ÇİMENTO SEKTÖRÜNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ
ÇİMENTO SEKTÖRÜNDE
İŞ SAĞLIĞI VEGÜVENLİĞİ
Levent AKIN
İSTANBUL 2010
KISALTMALAR
BK. BorçlarKanunu
bkz. Bakınız.
D10D. Danıştay10.Daire
dpn. Dipnot.
İHU İşhukuku uygulamaları
İK. İşKanunu
İSG İşsağlığı ve güvenliği
İSGB İşSağlığı ve Güvenliği Birimi
ksc. Kısaca
OHSAS …
OSGB OrtakSağlık ve Güvenlik Birimi
s. Sayfa
SGK SosyalGüvenlik Kurumu
SSGSS. SosyalSigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
SSK. SosyalSigortalar Kanunu
Y4HD. Yargıtay4.Hukuk Dairesi
Y10HD. Yargıtay10.Hukuk Dairesi
Y21HD. Yargıtay21.Hukuk Dairesi
Y9HD. Yargıtay9.Hukuk Dairesi
YHGK. YargıtayHukuk Genel Kurulu
YKD. YargıtayKararları Dergisi
vd. vedavamı
İÇİNDEKİLER
Sunuş
Önsöz
Kısaltmalar
ÇİMENTO SEKTÖRÜNDE
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNDENDOĞAN SORUMLULUKLAR
I. Giriş
II. Ana Hatları İle Çimento Üretim Süreci
III. Çimento Üretim Sürecinde Yaşanan İş Sağlığı ve GüvenliğiSorunları
IV. Çimento Fabrikalarında Karşılaşılan İşSağlığı ve Güvenliği Eksikliklerinden Doğan Sorumluluk ve Yaptırımlar
1. Genel Olarak
2. Hukuksal Sorumluluk
A.İşveren Aleyhine Uygulanabilecek Hukuksal Yaptırımlar
a.Çalışmaktan kaçınma
b.İş akdinin işçi tarafından haklı nedenle derhal feshi
c.Çalışma koşullarındaki değişikliğikabul etmemek
d.Tazminat
aa. Sorumluluğun hukuksal temeli
bb.İşverenin sorumlu tutulabileceği iş kazaları
aaa.Sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazası
bbb.Bireysel iş hukuku anlamında iş kazası
a)Genel olarak
b)Kaza ile iş arasındaki uygun nedensellik
c)Uygun nedenselliğe dair karineler
d)Uygun nedensellik bağının kesilmesi
ccc.Alt işveren nezdinde gerçekleşen iş kazası
cc. Tazminat türleri
aaa. Maddi tazminat
bbb. Manevi tazminat
ccc. Destekten yoksun kalma tazminatı
ddd. Kusurun tazminat miktarına etkisi
B.İşçi Aleyhine Uygulanabilecek Hukuksal Yaptırımlar
a.İş akdinin işverence haklı nedenle derhal feshi
aa. Görevini yerine getirmemek
bb- İş sağlığı ve güvenliğini tehlikeyedüşürmek
cc. İşverene ait eşyalara zarar vermek
b.İş akdinin işverence geçerli nedenle feshi
c.Tazminat
3. İdari Sorumluluk
4. Cezai Sorumluluk
A. Taksirli öldürme
B.Taksirli yaralama
C.Cezanın belirlenmesi ve takdiri indirim nedenleri
D.Cezanın tekerrürü
E.Cezanın paraya çevrilmesi ve diğer yaptırım seçenekleri
F. Hapis cezasının ertelenmesi ve koşullusalıverme
G.Şikâyetten vazgeçme – Uzlaşma
V. İş sağlığı ve Güvenliği Alanında DanışmanlıkHizmetleri ve Sonuçları
Kaynakça
I. GİRİŞ
Sonyıllarda Avrupa Birliğine üyelik süreci bağlamında iş sağlığı ve güvenliğihukuku alanında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Söz konusu gelişmeler dahaziyade, milli mevzuatın Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmaları kapsamındagerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda, milli mevzuata dahil çok sayıda yönetmelikve tüzük, değişik adlar altında yeniden gözden geçirilerek yeni adlarıyla yürürlüğekonulmuştur. Konuyu düzenlemesi planlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunutaslağı üzerindeki çalışmalar ise devam etmektedir.
Söz konusuçalışmalarla oluşturulan yeni iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, eskisine görebazı farklılıklar içermektedir. Ancak işsağlığı ve güvenliği alanında yapılacak çalışmalarda, sadece bu farklılıklarıntespiti ve incelenmesi, yeni sistemin anlaşılabilmesi için yeterli olmamaktadır.Zira yeni sistem, konuya ilişkin hukuksal altyapıyı oluştururken eskisindendaha farklı bir yöntem kullanmış, somut ve açık hükümler yerine soyutdüzenlemeleri tercih etmiştir. Bu yöntem farkı, yeni mevzuata Avrupa Birliğidirektiflerinin kaynaklık etmesinden kaynaklanmaktadır. Zira anılan direktifler,üye ülkelerin milli mevzuatlarına yön vermeye çalışan ve bu sebeple de uluslararasıhukuka has bir üslupla hazırlanmış hukuksal kaynaklardır. O sebeple buradanesinlenilerek hazırlanan, hatta bazıları doğrudan çevrilerek oluşturulan yenimevzuat, uygulamada önemli bir soruna, mevzuatın tam olarak anlaşılamamasına neden olmaktadır. Bundanetkilenenlerin özellikle de uygulayıcılar olması, doğal olarak yeni mevzuatınhayata geçirilememesini de güçleştirmektedir.
Bu şartlar altında halen birçok sektörde ilgililer,mevzuatın kendilerine ne gibi ödev ve yükümlülükler getirdiğini tam olarakanlayamamıştır. Aynı durumu işverenlere kadar işçiler için de geçerlidir.İşçiler de yeni düzenlemelerden ne şekilde etkileneceklerini bilmemektedir. Osebeple gerek işverenler gerek işçiler, yeni getirilen bu genel düzenlemelerden,kendilerince sektörlerine uyan sonuçlar çıkarmaya çalışmaktadırlar. Yurtdışındaki kapsam ve ciddiyetiyle kıyaslandığında, iş sağlığı ve güvenliğininülkemizde çok da ciddiye alınmaması, yapılan bu değerlendirmelerin isabetdüzeyini de etkilemekte, çoğu işveren kendi işyeri ile ilgili hatalı yorumlaryapmakta yanlış kararlar verebilmektedir.
Biz buçalışma ile iş sağlığı gibi son derece önemli ve önümüzdeki yıllara damgasınıvuracak bir konuda, sektörlere özgü hukuksal değerlendirmeleri başlatmak istiyoruz.Bu şekilde, mevzuatın her sektörde ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğiniortaya koymaya, işçi ve işverenleri bu konuda daha anlaşılır bilgilere muhatapkılmayı amaçlıyoruz.
II. ANA HATLARI İLE ÇİMENTO ÜRETİM SÜRECİ
Çimentoüretimi, çeşitli aşamalardan oluşan entegre bir üretimdir. Her aşamasındaönemli iş sağlığı ve güvenliği riskleri barındıran bu sürecin iyideğerlendirilebilmesi için, kısaca hangi aşamalardan oluştuğunu ortaya koymaktayarar görüyoruz. Bunu yaparken Çalışma ve Sosyal Güvenliği Bakanlığı tarafındançimento fabrikalarında yapılan iş sağlığı ve güvenliği denetimleri sonucundaortaya konulan süreci dikkate almak istiyoruz[1]. Böylelikle söz konusu üretime iş sağlığı ve güvenliğibağlamında ne şekilde bakıldığını da görme imkânı doğacağı kanısındayız.
Üretimsürecini açıklamaya geçmeden önce, çimento üretiminde çok önemli üç kavramıntanımlanmasında yarar görüyoruz. Buna göre, suile tepkimesinde havada veya su altında sertleşerek etrafındaki maddeleri birbirine yapıştırma özelliğine sahipmalzemelere hidrolik bağlayıcılardenir. Klinker, başlıca silisyum,kalsiyum, alüminyum ve demir oksit ve az miktarda diğer maddeler ihtiva eden hammadde karışımının (farin) sinterleşme sıcaklığına kadar pişirilmesi ileelde edilen çimento ana bileşenidir. Çimento ise, klinkerinbir veya daha fazla katkı maddesi ile öğütülmesi suretiyle elde edilen, su ile karıştırıldığındaçeşitli reaksiyonlar sonrası sertleşen bir hamuroluşturan ve sertleşme sonrası su altında bile dayanımını ve kararlılığınıkoruyan, inorganik ve ince öğütülmüş hidrolik bir bağlayıcıdır.
Çimentonun ana bileşeni klinkerdir.Klinker, başlıca kireçtaşı (kalker), kil ve marndan oluşur. Puzzolonik maddeler (yani yüksek fırın cürufu, uçucu kül, alçıtaşı, demir cevheri ve benzeri katkımaddeleri) klinkere katılarak 5 ana çimento türünde 27 çeşit çimento imalatıyapılabilir.
Çimentoüretiminde kullanılan hammaddeler, kireçtaşı (Kalker), kil ve doğada,% 50–70 oranında kalker ve % 50–30 oranında kil karışımından oluşmuş kayaç olanmarn’dır. Kimyasal bileşiminde en az%90 kalsiyum karbonat bulunan kayaçlara kalker ya da kireçtaşı adı verilmektedir. Çimento üretiminde kullanılankalkerin kimyasal özelliklerinin yanı sıra, yatakların fabrikaya yakınlığı,cevherin sökülme, kırılma, öğütülme, pişirilme nitelikleri, nem oranı vehomojenliği üretimmaliyetini etkileyen önemli faktörlerdir. Kil ise yerbilimleri tarafından killi kayaç ve killerolarak iki anlamda kullanılmaktadır. Gerçek anlamda kil, bileşiminde % 90'a kadar kilmineralleri bulunan kayaçtır. Çimentoklinkeri, ortalama % 70 kalker ve %30 kil içeren hammaddenin öğütüldükten sonrayüksek sıcaklıklarda pişirilmesi ile elde edilmektedir. Marn doğal olarak bubileşimi taşıdığından ideal çimentohammaddesidir. Ayrıca kalkere göre daha yumuşak olduğundan kolay öğütülebilmekte bu nedenle kırma-öğütme işlemlerisırasında enerji tüketimi düşük olmaktadır.
