 1.57 katı olarak gören kararını isabetli görmemiştir. Özel daireye göre, davacının olay tarihindeki ücretine ilişkin dava dilekçesindeki beyanı ile tanık anlatımları esas alınarak, davacının asgari ücretin 1,57 katı ücretle çalıştığının kabulü hatalı olmuştur. Özel daireye göre davacı işçi sendikalı da değildir. Dolayısıyla sadece soyut tanık anlatımları ile söz konusu rakamın maddi tazminatın hesabında esas alınması bozma nedeni sayılmıştır.
Özel daireye göre davacının gerçek ücreti belirlenmelidir. Bunun için ilgili meslek kuruluşuna başvurulması, bu doğrultuda da tazminat hesabının yenilenmesini gerekli görmüştür.
5- Özel daire tarafından kararı bozulan yerel mahkeme kararında direnmiştir. Yerel mahkeme direnme kararı ile işçi ücretinin asgari ücretin 1.57 katı olması gerektiğini, daha aşağıya çekilmemesi gerektiğini savunmaktadır.
6- Direnme kararını davalı işveren temyiz etmiş ve uyuşmazlık Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne taşınmıştır. Hukuk Genel Kurulu, yerel mahkemeyi haklı bulmuştur. Yani direnme kararını onamıştır. Hukuk Genel Kuruluna göre uyuşmazlık, maddi tazminat miktarının hesabında dikkate alınan davacı ücretinin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır. Buna göre, sigortalı işçinin tazminat niteliğindeki alacak miktarı belirlenirken, bu hesabı doğrudan etkileyecek olan işçinin gerçek ücretinin saptanması gerekir. Gerçek ücret, işçinin kıdemi, yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücrettir. İş akdi taraflarınca belirlenen görünüşteki ücret, her zaman gerçek ücret olmayabilir. Hukuk Genel Kuruluna göre, uygulamada bazen taraflar arasında kararlaştırılmış olan gerçek ücret (örneğin SSK primlerini daha az ödemek amacıyla) bordroya yansıtılmamakta, daha düşük (örneğin asgari ücret) gösterilmektedir. O sebeple bu gibi durumlarda gerçek ücret yargıç tarafından belirlenmelidir.
Hukuk Genel Kuruluna göre bu noktada. iş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek ihtilaflarda gerçek ücretin her türlü delille ispatı mümkündür. Aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, tanık beyanları gibi delillerle işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları veya hizmet sözleşmesinde yazılı olan ücretin gerçek olmadığı kanıtlanabilir. Ücretin mevcut delillerle şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi mümkün bulunmayan kimi durumlarda, yapılan iş, hizmet süresi ve diğer belirleyici özellikler göz önünde tutularak ve ayrıca ilgili meslek örgütlerinden sorulmak suretiyle de belirlenebilir. Meslek örgütlerince bildirilen ücret miktarları tarafları ve mahkemeyi bağlayıcı nitelikte olmayıp, diğer bilgi ve belgelerle de desteklenmeleri gerekir.
Bu anlayış çerçevesinde olayı değerlendiren Hukuk Genel Kurulu, davacı işçi gerçek ücretinin 790 TL, işçi sendikası bu nitelikteki işçisinin aylık net ücretini 979 TL olduğunu dile getirmiş olsa da, yargılama sırasında dinlenen davalı tarafın gösterdiği ve aynı işyerinde çalışan tanıkların beyanlarına itibar etmiştir. O sebeple de konuya aynı şekilde yaklaşan yerel mahkemenin, tanık beyanlarını dikkate alarak işçi ücretini 600 TL sayan kararını onamıştır.
7- İş kazalarından doğan maddi tazminat davalarında (iş göremezlik tazminatlarında), ücret her zaman en temel unsurlardan ve sorunlardan biridir. Başta da belirttiğimiz gibi, iş kazası geçiren işçinin çalışamaması nedeniyle uğradığı maddi zararların en önemli kısmını, mahrum kaldığı ücretleri oluşturur. Ortaya çıkan bu zararın belirlenebilmesi için işçinin ücretinin tespitine ihtiyaç duyulur. Kazanç kaybından dolayı ortaya çıkan maddi zararların hesaplanması için gerekli olan bu ücret kural olarak işçinin kaza tarihinde yürütmekte olduğu işten aldığı ücrettir.