Çimento üretimindemaliyetin düşürülmesi ve çimento ana bileşeni olarak üretilen klinkerin en tasarruflu şekilde kullanılması içinkatkı maddeleri kullanılır. Bunlar, puzzolanik maddeler, yüksekfırın cürufu, uçucu küller, alçıtaşı ve demir cevheridir. Puzzolanik maddeler, kendi başlarınahidrolik bağlayıcı özellikleri olmadıkları halde ince olarak öğütüldüklerinde, nemli ortamda venormal sıcaklıkta tepkimeye girerek bağlayıcı özellikte bileşikler oluşturan doğal maddelerdir. Metallerin izabesinde fırında en üstkısımda toplanan ve yerine göre atılan veya özel işleme tabi tutularak inşaat kumu, kaldırım taşı,cüruf çimentosu vb. imalatında kullanılabilen bu artık maddeye yüksek fırın cürufu denir. Uçucu küller, kömür yakılanfırınlardan atılan baca gazındaki toz taneciklerinin çöktürülmesi ile elde edilen materyallerdir. Alçıtaşı, sülfat içerikli madde olmasındandolayı çimentonun donma süresinin ayarlanmasında etkili rol oynamaktadır. Demir Cevheri ise sanayininen önemli hammaddelerinden birini oluşturur. Saf halde gümüş parlaklığında olupkolayca oksitlendiğinden doğada serbest halde ender olarak bulunur. Sanayide dört gruba ayrılan bu cevherden çimento sanayinde kullanılan,oksitli demir cevherleridir.
Çimento üretimi esas olarak iki ana başlıktaele alınabilir. Bunlardan ilki çimento yarı mamulü sayılan klinkerin üretimaşamasıdır. Bu aşamanın ilk adımı hammadde üretim ve hazırlama sürecidir ve ocaklardan gelen hammaddenin kırıcılarda kırılması ile farin değirmenlerinde öğütülmesiaşamalarından oluşur. Pişirme aşamasında,farin değirmenlerinde elde edilen farin döner fırın ünitesinde yaklaşık
Klinker üretiminde hammaddeye uygulanan işlemler, kırma, ön homojenizasyon, öğütme,stoklama, ön ısıtma, pişirme ve soğutmadır. Kırmada, ocaklardan getirilen hammaddenin boyutları, klinkerüretimini doğrudan beslemek için fazla iridir.Bu nedenle malzeme önce kırıcılara verilerek kırma işleminden geçirilir. Kırma,hammaddenin öğütmeden önceki aşamadastoklama ve harmanlama işlemlerinin yapılabilmesi için gereken boyuta küçültülmesi işlemidir. Kırıcılar;birincil kırıcı, ikincil kırıcı ve nadirde olsa üçüncül kırıcı şeklinde serihaldedir. Hammaddenin çıkarıldığı ocakta ilk kırma işlemi gerçekleştirildiğigibi çimento fabrikasında bulunankırıcılarda da ilk kırma işlemi gerçekleştirilebilir. Birincil kırıcılar büyükçaptaki kayaları kabul edilebilir, minimum kayıpla (kullanılmayacak kısım) veminimum boyuta düşürecek özellikteolmalıdır. Kırılacak malzemeninindirileceği boyut kullanılacak değirmenin tipine bağlıdır. Kırılmış kaya parçasının boyutu bilyalı değirmende öğütülecekse
Ön Homojenizasyon işlemi üretimi kolaylaştırmaya yöneliktir. Zira ocakların değişken yapı göstermesi nedeni ile kırıcıdangeçmiş olan hammaddeler yeterince homojendeğildir. Çimento fabrikalarının çok yüksek kapasitelere ulaşması sonucu yüksekkapasitelere erişebilmek için fırınların homojen hammadde ile beslenmesiönkoşulu, hammaddede ön homojenizasyon ve stoklamasistemini de zorunlu hale getirmiştir.
Klinker üretiminde takip edenişlem öğütmedir. Uygunbileşimdeki homojen hammadde karışımı, farin değirmenlerinde öğütme işleminden geçirilir. Hammaddelerin öğütme işlemine tabitutulmasının ana sebepleri, sistem kapasitesini artırmak ve enerjitüketimini azaltmaktır. Değirmen içerisinde öğütülen hammadde fırından gelen sıcak gaz ile temas sonucunda rutubetinikaybeder. Değirmende, 0–50 mm boyut ve değişik rutubetteki hammadde, ortalama20 mikron büyüklüğünde ve rutubeti en fazla % 1 olacak şekilde öğütülürve farin silolarına gönderilir. Modern değirmenler valsli tipte dik değirmenlerolmasına rağmen en çok kullanılanlar yatay bilyalı tipte değirmenlerdir. Valslideğirmenler % 15 nemlilikte hammadde öğütme işlemini yaparken bilyalı değirmenlerde öğütülen hammaddenin nem oranının % 8'denaz olması istenir. Valsli değirmenlerbilyalı değirmenlerden daha az enerji tüketirler. Enerji tüketimi, hammaddenin sertliğine ve buyanın performansınabağlı olarak değişir. Genelde valsli değirmeninenerji tüketimi bilyalı değirmene oranla % 30 daha düşüktür ve bu orandeğirmene ön ezici desteği uygulanması halinde % 10 – 30 oranında daha dadüşürülebilir.
Ön ısıtma işleminde farin, fırına gönderilmedenönce fırından çıkan sıcak gazla, farklı siklon kademelerinde, farklı sıcaklık seviyelerinde ön ısıtıcılardangeçirilerek hazırlanır. Siklon ön ısıtma sistemleri, 1950'li yıllardan beri hızlı bir biçimde gelişmişve son 25 yıldır fırınla birlikte kurulan tek tip hale dönüşmüştür. İlk tipleri4 siklonludur. Sadece ön ısıtıcılı fırınlar günlük 4500 ton üretim yaparken iki ve hatta üç ön kalsinasyonlu fırınlar günlüküretimlerini 10.000 tona kadar çıkartabilmektedirler.Dört siklonlu ön ısıtıcılarda farinin ulaştığı genel sıcaklık dereceleri; en üsttenbaşlayarak birinci siklonda
Bunun ardından pişirme ve soğutma işlemine geçilir. Çimento üretiminin temel aşaması, klinker elde etmeaşamasıdır. Farin, döner fırın ünitesinde 1350–
Çimentonun üretilmesiiçin iki ana malzemenin klinker ve alçıtaşı olduğunu belirtmiş, bu malzemelerin yanı sıra katkı olaraksınıflandırılan tras, marn, kalker, cüruf, uçucu kül, yüksek fırın cürufu vebenzeri malzemeler de üretilen çimento türüne bağlı olarak katıldığınadeğinmiştir. Belirli oranda alçı taşı katılarak öğütülen klinkere portland çimentosu, katkı malzemesiilave edilerek öğütülençimentoya da katkılı çimento denir.Standartlarda tarifi yapılan katkılı çimentolar, katkı cinsi ve miktarına göreisimlendirilir.
Klinkerin üretilmesinden sonraistenen türde katkı maddesi katılarak farklı tipte çimento elde edilir.Alçıtaşı ve katkı olarak kullanılacak hammadde çimento değirmenlerine doğrudan beslenemeyecek kadar iri parçalardanoluştuklarından, önce kırıcılardan geçirilerek çimento değirmenine aktarılır.Sıcak klinker öğütme işlemi sonucunda çimento değirmeninde malzeme sıcaklığıyaklaşık 100–110 °C ye yükselir. Böylece malzeme öğütülürken bir yandan darutubeti alınmış olur.
Çimentodeğirmeni çıkışında çimento, stoklanmak üzere tipine göre silolarda depolanır.Çimento satışı, dökme vetorbalı olmak üzere iki şekilde yapılır. Dökme çimento silolardan doğrudan silobaslara yüklenir. Çimentopaketleme ünitesinde
Sonuç olarak birçimento fabrikası, ocaklar, konkasör, çamur değirmeni, döner fırın, kömür değirmeni, çimentodeğirmenleri, paketleme ve kazan dairesi, bakım grupları vb. yardımcı tesislerden oluşmaktadır.
III. ÇİMENTO ÜRETİMİNDE YAŞANAN
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ SORUNLARI VE YAPILANÇALIŞMALAR
Çimentoüretim sektörü, yürütülen işin niteliği itibarıyla ağır ve tehlikeli işlerkategorisine girmektedir. Bu sebeple üretim sürecinde önemli iş sağlığı vegüvenliği riskleri barındırmaktadır. 2006 yılında Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı tarafından yapılan denetim projesi kapsamında, sektördeki iş sağlığıve güvenliği sorunları belirlenmiştir[2].
Busorunlardan ilkini “toz”oluşturmaktadır. Üretilen ürün ve kullanılan hammaddeler sebebiyle çimentoüretiminde toz çok önemli sorunlardan biridir. Hem çevre[3] hem de iş sağlığı ve güvenliği anlamında önlem almayıgerektiren bu sorun, üretim zinciri içinde çeşitli noktalarda ortayaçıkmaktadır. Buna göre çimento üretimindetoz, hammadde ocaklarından başlamaküzere hammaddenin kamyonlarla taşınması, hammaddenin istenilen boyutlaraindirilmesi için kırıcılarda kırılması, silolarda stoklanması, farindeğirmenlerinde öğütülmesi, fırında pişirilmesi, alçı ve katkı maddelerinin katılıp klinker ilebirlikte çimento değirmenlerinde öğütülmesi, paketlenmesi veya dökme olarak satışa sunulması aşamalarında çalışmaortamına ve çevreye yayılmaktadır. Bu tozlar, hammadde, farin, kömür,klinker, alçı, katkı maddesi, çimento ve döner fırında veya kurutma işlemlerinde kullanılan öğütülmüş kömür tozlarıdırki önemli sağlık sorunlarına sebep olmaktadır. Sıralanan toz türleri dışında,çimento fabrikalarında malzemetaşınma, aktarma boşaltma işlerinin yapıldığı yerlerde de ciddi toz sorunu yaşanmaktadır.