Bu tür tazminat hesaplamalarında dikkate alınacak ücretleri, belirlenebilen ücretler ve bilinemeyen ücretler olarak ikiye ayırabiliriz. Belirlenebilen ücretler, işçinin kaza olmasaydı, kaza anından rapor (tazminata esas alınan bilirkişi raporu) tarihine kadar çalışarak elde edebileceği ücretlerdir. Bu dönemde işçinin kaza nedeniyle tamamen ya da kısmen alamadığı ücretler belirlenebilir. Zira gerek Borçlar Kanununda gerek İş Kanununda yapılan değişikliklerle, işverenlere işçi ücretlerini banka aracılığı ile ödeme zorunluluğu getirilmiştir. İş Kanununa göre, ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkak kural olarak, Türk parası ile işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödenir. Çalıştırılan işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının özel olarak açılan banka hesabına yatırılmak suretiyle ödenmesi hususunda; tabi olduğu vergi mükellefiyeti türü, işletme büyüklüğü, çalıştırdığı işçi sayısı, işyerinin bulunduğu il ve benzeri gibi unsurları dikkate alarak işverenleri veya üçüncü kişileri zorunlu tutmaya, banka hesabına yatırılacak ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakının, brüt ya da kanuni kesintiler düşüldükten sonra kalan net miktar üzerinden olup olmayacağını belirlemeye Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığı müştereken yetkilidir. Çalıştırdığı işçilerin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişiler, işçilerinin ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkaklarını özel olarak açılan banka hesapları dışında ödeyemezler (İK.32). Aynı anlayışa paralel düzenleme Borçlar Kanununa da konulmuş ve İş Kanunu kapsamı dışındaki işçiler de aynı imkâna kavuşturulmuştur (Bkz. BK. 407)
Söz konusu düzenlemelere rağmen uygulamada işçi ücretleri genelde eski anlayışa uygun ödenmeye devam etmektedir. O sebeple, işverenin düzenlediği ve işçinin imzaladığı ücret bordroları ya da yine işverence düzenlenen sigorta prim bordroları, hesap pusulaları, hesap defterleri söz konusu ücretlerin miktarları konusunda bilgi edinmek için işlev görmektedir. Ayrıca müfettiş raporunda yer alan ücret de, günün koşullarına uygun olduğu sürece hesaplamalarda dikkate alınabilir. Yargıtaya göre de, işçinin zararının belirlenmesinde ücret bordrolarında belirlenen ve itiraza uğramayan ücretler dikkate alınmalıdır (Yarg.21HD.8.7.1997, 3338/4827). Bununla birlikte öğretide, ücret hesap pusulası ile ücret hesap defteri ücretin ödenmesi konusunda ispat hukuku açısından ancak yazılı delil başlangıcı olarak değerlendirilebileceği, zira anılan belgelerin verilmesiyle izlenen amacın, ücretin ödenip ödenmesi değil, ücretin nasıl hesaplandığı yani hangi kesintilerin yapıldığının belirlenmesi olduğu belirtilmiştir. (Tankut Centel, İş Hukukunda Ücret, İstanbul 1988, 399).
Yargıtay kararlarında genelde, ücret tespitlerinde kullanılacak ücret bordrolarının imzalı olması gerektiği belirtilmektedir. Böylelikle işçinin bilgisi dışında düzenlenmiş bordroların, işçinin aleyhine sonuç doğurmasının önüne geçilmek istenmektedir. Bununla birlikte yüksek mahkeme bazı olaylarda imzalı bordrolara dahi ihtiyatla yaklaşmaktadır. Konuya ilişkin bir kararda yer verilen görüşler şunlardır: “...Her ne kadar asgari ücret üzerinden düzenlenen bordrolarda davacının imzası varsa da, imzalı bordroların nitelikli olmayan işçiler açısından bağlayıcılığı kabul edilmeli, nitelikli işçiler açısından ise bu bağlayıcılıktan söz edilmemelidir... Sorunun sağlıklı bir çözüme kavuşabilmesi için davacının yaptığı işin kesin bir şekilde belirlendikten sonra çalışma süresi ve görev ünvanından söz edilerek davacı gibi bir işçinin ücretinin ne kadar olabileceği ilgili meslek odası veya kuruluşundan sorularak hasıl olacak sonuca göre işçilik hakları hüküm altına alınmalıdır...” (Yarg.9.HD.3.10.2000, 8614/13106, Çimento İşveren, Ocak 2001, 51).) İmzalı olmayan bordroların varlığı halinde ise yüksek mahkeme, kazalanan işçi dışında bordroda adları geçen işçilerin tanık olarak dinlenmesinin uygun olacağı görüşündedir (Yarg. 21.HD.18.9.1996, 4796/4730). Nitekim başta yer verdiğimiz Hukuk Genel Kurulu kararına konu olan olayda da bu görüşe uygun hareket edildiği görülmektedir.