Konuyuilgilendiren bir başka sorun “gürültü”dür. Çimento fabrikalarında, fanlar, jeneratörler, motorlar,öğütücü değirmenler önemli gürültü kaynağı durumundadır. Bunların dışında hammadde kaynaklarına sahip ocaklara yakınçimento fabrikalarında, ağır taşımaaraçları ile patlatma ve sondaj işlemleri de gürültü yaratmaktadır.Araştırmalar göre, bahsi geçen fabrikalarda gürültü yoğunluğunun en üstseviyede olduğu yerler şu şekilde sıralanmıştır; Kırıcılarda kırılmak üzere getirilen iri boyuttaki hammaddeninkamyondan boşaltılıp kırıcılardakırıldığı yerler, Farin değirmeni ve budeğirmenin yakınındaki kumanda odası, Dönerfırın manto soğutma fanlarının bulunduğu alanlar, Klinker soğutma ünitesi, Dönerfırın alev borusu vantilatörlerinin bulunduğu bölümler, Çimento değirmeni veyakınındaki değirmen kumanda odası, Çimentosilolarına pompa ile çimento sevkiyatı yapılıyorsa sevkiyat kompresör odası, Paketleme kompresör odası, Kömür değirmenleri vekömür değirmeni motor kısım çevresi, Şok cihazı devredeyken beton laboratuarı, Laboratuarbölümü kırıcı ve değirmen ekipmanlarının bulunduğu bölüm.
“Patlama ve yangın” fabrikaların karşıkarşıya olduğu bir başka sorundur. Çimentofabrikalarında yangın ve patlama yönünden öncelikli riskler kömür ile yapılan çalışmalardan kaynaklanır. Söz konusu bu riskler;kömürün depolanması, değirmenlerde öğütülmesi,yakılması sürecinde yangın ile toz ve gaz patlamaları şeklinde ortaya çıkar.Aynı sorun, LPG, doğalgaz ve/veya sıvılaştırılmış doğalgaz gibi petroltürevlerinin depolanması ve kullanımından da doğabilmektedir. Lastik konveyör bantları da yangın yönünden riskteşkil eden bir başka unsurdur. Konveyörde kömür transferi sırasında sıkışma, sürtünme sonucu lastik bantlar yangınaneden olabilmekte, bant boyunca uzanankablo kanalları içerisinde taşınan elektrik kabloları da yangına sebepoluşturabilmektedir. Bunlara ek olarak, bu fabrikalarda kullanılan dönerfırınlarda, ilk ateşlemenin gecikmesi sonrasında ani yanmanın başlaması ile alev borusunda bulunan hava sağlayan ekipmanınbozulması gibi nedenler de gazpatlaması yaratabilmektedir.
Bu temelsorunlar dışında çimento fabrikalarında iş kazasına neden olan başka etmenlerde bulunmaktadır. Bunlardan biri yüksekte çalışmadır. Gezer vinçplatformları, revizyon, bakım ve boya işlerinde yüksekte çalışmalar ve diğerplatformlar bu olayların görüldüğü noktalardır.
Bunlarınyanında fabrikalarda karşılaşılan bir diğer iş kazası kaynağı sıcak yüzeylerolarak tespit edilmiştir. Özellikle sıcak farin ve klinker veya çimento tozu teması yanmaya sebepolabilmektedir. Tehlikenoktaları genelde sıcak klinker tozu ve ön ısıtıcılarda bulunan tozlardır. Aynışekilde siklon tıkanmaları ve bunun açılması çalışmaları sırasında ciddi yanıklaroluşabilmektedir.
Çimento fabrikalarındaki dönen aksamlar, bir başkaiş kazası kaynağı durumundadır. Bu aksamlar genelde uzuv kaybına sebep olanüzücü olaylara neden olabilmektedir. Bu tür kazalar bantlıkonveyörlerde dönen aksamın bulunduğu tehlikebölgesinde koruyucu olmaması durumunda gerçekleşmektedir. Bu tür dönen vehareketli parçaları bulunan iş ekipmanları üzerinde enerji kesilmeden vegerekli güvenlik tedbirleri alınmadan bakım, onarım, temizlik vb. çalışmalarınyapılması durumunda bu tür kazalar yaşanmaktadır.
Çimento sektörü, üretim aşamasında ortaya çıkan ve yukarıdasıralamaya çalıştığımız önemli iş sağlığı ve güvenliği riskleri sebebiylekonuya ciddiyetle yaklaşan bir sektördür. Sektörde faaliyet gösterenişverenlerin bilinçlendirilmesinde ve işyerlerindeki iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarında,Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası (ÇEİS) önemli rol oynamaktadır.Nitekim bu bağlamda çimento fabrikalarında OHSAS 18001 (iş sağlığı ve güvenliğiyönetim sistemi uygunluk belgesi) çalışmalarını başlatılmıştır. Bu çalışmalarile daha önce bu belgeyi almayan fabrikaların da OHSAS 18001’i işletmelerindeuygulamaya başlamaları sağlanmıştır. Yine aynı anlayış içinde söz konususendika tarafından, 2003 yılının ocak ayında başlatılan ve yaklaşık 8.000çalışanı kapsayan 8’er saatlik iş sağlığı ve güvenliği bilinçlendirme eğitimleriyürütülmüştür. Tüm bu gayretin sonucunda Çimento Endüstrisi İşverenleriSendikası, üyesi kuruluşların OHSAS 18001 belgesi alması sağlanmış ve Çalışmave Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 2005 yılında verilen “Örnek İşveren” ödülüne hak kazanmıştır[4].
Çimento sektöründe iş sağlığı ve güvenliği sorunlarınınçözülmesi ile ilgili atılan en önemli adımlardan biri de, konuya ilişkin ciddibir örgütlenmenin sağlanmış olmasıdır. Bu çalışmada önemli işlevlerden birini deaynı sendika sağlamakta ve “ÇEİS İSGYönetim Temsilcileri Koordinasyon Toplantıları” ile fabrikalar arasındabilgi paylaşımı için ortam yaratmaktadır. Söz konusu yapının en temelayaklarından birini de, 2005 yılından itibaren faaliyet gösteren “ÇEİSİSG Kurulu” oluşturmaktadır.
İş sağlığı ve güvenliğine verilen önemin bir parçası olarakçimento sektörü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından da ele alınmışve sektörde yapılan denetimler bir proje kapsamında kitap haline getirilerekyayınlanmıştır. Bu çalışmada bize de ışık tutuna söz konusu çalışma ile sektörbir teknik denetimden geçirilerek tespit edilenler ortaya konulmuştur[5].
Sektöre iş sağlığı ve güvenliği alanında katkı sağlayan birdiğer unsur da, konuya ilişkin olarak yürütülen projelerdir. Bakanlıktarafından tamamlanan denetim projesi dışında, Avrupa Çimento ÜreticileriBirliği (CEMBUREAU) tarafından organize edilen bir proje daha yürütülmüştür.Akciğer Fonksiyon Çalışması Projesi (Prospective Lung Function Study) bu Proje, çimento tozuna maruziyet vebununla ilgili hastalıklar hakkındaki bilgi eksikliğinin giderilmesineyöneliktir. Türkiye ayağını ÇEİS’in koordine ettiği proje için 9 pilot çimentofabrikası seçilmiştir. Projenin 5 yıl sürmesi ve farklı ülkelerden yaklaşık2000 kişiyi kapsaması planlanmaktadır. Proje, Norveç Ulusal Mesleki SağlıkEnstitüsü (NIOH) tarafından yürütülmektedir.
Üst düzeybu faaliyetler dışında, sendika, işyeri düzeyinde de çeşitli faaliyetlerlekonuya katkı sağlama gayreti içindedir. Bu bağlamda, üye fabrikalarda çalışanüst ve orta düzey yöneticiler dahil tüm çalışanlar ile alt işveren işçilerininkatıldıkları 8 saat süreli temel iş sağlığı ve güvenliği eğitimleriverilmiştir. Bu temel bilgilendirme çalışmaları yanında, üye fabrikalara OHSAS18001 bilgilendirme, risk değerlendirme ve iç tetkikçi eğitimleri sunulmuştur. Bunlarındışında, OHSAS 18001 Projesinin başarıya ulaştırılması için yapılması zorunlugörülen Acil Durum Eğitimleri, ayrıca İlk Yardımcı Eğitimleri, İş GüvenliğiUzmanlığı Eğitimleri, İSG Teknik Eğitimleri ve İşyeri Hekimlerine YönelikEğitimler uygulanmıştır. Bunların dışında güncel iş sağlığı ve güvenliğisorunlarına yönelik bilgilendirme toplantı ve seminerleri gerçekleştirilerekilgilere konuyu takip imkanı sunulmuştur. Bu kapsamda, Yüksekte Güvenli ÇalışmaEğitimi, OHSAS 18001- 2007 Revizyonu Bilgilendirme Toplantısı, İş YaşamındaKas–İskelet Hastalıklarından Korunma ve Ergonomi Semineri, Dupont İş Sağlığı veGüvenliği Eğitimleri, Pnömokonyoz Bilgilendirme Toplantısı, İşveren veVekillerinin İş Sağlığı ve Güvenliği Açısından Sorumluluklarına ilişkinToplantılar, Tehlike ve Risk Değerlendirmesi Semineri ve İşyeri Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi Konulu Toplantılardüzenlenmiştir. Bunlara ek olarak çimento sektöründeki iş sağlığı ve güvenliğisorunlarının çözümüne yönelik bilimsel toplantılar da düzenlenerek konu heryönüyle ele alınmaya çalışılmıştır[6].