İş kazasına uğrayan işçinin kaza anındaki ücretini belirlemede kullanılan söz konusu belgelere her olayda kolaylıkla ulaşılamaz. Gerek ücret, gerek sigorta prim bordroları genelde sağlıklı şekilde tutulmadıklarından ya da hiç bulunmadıklarından, kazalanan işçinin olay anında almakta olduğu ücretin tespitinde zorluklar yaşanır. Belgelere ulaşılması halinde ise, belgelerin doğruluğu ise ayrı bir sorun oluşturur. Zira bazı işverenlerin, sigorta primlerini düşük tutma kaygısıyla ödedikleri ücretin altında beyanda bulundukları bir gerçektir. Özellikle inceleme konusu olayımızda olduğu gibi uzman işçilerin sigorta prim bordrolarında, asgari ücretle çalıştıklarının beyan edildiği görülebilmektedir. Anılan belgelerin tümünün ya da en yenilerinin elde edilemediği ve gerçek ücret seyrinin anlaşılamadığı durumlarda Yargıtay, bu olayda da olduğu gibi gerçek ücrete ulaşılmasını gerekli görmekte, bunun için de çeşitli yöntemler önermektedir. Meslek odalarına başvurulması da bu yöntemlerden biridir. Bununla birlikte, meslek kuruluşlarının genellikle vasıflı işçileri (mühendis, mimar, doktor, vb) bünyelerine aldıklarından, anılan yöntem çok geniş bir kapsama ulaşamamaktadır
Kazalı işçinin son ya da herhangi bir dönemde aldığı ücretinin tespiti mümkün olduğunda bir başka sorunla daha karşılaşılmaktadır. O da işçinin hesaba dahil edilen (zararın doğduğu) dönemlerde aldığı tüm ücretlerin ne kadar olduğudur. Ancak uygulamada genelde kazalı işçilerin geçmişlerindeki tüm ücretlerinin tespiti mümkün olamamaktadır. Kazaların genelde kayıt dışı işyerlerinde gerçekleşmesi, bunun en temel nedenlerinden biridir. Tazminat hesaplamalarında, işçinin kaza ile rapor tarihi arasındaki ücretlerinin tümünün tespit edilemediği hallerde, belirlenen ücretlerden hüküm tarihine en yakın olanı dönemin asgari ücretiyle kıyaslanabilmesi ve onun kaç katı olduğunun hesabı mümkündür. Bu şekilde bulunun oranın, daha sonra belirlenmiş olan asgari ücretlere de uygulanarak işçinin ücretinin tespit edilemediği o dönemlerde alabileceği düşünülen ücretlere ulaşılabilir (Yarg.9.HD.20.12.1985, 9624/12269). Buna karşın, ücretlerinin tümü belirlenmiş olan işçinin zararının hesabında, bu orantılama yönteminin kullanmak mümkün değildir (Yarg.21.HD.18.2.1997, 163/876). Zira Yargıtaya göre, gerçek durum belli iken varsayımlara dayalı hesaplama yapılmamalıdır (Yarg.21.HD.14.10.1997, 5076/6413).
Tazminat hesaplamalarında işçi ücretinin tespit edilemediği olaylarda Yargıtayın başvurduğu yöntemlerden bir diğeri, emsal işçi ücretini esas almaktır. Buna göre yüksek mahkeme, kazalanan işçinin emsallerinin bulunması halinde onların ücretlerinin işçinin ücreti gibi kabul edilmesini ve hesaplamaların emsal ücretler üzerinden yapılmasına imkan sağlamaktadır. Hatta bu imkânın varlığı halinde asgari ücretin dikkate alınmasını yukarıda değinilen, gerçek belli iken varsayıma dayanılamayacağı gerekçesiyle bozma nedeni olarak görmüştür (Yarg.9.HD.23.6.1987, 4540/6291).