Yukarıdayer verilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, çimento sektörü iş sağlığı vegüvenliği alanında önemli bir ilerleme kaydetmiş durumdadır. Ülkemiz düzeyindesevindirici görülebilecek bu çalışmalar, dünya ölçeğinde hala arzu edilendüzeyde değildir. Ancak konu sosyal tarafların tümünün katkısına muhtaçtır. Onedenle işçi ve işveren örgütleri ile birlikte devlet, aynı kararlılıklakonunun üzerine gittiklerinde, yukarıda yer vermeye çalıştığımız sağlıkgüvenlik riskleri çok daha alt seviyeler çekilebilecektir.
IV. ÇİMENTOFABRİKALARINDA KARŞILAŞILAN
İŞ SAĞLIĞI VEGÜVENLİĞİ EKSİKLİKLERİNDEN DOĞAN YAPTIRIMLAR
1. Genel Olarak
İş sağlığıve güvenliği alanında yapılan çalışmalar, bu alanda üzerinde durulması gerekeniki temel konuya işaret etmektedir. Bunlardan ilki iş kazası ve meslekhastalıklarının önlenmesi, diğeri isebunların sebep olduğu zararların tazminidir.
Yakın tarihlere kadar hukuki açıdan iş sağlığı ve güvenliğidaha ziyade tazminat boyutuyla gündeme gelmiş, bu sebeple konu üzerinde yapılançalışmalar daha ziyade sorumluluk hukukuna ilişkin olmuştur. Kanımızca bunun entemel nedeni, Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğinin önleyici fonksiyonununyeterince algılanamamış olması ve bu alanda çok sınırlı düzeyde teknik çalışmayapılmış olmasıdır. Nitekim bugün bile, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğidenildiğinde, akla ilk gelen kaza ve hastalık nedeniyle ortaya çıkantazminatlardır. O nedenle, işyerlerinin sağlık ve güvenliği ile ilgilenerek çalışmaortamını tehlikeden arındırması gereken çoğu işveren, hala, bunun yerine kazaya da hastalık sonrası karşılamak durumunda kaldığı tazminatı tamamen ya dakısmen engelleyecek çareler aramaktadır.
Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında ülkemize hasdenilebilecek bu durum, işçi kesimi için de farklı değildir. İşçilerin de büyükçoğunluğu, işyerlerindeki sağlık ve güvenlik koşullarının geliştirilmesine vehayata geçirilmesine katkı sağlamak yerine, talep edilecek tazminat miktarınıartırmaya yönelik uğraş sergilemektedir.
Sosyal taraflara egemen olan bu anlayış, doğal olarakyargıya da yansımaktadır. Bu sebeple yüksek mahkeme de, önüne gelen davalarkarşısında konuyu daha ziyade tazminatlar açısından değerlendirmeye tabi tutmakdurumunda kalmaktadır.
İş sağlığı ve güvenliğinin hukuksal boyutu, mühendislik vetıbbi yanının aksine, bilim çevreleri açısından da ilgi çekici görülmemektedir.Oysa bu alan, sorumluluk hukukunun iş hukukuna yansıyan en teknik alanıdurumundadır ve çözümüne ihtiyaç duyulan sayısız hukuki sorunubarındırmaktadır. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde iş sağlığı ve güvenliğialanında lisans eğitimi verilmekte, Amerika’da bu alanda eğitim görmüş uzman işsağlığı ve güvenliği mühendislerinden hizmet alınabilmektedir. Buna karşın Türkiye’dehenüz hiç bir üniversite bu alanda lisans eğitimi veren bir mühendislikbölümüne kavuşturulmuş değildir. Bu alandaki eğitim çalışmaları hala, kısasüreli sertifikasyon eğitimleri düzeyinde kalmakta ve bu eğitimlerin çoğu da işsağlığı ve güvenliği alanında bilimsel yetkinliği olmayan kişi ve kuruluşlar tarafındanyürütülmektedir.
Her ne kadar hukuki açıdan daha ziyade tazminat boyutu ileele alınıyor olsa da iş sağlığı ve güvenliğinin asıl etkin yanı, onun önleyicifonksiyonunda gizlidir. Nitekim yeniden oluşturulmaya çalışılan iş sağlığı vegüvenliği mevzuatında, sosyal tarafların tümüne bu konuda görevler yüklenmiş veişçi ile işverenlerin mevcut görevleri Avrupa Birliği yönergeleri ışığında dahaayrıntılı tanımlanmıştır.
Konuya ilişkin en temel düzenleme niteliği taşıyan 1989/391 sayılı Avrupa Konseyi Direktifinde,bu direktifin çıkarılma gerekçeleri sıralanırken, önlemeye de yer verilmiştir.Buna göre işyerindeki kaza ve mesleki hastalıkların gerçekleşme oranı hala çokyüksektir. Çalışanların güvenlik ve sağlığını kollamak, daha yüksek düzeydekoruma sağlamak için gecikmeksizin önleyici önlemlerin alınması ve varolanönlemlerin ıslâh edilmesi gerekmektedir. O halde iş sağlığı ve güvenliği, konuinsan yaşamı olduğundan, tazmin kadar hatta ondan daha fazla önleme anlamınagelmektedir. Dolayısıyla çalışma hayatı içindeki herkesin, iş sağlığı vegüvenliğinin önleme fonksiyonunu anlayacak bilince sahip kılınması gereklidir.Nitekim bu durum iş sağlığı ve güvenliği hukuku alanında, güvenlik kültürü olarak tanımlanmakta ve örgütlü olsun olmasın bukültürün geliştirilmesinin, işyerlerinde oluşabilecek riskleri ortadankaldırmada en etkili yol olacağı savunulmaktadır[7]. O halde iş sağlığı ve güvenliği, önleme ve tazminunsurlarından oluşan bir bütündür. Unsurlardan hiç biri ihmal edilmemelidir.
Yukarda da işaret etmiş olduğumuz üzere iş sağlığı vegüvenliği uygulamada daha ziyade, sebep olduğu sorumluluklar bağlamında elealınmaktadır. İşverenlerin konuyu ciddiyealma düzeyleri, muhatap oldukları sorumlulukların kapsamı ile orantılı olarakartmaktadır. Aynı şey, işveren vekilleri için de geçerlidir. Dolayısıylaişyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması her şeyden önce bu konudagetirilen kuralların hayata geçirilmesine bağlıdır. Ancak ülkemiz açısından bununçok da kolay olmadığı açıktır. Zira Türkiye, iş sağlığı ve güvenliğinintaşıdığı önemi yeni yeni algılamaya başlamıştır. Bunda Avrupa Birliği üyeliğineadaylık süreci kadar, kısa süre içinde üst üste gerçekleşen tersane ve madenkazaları da önemli etki yapmıştır. Bu konuda yıllardan beri yapılan çalışmalar,arzu edilen bilinci oluşturamamış, birkaç istisna dışında çoğu işyerinde bukonuda köklü değişim sağlanamamıştır. O nedenle iş sağlığı ve güvenliğinin işyeri düzeyinde uygulanabilmesi hâlâ entemel sorun durumundadır. İş sağlığı ve güvenliği bilinci, üretim sürecinin enküçük birimi olan işyerlerinde tesis edilmedikçe, işletmelerde, şirketlerde venihayetinde ülke genelinde kurumsal bir anlayışa ulaşabilme imkânı yoktur.
İş sağlığı ve güvenliğindeki bilinç eksikliğinin ortadankaldırılabilmesinde, getirilen çağdaş normların önemini anlatmak kadar, bunormların ihlallerine istikrarlı şekilde yaptırım uygulamak da önemli bir etkisağlayacaktır. Bu bağlamda iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin yasaldüzenlemelere aykırılığa bağlanan yaptırımları (sorumluluğu) üç grubaayırabilmek mümkündür. Bunlar, hukuksal sorumluluk, cezai sorumluluk ve idaripara cezalarından doğan sorumluluktur. Söz konusu sorumluluklar ve sebepoldukları yaptırımlar birbirinden farklı karaktere sahiptir. Her biri bağımsızuygulanabilen bu yaptırımların, aynı olayda bir araya gelebilmelerine de birengel yoktur. Dolayısıyla her sorumluluğun ve getirdiği yaptırımın koruduğumenfaat birbirinden farklıdır. O sebeple bu sorumluluk türlerinin ayrı ayrı elealınması, içeriklerinin daha rahat ortaya konulabilmesini sağlayacaktır.
2. Hukuksal Yaptırımlar
İşsağlığı ve güvenliği alanında işveren ve işveren vekillerinin karşılaştıklarıilk sorumluluk türü hukuki olanıdır. İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin gerekenşekilde alınmamasından doğan hukuksal yaptırımlardan ne anlaşılması gerektiği, işçive işverenler açısından ayrı ayrı ele alınabilir.
Bunagöre işveren aleyhine uygulanabilecek hukuksal yaptırımlar, işçinin çalışmaktankaçınabilmesi, iş akdini haklı nedenle derhal feshedebilmesi, uğradığı işkazası ve meslek hastaığı sebebiyle sosyal güvenlik sistemi tarafındankarşılanmayan maddi ve manevi zararı için tazminat isteyebilesi ile iş kazasısonucu ya da meslek hastalığı sonucu işçinin ölümü halinde hak sahiplerinindestekten yoksun kalma tazminatı isteyebilmesidir.
İşsağlığı ve güvenliğine aykırı eylemleri sebebiyle işçi aleyhine uygulanabilecekhukuksal yaptırımlar ise, iş akdinin işveren tarafından haklı veya geçerli nedenlederhal ya da süreli feshedilebilmesi ile işçinin sebep olduğu zararlarnedeniyle işverenin maddi ve maddi tazminat talep edebilmesidir.
A. İşverenAleyhine Uygulanabilecek Hukuksal Yaptırımlar
a. Çalışmaktankaçınma
4857sayılı İş Kanunu, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği sorunuyla karşılaşanişçilere, bu sebeple ortaya çıkabilecek zararları önleyebilme imkânıgetirmiştir. Önceki İş Kanunlarında bulunmayan bu düzenlemeye göre, işyerindeiş sağlığı ve güvenliği açısından işçinin sağlığını bozacak veya vücutbütünlüğünü tehlikeye sokacak yakın, acil ve hayati bir tehlike ile karşıkarşıya kalan işçi, iş sağlığı ve güvenliği kuruluna başvurarak durumun tespitedilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir.Kurul aynı gün acilen toplanarak kararını verir ve durumu tutanakla tespiteder. Karar işçiye yazılı olarak bildirilir. Kurulun işçinin talebi yönündekarar vermesi halinde işçi, gerekli iş sağlığı ve güvenliği tedbiri alınıncaya kadarçalışmaktan kaçınabilir (İK.83)[8].
Sözkonusu başvurunun yapılacağı bir iş sağlığı ve güvenliği kurulunun bulunmadığıişyerlerinde işçinin bu talebi, işveren veya işveren vekiline yapılacaktır.İşçi tespitin yapılmasını ve durumun yazılı olarak kendisine bildirilmesiniisteyebilmektedir. İşveren veya vekili yazılı cevap vermek zorundadır. Alınancevap sonrasında işçinin çalışmaktan kaçınma hakkını kullanabilmesi için,işyerinde iş sağlığı ve güvenliği açısından kendisinin sağlığını bozacak veyavücut bütünlüğünü tehlikeye sokacak yakın, acil ve hayati bir tehlike ile karşıkarşıya kaldığının kabul edilmiş olması gerekir.
Bunoktada belirtilmelidir ki, işveren veya vekilinden bu yönde bir cevapgelmediği halde çalışmaktan kaçınma hakkını kullanan işçi, bu davranışı ile işgörme borcunu yerine getirmemiş olacağından, ileri sürdüğü sebebinbulunmadığının anlaşılması halinde haklı bir fesih ile karşı karşıya kalabilir.Bu halde haksız feshe maruz kaldığı gerekçesiyle açacağı davada işçi mahkemeye,iddia ettiği gibi işyerinde iş sağlığı ve güvenliği açısından kendisininsağlığını bozacak veya vücut bütünlüğünü tehlikeye sokacak yakın, acil vehayati bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını ispat etmek durumundakalacaktır. O sebeple hem iş sağlığı ve güvenliği kurulları ya da onlarınolmadığı işyerlerinde işveren veya vekilleri hem de işçiler, iş sağlığı vegüvenliği anlamında işyerinde karşılaşılan sorunu çok iyi analiz etmeli veatacakları adımı buna göre belirlemelilerdir. Zira hatalı bir karar işverenaçısından haksız fesih uygulamış olma sonucunu doğuracağı gibi, işçi açısındanda haklı sebeple maruz kalma riski taşımaktadır.
İşKanunu, iş sağlığı ve güvenliği kurulunun kararına ve işçinin talebine rağmengerekli tedbirin alınmadığı işyerlerinde, işçilerin altı iş günü içinde işakitlerini derhal feshedebileceklerini de düzenlemiştir (İK.24/I). Bu durumdaişçiler, tıpkı aşağıda belirtieln seçenekte olduğu gibi, kıdemlerinin bir yılıaşmış olması halinde kıdem tazminatı ve varsa bunun dışında uğradıkları maddive manevi zararlarının tazminini de isteyebileceklerdir.
b. İş akdinin işçitarafından haklı nedenle derhal feshi
4857sayılı İş Kanununda işçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı 24.maddededüzenlenmiştir. Bu düzenlemede yer alan bazı hükümler, işyerlerinde sağlık vegüvenlik önlemlerinin alınmaması halinde işçiye derhal fesih hakkı sunmaktadır.Buna göre, “İş sözleşmesinin konusu olanişin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veyayaşayışı için tehlikeli olursa” işçi iş akdini haklı nedenle sonaerdirebilecektir.
Budüzenlemenin dikkat çeken yönü, işyerindeki sağlık sorununun tüm işçiler içindeğil, feshe başvuran işçinin sağlığında sorun yaratmasıdır. Dolayısıyla feshekonu neden, doğrudan iş sağlığı ve güvenliği sorunu olarak tanımlanamasa da,sağlığı tehlikeye giren işçi açısından bir fesih sebebi olarak görülmüştür.Örneğin aslında ağır bir işte çalışmaması gereken bir işçiye, bu tür bir işverilmesi halinde işçi iş akdini anılan gerekçeyle feshedebilecektir. Ancak işçitarafından yapılan bu fesih, ilgili işyerinde işçilerin sağlıksız koşullardaçalıştırıldığı sonucuna ulaşılmasına neden olmayacak, sadece yürütülen işin feshebaşvuran işçi için uygun olmadığı sonucunu yaratacaktır.
Bununla birlikte24.maddede, doğrudan iş sağlığı ve güvenliği ihlallerini fesih gerekçesi yapanbir düzenleme de bulunmaktadır. Hükmün II/f bendindeki bu ifadeye göre, “…çalışma şartları uygulanmazsa…” işçi işakdini haklı nedenle derhal feshedebilecektir.
Yasanın anılan “f” bendi hükmünde geçen çalışma şartları ifadesi, işçininişyerindeki her tür çalışma koşulunu içerebilecek bir genişliğe sahiptir. Osebeple işyerinde gereken sağlık ve güvenlik koşullarının sağlanmaması halindeişçi bu durumu, çalışma koşullarının uygun olmaması gerekçesi ile fesih sebebiyapabilmektedir.
Çalışma koşullarınauyulmaması gerekçesine dayalı fesih hakkını kullanma süresi İş Kanunundadüzenlenmiştir. Buna göre, “…24…maddelerde gösterilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan hallere dayanarakişçi… için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, iki taraftan birinin buçeşit davranışlarda bulunduğunu diğer tarafın öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her haldefiilin gerçekleşmesinden itibaren biryıl sonra kullanılamaz…”
Anılan düzenlemeden de anlaşılacağı gibi işçiler, işsağlığı ve güvenliği kurallarına uygun olmayan çalışma mahallerindeçalıştırılmak istendiklerinde bunu altı iş günü içinde feshe konuyapabilmektedirler. Ancak söz konusu sağlık ve güvenlik sorunu işyerinde devamettiği sürece bu altı iş günlük süre her gün yeniden başlayacaktır. Yani sağlıkve güvenlik sorunlarının çözülmediği her gün yeni bir ihlal olduğu kabuledilecektir.
İşçilerinçalışma koşullarına uyulmaması gerekçesi ile başvuracakları fesihlerde, biryılı aşan çalışmalarda işçiler kıdem tazminatına hak kazanacaklarıdır. Ancak işakdinin feshi işçi tarafından gerçekleştirildiğinden işçi lehine ihbartazminatı hakkı doğmayacaktır. Fesih haklı sebebe dayalı olacağından ve derhaluygulanabileceğinden, işveren lehine de ihbar tazminatı söz konusuolmayacaktır.
Bunundışında iş sağlığı ve güvenliğine aykırılık sebebiyle işçi iş sözleşmesiniöngörülen süre içinde fesheden işçi, İş Kanunun 26.maddesine dayanarak ektazminatlar talep edebilecektir. Bu bağlamda işçilerin, söz konusu feshinardından elde etmekten mahrum kaldıkları hakları ve kaybettiklerini madditazminat adı altında işverenden talep edebilmeleri mümkündür. Dahası, sözkonusu durum bir manevi zarar yarattığında bu dahi aynı gerekçe ile işverendentalep edilebilecektir.
c. Çalışma koşullarındaki değişikliği kabuletmemek
Yukardada belirtmiş olduğumuz gibi sağlıklı ve güvenli iş ortamı, çalışma koşullarındansayılır. O sebeple bunu ihlali sayılan eylemler, doğal olarak çalışmakoşullarına uygun davranılmadığı şeklinde değerlendirilir.
Konu işsağlığı ve güvenliği olduğunda, çalışma koşulları ile ilgili sorunlar sadeceonların ihlali halinde değil, değiştirilmesi durumunda da ortaya çıkabilir.Yasa koyucu, anılan koşulların esaslı tarzda değiştirilmesi halinde izlenecekyolu ve tarafların haklarını 22.maddede düzenlemiştir. Buna göre, “İşveren, iş sözleşmesiyle veya işsözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya daişyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancakdurumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygunolarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabuledilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz.” (İK.22/I).
Görüldüğügibi sağlık ve güvenlik koşulları uygun bir işyeri ortamında çalışan işçi, bukoşullar esaslı tarzda değiştirildiğinde bunu kabul etmek zorunda değildir.Hatta işçi, kendi sağlık ve güvenliğini eskisine göre zora sokan bu yeniçalışma koşullarını açıkça (yazılı olarak) kabul etmedikçe reddetmişsayılmaktadır. O sebeple işveren, çalışma ortamındaki geriye gidişe sesçıkarmayan işçinin daha sonra bu sebeple uğradığı meslek hastalığı ya da işkazası sebebiyle açtığı tazminat davalarında, işçinin buna ses çıkamayarak rızagösterdiğini ileri süremez. İşyeriortamında neden olduğu olumsuz değişikliklere işveren katlanır.