Uygulamada kimi işçilerin, maddi zararlarının hesabında asgari ücretin esas alınmasına itiraz ettikleri görülmektedir. Ancak bu uygulama, işçilere ödenen ücretlerin imzalı bordrolarda veya diğer imzalı belgelerde asgari ücret olarak gösterilmesinden ya da yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi işçinin ücretine ilişkin bir belgeye ulaşılamamasından kaynaklanır. İmzalanmış bordronun bulunması halinde hesaplamaya esas alınan ücreti gösteren belge yazılı delil niteliği taşıdığından, işçilerin daha yüksek ücret aldıklarına ilişkin itirazlarını aynı nitelikte yazılı delillere dayandırmaları beklenebilir. Ancak Hukuk Genel Kurulu kararına konu olayda, bu ilke bile göz ardı edilmek durumunda kalınmıştır. Zira imzalı bordroda ücret, işçinin vasfına rağmen asgari ücrettir. O sebeple Yargıtay bunu, salt bordronun imzalı olması sebebiyle kabul etmek istememiştir. Karara göre, “Somut olayda, davacı işçinin pres işçisi olduğu, asgari ücret düzeyinde bir ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği, giderek, sigorta müfettişinin asgari ücret düzeyinde bir ücret üzerinden yapmış olduğu saptamanın ve işverenin sunduğu imzalı bordroların gerçeği yansıtmadığı açık seçiktir.” Dolayısıyla imzalı bordrolara dahi, hayatın olağan akışına aykırı içerik taşımaları halinde değer verilmemektedir.
8- Tazminata esas ücretlerin ikinci bölümünü bilinemeyen ücretler oluşturur. Maddi zararın belirlenmesi sırasında ücretlerin bilinemediği iki ayrı dönem bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bilirkişinin hesap raporu tarihi ile hüküm tarihi arasındaki dönemdir. Bilirkişiler hesaplamaları sırasında, rapor düzenleme tarihinden önceki ücretleri yukarıda açıkladığımız şekilde belirleyebilirler. Ancak raporlarını düzenledikten sonra hüküm tarihine kadar geçecek zaman dilimi uzun olmasa da kendileri açısından bilinemeyen bir dönemi ifade eder. Bununla birlikte tazminat kararları genellikle raporun hemen ardından verildiğinden mahkemeler rapor tarihi ile hüküm tarihi arasındaki kısa dönemi önemsemezler. O nedenle de uygulamada bilirkişi hesap raporunun düzenlenme tarihi, hükmün verildiği tarih olarak değerlendirilmektedir. Ücretlerin bilinemediği ikinci zaman dilimi ise hüküm tarihinden, iş görebilirlik çağının sonuna kadar devam eder. İşçinin çalışılacağı varsayılan ancak ücretinin bilinemediği söz konusu dönemde yapılacak tahminlerde yine daha önce aldığı ya da almış olduğu kabul edilen ücretlerden yararlanılır. Öğretide de belirtildiği gibi, vücut bütünlüğünde kayba uğrayan kimsenin zararının belirlenmesinde yürüttüğü işten elde ettiği gelir dikkate alınır. Söz konusu gelir her ne kadar kaza anındaki gelir olacaksa da, yakın gelecekte bunun artması muhtemel ise bu durum da dikkate alınmalıdır (Tandoğan, 289).
Öngörülere dayanak oluşturacak bu ücret genellikle işçinin aldığı son ücrettir. Yargıtay kararları da bu uygulamayı desteklemektedir (Yarg.9.HD.25.4.1980, 4586/5040). Son ücretten anlaşılması gereken ya belirlenmiş son gerçek ücret ya da belirlenemediği için alındığı kabul edilen asgari ücrettir. Ancak tespit olunan son gerçek ücret eski tarihli ise dönemin asgari ücretiyle kıyaslanarak ve aşama aşama yükseltilerek güncelleştirilir (Yarg.21.HD.25.2.1997, 404/1242). Buna karşılık tespit edilen ancak eski tarihli olan ücret, dönemin asgari ücretine eşitse tıpkı yukarıda belirtildiği gibi son ücret, hüküm tarihine en yakın tarihte belirlenen asgari ücret olur. Yargıtay uygulaması da bu yöndedir Yarg.21.HD.8.7.1997, 3891/4829). Asgari ücretin kamu düzenine ilişkin olduğu da düşünülürse, ücretin reel olarak belirlenemediği böyle bir durumda hakim asgari ücreti re’sen dikkate almak durumundadır. İçtihatlarda da bu yön açıkça vurgulanmıştır (Yarg.21.HD. 15.4.1997, 2504/2652).