Bununlabirlikte İş Kanunu, çalışma koşullarına esaslı değişikliğe rıza göstermeyenişçinin başka bir geçerli sebepleişten çıkartılabileceğini düzenlemektedir. Buna göre, “İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işverendeğişikliğin geçerli bir nedenedayandığını veya fesih için başkabir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirimsüresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir.” Bize göre söz konusudüzenleme, iş sağlığı ve güvenliği alanında ortaya çıkan esaslı tarzdakideğişikliklere uygulanabilecek nitelikte değildir. Aksinin kabulü, sağlık vegüvenlik riski taşıyan bir işyerinde çalışmayı kabul etmeyen bir işçinin iştençıkarılarak, bu riski kabul eden yeni bir işçinin işe alınabilmesi sonucunudoğuracaktır ki, bunu iş hukukunu temel ilkeleri ile bağdaştırabilme imkânıbulunmamaktadır. O sebeple iş sağlığı ve güvenliği alanında çalışmakoşullarında yaratılan esaslı değişikliğin, işveren için değişiklik feshine imkânvermeyeceğinin kabulü gerekir.
Aynıyaklaşımın bir sonucu olarak, 22. maddede yer verilen ve açık yazılı kabul ileişçinin çalışma koşullarına esaslı değişikliğe rıza gösterebileceği hükmünün deiş sağlığı ve güvenliği alanında uygulanabilir olmadığı sonucuna varılmalıdır.Zira bu alanda yapılacak esaslı değişiklikler, insan sağlığını tehlikeyesokabilir. Oysa işçilerin sağlık ve güvenlik koşulları, tarafların üzerlerindeserbestçe tasarruf edebilecekleri bir alan olarak görülmemelidir.
d. Tazminat
aa. Sorumluluğun hukuksal temeli
İşyerindeki iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini gerektiğişekilde almayan ve zarara sebep olan işveren aleyhine açılabilecek tazminatdavalarının temelinde, işverenin işçiyigözetme borcuna aykırı eylemleri yatar.
Gerçekten de gözetme borcu kapsamında yer alan başlıcayükümlerden biri, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini alma zorunluluğudur[9]. İş akdinden doğan gözetme borcu işverenleri, işyerlerindeişçilerin yaşam, sağlık ve vücut bütünlüğünün korunması için gerekli önlemlerialmakla yükümlü kılar. Dolayısıyla işçiyi gözetme borcu, işverenlerin işgüvenliği önlemlerini alma yükümünü de kapsayacak ölçüde geniş bir kapsamasahiptir. Bu önemi sebebiyle gözetme borcu, yasal düzenlemelere konu olmuştur.Söz konusu yasal düzenlemelerin bir kısmı kamuhukuku diğer kısmı ise özel hukukkarakterlidir. İşverenin işçiyi gözetme borcunun özel hukuk dayanakları, işakdi ve Borçlar Kanununun 332. maddesidir[10]. Kamu hukukunda dayanak oluşturan hüküm ise İş Kanununun77. maddesidir[11]. Bu iki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere gözetmeborcunun kapsamı oldukça geniştir.
İşvereningözetme borcunu ihlalinden kaynaklanan hukuksal sorumluluğun niteliği öğretidetartışmalıdır. Bazı yazarlar[12] bu sorumluluğu kusursuz sorumluluk olarak değerlendirirkenbazıları ise kusurlu sorumluluğu savunmaktadır.
Kusursuzsorumluluk halinde sorumluluğun doğması için failin kusurlu olması aranmaz.Dolayısıyla, maddi zararı ya da destekten yoksun kalma zararını tazmin borcunundoğabilmesi için, olayla-zarararasında uygun nedensellik bağının bulunduğunu ispat yeterlidir. Ancak bizim dekatıldığımız görüş gereğince işverenin buradaki sorumluluğu kusurlusorumluluktur[13]. Bu durum karşısında işverenin işçiyi gözetme borcukonusundaki kusurlu davranışı, iş kazası ve meslek hastalığının ortayaçıkacağını bilerek ve isteyerek hareket etmesi ya da bunu istememekle birlikteönlemek için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi, diğer bir deyimle gereken işgüvenliği önlemlerini almaması biçiminde ortaya çıkar. O nedenle kusursorumluluğu ilkesi esas alındığında, işyerinde iş kazaları ve meslekhastalıklarını önlemek için gerekli dikkat ve özeni gösteren işveren kusurlusayılmayacak ve oluşan zarardan sorumlu tutulamayacaktır[14].
Kusursorumluluğu yaklaşımına göre, İş Kanununda işverenin göstereceği özeninderecesi 77. maddede belirlenmiştir. Buna karşılık aynı kanun, işvereninhukuksal sorumluluğu konusunda özel bir düzenleme getirmemiştir. O nedenle bukonuda genel hükümlerden ve özellikle de BK.96 ve 332/1’den yararlanılmalı, birdüzenleme boşluğundan söz ederek kusursuz sorumluluk yaratma yolunagidilmemelidir[15]. İşverenin sorumluluğu 332. maddede açıkça düzenlenmiş vehakkaniyet dairesinde kendisinden beklenebilecek her türlü önlemi almasıgerektiği belirtilmiştir.
Kusursorumluluğunda işvereni kurumca karşılanmayan zararlar için tazminat ödemeyükümlülüğü altına sokan, diğer deyişle onu kusurlu yapan, iş akdi veyakanunların kendine yüklediği borçları kasten ya da ihmalen yerinegetirmemesidir.
İşvereninkusurlu hareketinin değerlendirmesinde, içinde bulunduğu özel durum dikkatealınmayacak, değerlendirme objektif bir ölçüye göre yapılacaktır. Yani gereklidikkat ve özenin gösterilip gösterilmediği, işverenin kişisel bilgi veniteliklerine göre değil, aynı durumdaki dikkatli, makul ve sorumluluk duygusutaşıyan bir insanın hareket tarzına göre belirlenecektir. Kusuru objektifleştiren bu uygulama, işverenleri işyerinde dikkatlibir işveren gibi davranmaya itecek olması nedeniyle iş kazalarının önlenmesindede büyük önem taşır. Ayrıca işverenin mali nedenleri ileri sürereksorumluluktan kurtulmasını da engeller. Çünkü işverenden iş güvenliğiönlemlerinin alınması konusunda benzer işyerlerini kuran aynı kategoridekiişverenlerin göstereceği özen beklenmektedir. Dolayısıyla işverenin, malidurumunun yetersizliğini ileri sürerek önlemleri almaktan ve sorumluluktankaçınabilmesi mümkün değildir[16].
Kusurdeğerlendirmesinde İK.77 ve buna uygun olarak çıkarılan iş sağlığı ve güvenliğiyönetmelikleri, işverenin kusurunu objektifleştiren kriterler olarakdeğerlendirilmelidir. Koruma borcunun kodifikasyonu olarak adlandırılabilen teknik iş güvenliği mevzuatına uyulmaması,işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmelidir[17]. Ancak işveren sadece anılan yazılı kurallara değil,yazılı olmayan fakat teknolojinin gerekli kıldığı önlemlere aykırıdavrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararı karşılamak zorunda kalmalıdır[18]. Bu durum yüksek mahkeme kararlarında da açıkçavurgulanmaktadır[19]. Her ne kadar kusurun objektifleştirilmesi ile kusursorumluluğu kusursuz sorumluluğa yaklaştırılmış olsa da, kesinlikle kusursuzsorumluluk halini almaz. Çünkü bu yapılanmada bile işverenin sorumluluğu içinkusur aranır. Kusur bulunmadıkça, kural olarak, sorumluluk da oluşmaz.
İşvereniniş kazası ve meslek hastalıklarından doğan hukuksal sorumluluğunun niteliğikonusundaki tartışmalar Yargıtay kararlarını da etkilemiştir. Son yıllardaişverenin sorumluluğunun hukuksal niteliği konusunda verilen kararlarda yüksekmahkeme belirli bir istikrara kavuşmuş değildir. Ancak yüksek mahkemenin konuyayaklaşımındaki temel anlayışını şu kararında yer verdiği değerlendirmelerdenanlayabilmek mümkündür. Yargıtaya göre, “İşyerindemeydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğunun niteliğisorunu, öğretide ve uygulamada zaman içerisinde farklı görüş ve uygulamalarınortaya çıkmasına neden olmuştur. Yargıtay’ın önceki kararlarında da benimsediğibir görüşe göre, işverenin bu açıdansorumluluğu kusura dayanmaktadır. Çünkü, İsviçre ve Türk hukuk sistemindeözel bir düzenleme söz konusu olmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur.Sanayinin gelişmesi ve yurt düzeyinde yayılması sonucunda işyerinde kullanılanteknik ve motorlu araçların her geçen gün daha fazla artması ve bu nedenle dealınabilecek her türlü önlemlerle dahi önüne geçilmesi olanağı bulunmayantehlikelerin ortaya çıkması, dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarınınbüyük artışlar göstermesi karşısında kusuradayanan sorumluluk ilkesinin yetersiz kaldığı modern toplum hayatınınihtiyaçlarına cevap vermediği görülmüştür. İşte son zamanlarda kendisiniyoğun bir biçimde hissettiren teknik ve teknolojik alanlardaki bu gelişmeler,kusursuz sorumluluğun bir türü olan tehlike sorumluluğu kavramını ortayaçıkarmıştır. Tehlike sorumluluğunu savunanlar işverenin özen borcunu idealölçüler içinde yerine getirmesi halinde dahi, meydana gelen zarardan yine desorumlu tutulması gerektiğini savunmaktadır. Yargıtay uygulamasında, ilkkararlarda işverenin iş kazalarından doğan sorumluluğunun haksız fiiledayandığını kabul etmişken, zamanla işçinin daha yararına olan, akdi sorumlulukesasını benimsemiştir. Sosyal, ekonomikve kültürel alanda meydana gelen gelişmeler nedeniyle akdi sorumluluğun dayetersiz kalması üzerine Yargıtay uygulamalarında istikrarlı şekilde tehlikesorumluluğu görüşünü kabul etmektedir. Tehlike sorumluluğu en ağır birkusursuz sorumluluk halini oluşturmaktadır. Az önce değinildiği gibi, işverenher türlü özen borcunu yerine getirmiş olsa dahi, meydana gelen kazadan dolayısorumluluktan kurtulma olanağı yoktur. Bu anlamda tehlike sorumluluğu mutlakbir sorumluluk olarak nitelendirilebilir…”[20].
Karardanda anlaşılacağı üzere Yargıtay işverenin sorumluluğunu esasen kusursuzsorumluluk anlayışına oturtma eğilimindedir. Hatta bazı olaylarda bir adım dahaatarak, bu sorumluluğu kısmi bir tehlike sorumluluğu olarak dahi tanımlamıştır[21]. Ancak buna rağmen, bazı kararlarında bu sorumluluğunkusuru dayandığını[22], bazılarında ise iş kazasında kusuru bulunmayanişverenlerin sorumlu tutulamayacağına işaret ettiği görülebilmektedir. Nitekimbunlardan birinde yer verdiği değerlendirme, yüksek mahkemenin kararsızlığınıda yansıtmaktadır. “…dosya içersindebulunan Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesinin… tarihli kusur raporunda,davacıların murisi sürücü Y.Y’nin %25 kazaya karışan diğer sürücü M.K’nın %75oranında kusurlu oldukları saptanmıştır. Davacılar yönünden kesinleşen burapora göre işveren H’nin kusurunun olmadığı ortadadır. Bu durumda kusursuz olan işverenin sorumlu tutulmasıolanaksız bulunduğundan davanın reddi gerekirken yazılı olduğu şekildedavanın kabulü usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”[23]. O halde yüksek mahkemenin bu konuda tam bir içtihatbirliği sağlayamadığını, olayın özelliklerine göre hukuksal bir değerlendirmeyaptığını ve işverenin sorumluluğunu ya kusur sorumluluğu ya da kusursuzsorumluluk esaslarına dayandırdığını söyleyebiliriz[24].
İşvereninişçiyi gözetme borcu, hem yasadan hem de iş aktinden kaynaklanan bir borçniteliği taşır. Dolayısıyla yerine getirilmemesi haksız fiil yanında,sözleşmeye aykırılık da oluşturur. Akde aykırılığa dayalı iş kazası tazminatıtaleplerinde kazalanan işçi, kendisine zarar veren olayın bir iş kazasıolduğunu ve işyerinde alınması gereken önlemlerin işverence alınmamışbulunduğunu ispatlamak durumundadır. Buna karşılık iş kazasından dolayı akdisorumluluğu söz konusu olan işveren, anılan sorumluluktan kurtulabilir. Bununiçin iş güvenliği önlemlerini aldığını ya da kendi kusuru olmaksızın ortayaçıkan olaylar sebebiyle yükümlülüklerini yerine getiremediğini ispatlamalıdır(BK. 96/I). Ayrıca, işyerinde yapılan iş ile zarar arasında uygun nedensellikbağının bulunmaması da işverenin sorumluluğuna engel oluşturur.
İşvereninişçiyi gözetme borcuna aykırı davranışlarından doğan sorumluluğu haksız fiilsorumluluğuna da dayandırılabilir. Zira işverenin işçiyi koruyucu önlemlerialmaması, kişi varlıklarını doğrudan doğruya korumayı amaçlayan emredicidavranış kurallarına aykırılık oluşturur. Bu durumda işverenlerin iş güvenliğimevzuatını ihlal eden davranışlarının haksız bir fiil olarakdeğerlendirilebilmesi doğaldır[25]. Kazalanan işçinin haksız fiile dayanarak işverendentazminat talep edebilmesi için, haksız fiili gerçekleştiren kimsenin kusurunu,yapılan fiilin hukuka aykırılığını ve fiille oluşan zarar arasındaki uygun nedensellikbağını ispatlaması gerekir.
İşkazası ve meslek hastalığından doğan tazminat davalarında, sözleşmeyeaykırılıktan doğan sorumluluk ile haksız fiil sorumluluğu yarışır. İşçi her ikiimkândan da yararlanabilir. Ancak kusurun ispatının işçiye yükleniyor olması vezamanaşımının kısa olması nedeniyle, işverene yönelik tazminat taleplerininişçilerce haksız fiile değil akdi sorumluluğa dayandırılmasının daha isabetliolacağı kabul edilmektedir (BK. 60)[26]. Buna karşılık kazalanan işçinin kusursuz sorumlulukesasına dayalı bir dava açma imkânına sahip olduğu hallerde, kusuru ispatzorunluluğu bulunmayacağından, akdi sorumluluk esası yerine haksız fiil esasınadayanmayı tercih etmesi daha yararlı olabilir (BK. 55, 100). Zira BK. 55 ve 100ile sınırlı da olsa böyle durumlarda işveren kusursuzluğunu ispatlayarak dahisorumluluktan kurtulamaz[27].
İşyerinde işçi sağlığı ve iş güvenliğiönlemlerinin alınmaması nedeniyle zarar gören işçi, işveren aleyhine maddi vemanevi tazminat davası açma hakkına sahiptir (BK. 46, 47). Benzer dava haklarıişçinin ölümü halinde desteğinden yoksun kalanlara da tanınmıştır (BK. 45, 49).Kural olarak işveren, işçinin iş kazasından doğan tüm zararlarını karşılamakzorundadır. Ancak sosyal güvenlik kapsamında olan bir işçinin kazalanmasıhalinde kendisine sigorta yardımları yapılacağı düşünülürse, maddi zararlarınınbir kısmının, bazı hallerde ise tamamının bu yardımlarla karşılanacağı kabul edilebilir.Bunun dışında iş kazası sonucunda ortaya çıkan bir takım yararlar da işçininzararını hafifletebilir[28]. Ancak bu tür yararlara her olayda rastlanmadığından,kural olarak işçinin zararının giderilmesine katkı sağlayan en önemli unsurunSosyal Güvenlik Kurumunca yapılan sigorta yardımları olduğu söylenebilir. Busebeple işçi ya da onun ölümü halinde desteğinden yoksun kalanlar tarafındanaçılacak tazminat davalarında öncelikle kuruma müracaat gerekli görülmektedir.Sigortalı ya da hak sahipleri sigorta yardımları konusundaki durum aydınlığakavuştuktan sonra işverene yönelebilmektedir. Yüksek mahkeme uygulaması da buyöndedir. Yargıtaya göre, “…sigortalınınişyerinde bulunduğu sırada meydana gelen ve sigortalıyı bedence veya ruhçaarızaya uğratan olay iş kazası olarak kabul edilmiştir… takip eden maddelerindeişverenin iş kazasını en geç iki gün içinde Sosyal Sigortalar Kurumunabildirmekle yükümlü olduğu, haber verme kağıdındaki olayın iş kazası sayılıpsayılmayacağı hakkında gerekirse Kurumca soruşturma yapılabileceği ve varılansonucun en geç üç ay içinde ilgililere yazı ile bildirileceği, ilgililerceyetkili mahkemeye başvurularak Kurum kararına itiraz olunabileceği, itirazhalinde Kurum kararının ancak mahkeme kararının kesinleşmesi ile kesin halegeleceği belirtilmiştir. Öte yandan Sosyal Sigortalar Kurumu tarafındankarşılanmayan zararın ödetilmesine ilişkin davalarda (tazminat davaları)öncelikle zararlandırıcı sigorta olayının iş kazası niteliğinde olup olmadığı,haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için Kurum tarafındansigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değerininbelirlenen tazminattan düşülmesi gerektiği Yargıtay'ın oturmuş ve yerleşmişgörüşlerindendir. Somut olayda Sosyal Sigortalar Kurumu'nun olaydan haberdaredilmediği anlaşılmaktadır. Yapılacak iş; davacıya olayın iş kazası sayılmasıile buna bağlı olarak Kurumca gelir bağlanması için Sosyal Sigortalar Kurumunamüracaatta bulunması, giderek Sosyal Sigortalar Kurumu ve işvereni hasımgöstermek suretiyle tespit davası açması için önel verilmek ve verilen önelinsonucuna göre karar vermektir.”[29]
Benzer bir başka karardaki değerlendirme ise şu şekildedir,“…Sosyal Sigortalar Kurumu tarafındankarşılanmayan zararın ödetilmesine ilişkin davalarda (tazminat davaları)öncelikle haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için Kurumtarafından sigortalıya bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin tazminattandüşülmesi gerektiği Yargıtay'ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir. Diğeryandan, sigortalıya bağlanacak gelir ve hükmedilecek tazminatın miktarınıdoğrudan etkilemesi nedeniyle, işçide oluşan meslekte güç kayıp oranının hiçbirkuşku ve duraksamaya yer vermeksizin kesin olarak saptanması gerekir… maddesinde geçici iş göremezlik hali sonundaKuruma ait veya Kurumun sevk edeceği sağlık tesisleri sağlık kurullarıtarafından verilecek raporlarda belirtilen arızalarına göre iş kazası sonucumeslekte kazanma gücünün en az %10 azalmış bulunduğu Kurumca tesbit edilensigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanacağı… maddesinde Kurumun,sigortalıya bağlanacak gelirleri yapılan inceleme ve soruşturmalar sonunda vegerekli belgelerin tamamlandığı tarihten itibaren en geç üç ay içinde tespitederek ilgililere yazı ile bildireceği, ilgililerin bağlanan geliri bildirenyazıyı aldıktan sonra bir yıl içinde yetkili mahkemeye başvurarak Kurumkararına itirazda bulunabilecekleri, itirazın reddi hakkındaki mahkeme kararınınkesinleşmesiyle Kurum kararının kesinleşmiş olacağı… maddesinde desigortalıların iş göremezlik hallerinin tespitinde, Kurum Sağlık tesislerisağlık kurullarınca verilecek raporlarda belirtilen hastalık ve arızalarınesas tutulacağı, Kurumca verilen karara ilgililer tarafından itiraz edilmesihalinde durumun Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunca karara bağlanacağıbildirilmiştir. Somut olayda iş kazası olduğu iddia olunan olayın SosyalSigortalar Kurumuna bildirilmediği ancak davalı Kurumca da davacıya mevcutarızası nedeniyle… maddeleri gereğince malullük sigortasından malullük aylığı bağlandığıyargılama sırasında mahkemece SSK Sağlık Dairesi Başkanlığına müzekkereyazılarak resen davacının maluliyet oranının belirlenmesi istendiği anılanDairece SSK'nun iş kazasından haberdar olmadığı bu nedenle kurumu bağlamamakkaydı ile maluliyet oranının belirlenebileceği bildirilerek oranın belirlenmesiiçin davacı bazı tıbbi tetkiklerinin yapılarak gönderilmesinin istendiği, ancakistenen tetkiklerin ücretinin yüksek olması sebebiyle davacının bu giderikarşılamayacağını bildirmesi üzerine, mahkemece mevcut delillere göre incelemeyapılarak sonuçta davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Kurumcasigortalıya iş kazası sigorta kolundan gelir bağlanabilmesi için önceliklezararlandırıcı olayın iş kazası niteliğinde olup olmadığının tespiti önsorundur. İş kazasının tespiti ile ilgili ihtilaf Sosyal Sigortalar Kurumununhak alanını doğrudan ilgilendirmekte olup tazminat davasında kurum tarafdeğildir. Yapılacak iş, davacıya iş kazasını Sosyal Sigortalar Kurumuna ihbardabulunmak, giderek olayın kurumca iş kazası olarak kabul edilmemesi halindeSosyal Sigorta Kurumu ve hak alanını etkileyeceğinden işveren aleyhine işkazasının tespiti açması için önel vermek, tespit davasını bu dava içinbekletici sorun yaparak sonucuna göre karar vermektir. Mahkemece açıklanandoğrultuda işlem yapılmaksızın Sosyal Sigortalar Kurumunun taraf olmadığıtazminat istemli bu davada olayın iş kazası olmadığının kabulüyle sonucagidilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”[30]
İşvereninkazalanan işçiye karşı, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan bakiyezarar kadar sorumlu olmasını gerekli gören kural, doğal olarak bu kazanın SosyalGüvenlik Kurumuna bildirilmesini gerekli görmektedir. Aksi halde yani iş kazasıkuruma bildirilmezse işçinin sigorta yardımlarından yararlanabilmesi mümkünolamayacağından, işverenin işçiye karşı sorumlu olacağı zarar miktarıartacaktır. Ancak uygulamada bazı iş kazalarının Sosyal Güvenlik Kurumunabildirilmediği görülmektedir. Tıpkı yukarda değinilenlerde olduğu gibi bu türolaylarda da dava açan işçilerin öncelikle kuruma müracaat etmeleri ve işkazası tespitinde bulunmaları gerekmektedir.