İş kazası nedeniyle işçinin uğradığı ve uğrayacağı zararın belirlenmesinde hareket noktasını oluşturan son ücretin tespiti, maddi zararın hesaplanması için yeterli değildir. Zira işçinin ücretinin zaman içinde sabit kalacağı düşünülemez. İşçinin mesleğindeki ilerlemesi, kıdemi, sektördeki gelişmeler, verimliliğin ve kârlılığın artması yanısıra, ücretini eksilten enflasyon gibi nedenler ücretin sabit kalmasına engel olur. Bu türden olumlu ve olumsuz etkenler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, reel olsun olmasın rakamsal olarak işçinin ücretinin artan bir seyir izleyeceği kabul edilmelidir. O nedenle zarar hesabında hareket noktasını oluşturan ücretin, bilinen dönemdeki asgari ücrete paralel artışlar dışında, bilinmeyen ve öngörülmesi gereken dönemde de artışlara tabi tutulması gerekir. Ancak bu nokta ele aldığımız kararda irdelenmediği için ayrıca incelenmeyecektir.
9- Tazminat hesaplamalarında temel alınacak ücret, işçinin gördüğü iş karşılığında işvereninden aldığı parasal değerlerin toplamından oluşmalıdır. İkramiyeler, düzenli bahşişler, primler, sürekli ayni yardımların parasal değerleri ücret içinde değerlendirilmelidir. İşçiye ödenen hafta tatili ve genel tatil günleri ücretlerinin de tazminatın hesabına dahil edilmesi, diğer deyişle ücretten sayılması gerekir. Nitekim yüksek mahkeme, işçiye ödenen hafta tatili ve genel tatil ücretlerinin tazminat hesabına dahil edilmemesini bir kararında bozma nedeni saymıştır (Yarg.10.HD.14.5.1976, 92/3800). Kaza sonrasında iş göremez bulunduğu sırada işçinin emsallerine yapılan ancak süreklilik taşımayan parasal yardımlar, işçinin uğradığı zarar kalemleri içine dahil edilebilirse de ücretin bir parçası olarak görülmemelidir. Zira eklentileriyle belirlenen ücret, işçinin gelecekte uğrayacağı düşünülen zararların belirlenmesinde de kullanılır. Süreklilik taşımayan bir yardımın ücrete dahil edilmesi, anılan yardımın işçiye iş görebilme çağının sonuna kadar ödeneceğini kabul etmek olur ki bu da yanlış bir değerlendirmedir.
10- Yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında somut olaya dönülecek olursa, yerel mahkeme ile özel daire arasında görüş farklılığına neden olan husus, kazalanan işçi için uygun görülen ücret miktarıdır. Her iki kararda da işçinin vasıflı olması sebebiyle asgari ücretle çalışmayacağı kabul edilmiştir.
Ancak özel daireye göre, davacının olay tarihindeki ücretine ilişkin dava dilekçesindeki beyanı ile tanık anlatımları esas alınarak, davacının asgari ücretin 1,57 katı ücretle çalıştığının kabulü hatalı olmuştur. Yani özel daire, tanık beyanlarının soyut niteliği sebebiyle bu tür bir karara dayanak oluşturamayacağı görüşündedir. Bu sebeple ilgili meslek kuruluşundan sorularak gerçek ücretin tespiti istenmektedir.
Gerek özel daire gerek Hukuk genel Kurulu, bu tür hesaplamalarda gerçek ücrete ulaşılması gerektiği konusunda aynı görüştedir. Fakat Hukuk Genel Kurulu, kararında da dile getirdiği gibi gerçek ücrete tanık beyanlarıyla da ulaşılabileceği kanısındadır. Genel Kurul’a göre, “İş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek ihtilaflarda gerçek ücretin her türlü delille ispatı mümkündür. Aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, tanık beyanları gibi delillerle işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları veya hizmet sözleşmesinde yazılı olan ücretin gerçek olmadığı kanıtlanabilir.” Bu noktadan hareket eden Hukuk Genel Kurulu, davacı işçinin gerçek ücretinin 790 TL olduğunu belirttiğini, oysa yargılama sırasında dinlenen davalı tarafın gösterdiği ve aynı işyerinde çalışan tanıkların, davacı işçinin kaza tarihi itibariyle net ücretinin 600 TL olduğunu beyan etmeleri üzerine yerel mahkemedeki kararın da bu yönde verildiğini belirtmiştir. Yani yerel mahkemenin gerçek ücrete (davalı-bordro) tanıklarına itibar ederek ulaştığı sonucuna varmıştır. O sebeple bize göre de gerek yerel mahkeme gerek Hukuk Genel Kurulu, isabetli bir tercihte bulunmuştur.