İş kazasının tespiti için Sosyal Güvenlik Kurumunamüracaatı gerekli gören konuya ilişkin içtihatta yer verilen değerlendirmeler şunlardır,“… Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremezliğeuğrayan davacının maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemeceistek, ilamda belirtildiği şekilde kısmen kabul edilmiştir. Dosyadaki kayıt vebelgelerden davalı şirkete ait mermer fabrikasında işçi olan sigortalınınelmas tel ile mermer bloğunun kesimi yapılırken telin kopması sonucu yaralandığıhükme dayanak alman… tarihli kusur raporunda 6/8 oranında davalı şirketin 2/8oranında davacının kusurlu olduğunun tespit edildiği, Sosyal Sigortalar Kurumutarafından olay ile ilgili bir inceleme (yapılmadığı) anlaşılmaktadır. SosyalGüvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan zararın ödetilmesine ilişkin davalarda(tazminat davaları) öncelikle zararlandırıcı sigorta olayının iş kazasıniteliğinde olup olmadığı, haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemekiçin kurum tarafından hak sahiplerine bağlanan gelirin hükme en yakıntarihteki peşin sermaye değerinin hüküm tarihine en yakın tarihteki verileregöre belirlenen tazminattan düşülmesi gerektiği Yargıtay'ın oturmuş veyerleşmiş görüşlerindendir. 5510 sayılı yasa'nın 13. maddesinde iş kazasının 4.maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile 5. madde kapsamında bulunansigortalılar bakımından bunları çalıştıran işveren tarafından, o yer yetkilikolluk kuvvetlerine derhal ve kuruma en geç kazadan sonraki üç işgünü içindeiş kazası ve meslek hastalığı bildirgesi ile doğrudan ya da taahhütlü posta ilebildirilmesinin zorunlu olduğu, iş kazasının işverenin kontrolü dışındaki yerlerdemeydana gelmesi halinde bu sürenin iş kazasının öğrenildiği tarihtenbaşlayacağı, kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkındabir karara varılabilmesi için gerektiğinde, kurumun denetim ve kontrol ileyetkilendirilen memurları tarafından veya bakanlık iş müfettişlerivasıtasıyla soruşturma yapılabileceği, 5510 sayılı yasanın 19. maddesinde iseiş kazasına bağlı nedenlerden dolayı meslekte kazanma gücü en az % 10 oranındaazalmış bulunduğu tespit edilen sigortalının sürekli iş göremezlik gelirine hakkazanacağı bildirilmiştir. Somut olayda iş kazası olduğu iddia olunan olayınSosyal Güvenlik Kurumuna bildirilmediği anlaşılmaktadır. Kurumca gelirbağlanabilmesi için öncelikle zararlandırıcı olayın iş kazası niteliğinde olupolmadığının tespiti ön sorundur. İş kazasının tespiti ile ilgili ihtilaf SosyalGüvenlik Kurumunun hak alanını doğrudan ilgilendirmekte olup tazminatdavasında kurum taraf değildir. Yapılacak iş davacıya, iş kazasını SosyalGüvenlik Kurumuna ihbarda bulunmak, olayın kurumca iş kazası olarak kabul edilmemesihalinde Sosyal Güvenlik Kurumuna ve hak alanını etkileyeceğinden işverenaleyhine ‘iş kazasının tespiti’ davası açması için önel vermek, tespit davasınıbu dava için bekletici sorun yaparak çıkacak sonuca göre, olayın kurumca işkazası olduğunun kabul edilmesi halinde ise davacıya kuruma müracaat ederek işkazası sigorta kolundan geliri bağlanması için önel vermek ve çıkacak sonucagöre bir karar vermektedir…”[31]
İş kazasına uğrayanişçiye ya da ölümü halinde desteğinden yoksun kalanlara kurumca sağlananyardımlar genellikle onların uğradıkları zararın tümünü karşılayamaz. O nedenlekazalanan işçinin ya da onun ölümü halinde desteğinden yoksun kalanların, aldıklarısigorta yardımlarından sonra bile tazmin edilememiş bir bakiye zararları kalabilir. Söz konusu zararın işverenden talepedilip edilemeyeceği konusunda mevzuatta açık bir düzenleme yoktur.Yasalarımızda bu konuda bir düzenlemeye yer verilmemiş olması, genelhükümlerden ayrılma eğiliminin bulunmadığını ve dolayısıyla bakiye zararlariçin işverenlere başvurulabileceği anlamını taşımaktadır. Nitekim gerek öğretigerekse yargısal uygulamada benimsenen görüş de budur[32]. Ancak kazalanan işçinin sosyal güvenlik kapsamı dışındabulunması ya da çeşitli nedenlerle kurumdan sigorta yardımlarını alamıyorolması halinde işveren, işçinin uğradığı zararları tümüyle karşılamakdurumundadır. Buna karşılık uğradığı maddi zararın tümü kurumca karşılananişçinin maddi tazminat davası açabilmesi mümkün olmayacaktır.
bb. İşverenin sorumlu tutulabileceği iş kazaları
Çalışmayaşamında iş kazaları sık sık tartışma konusu olmaktadır. Kimi zaman işverenlerbazı olayların (örneğin işyerindeki intiharın) iş kazası sayılmasınıyadırgamakta, kimi zaman da işçiler meydana gelen iş kazasından (örneğin birişçinin işyerinde hasmı tarafından yaralanmasından) neden işverenin sorumlututulamadığını anlayamamaktadırlar. Bu durum, tarafların iş kazasının kavramsalyapısını anlamak yerine, meydana gelen kaza üzerinden değerlendirme yapmalarındankaynaklanmaktadır. Oysa sorunun çözümü basittir ve açıklığa kavuşturulabilmesiiçin hukuk sistemimiz içinde iş kazasının kavramsal olarak ikiye ayrıldığınıbilmek yeterlidir.
Bunlardanilki sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazası, ikincisi ise bireysel işhukuku anlamında iş kazasıdır. Söz konusu sınıflandırmanın en önemli yanını,bunların sonuçları oluşturmaktadır. Aşağıda açıklamaya çalışacağımız gibi sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazası,işçiye sosyal sigorta yardımlarının yapılmasını gerektiren iş kazalarını ifadeeder. Bireysel iş hukuku anlamında işkazası ise, kazalanan işçinin SGK tarafından karşılanamayan bakiye zararıiçin işverene tazminat davası açabilmesine imkân veren nitelikteki işkazalarını anlatır. Dolayısıyla yukarıda dile getirdiğimiz ve taraflar arasındaanlaşmazlığa yol açan örneklerden işyerindeki intihar, sosyal güvenlik hukukuanlamında iş kazası sayılabilirken, bireysel iş hukuku anlamında iş kazasısayılamadığından işverene tazminat davası açılmasına imkân vermeyecektir. İşkazaları ile ilgili olarak yapılması gereken bu ayrım yüksek mahkemenin birkararında da açıkça ortaya konulmuştur. Karara göre, ”Birolayın iş kazası (sayılmasının) Sosyal Sigortalar Kanunu bakımından sonuçlarıile işveren aleyhine açılan tazminat davası bakımından sonuçları aynı değildir.İş kazası olan olay, diğer koşullarda gerçekleştiğinde doğrudan doğruya yasadabelli sigorta yardımlarının yapılmasını gerektirdiği halde, işveren aleyhineaçılan tazminat davasında ise, işverenin sorumluluğu için işyerinde veişverenle ilişkili olmasıyla uygun neden sonuç bağının bulunması gerekir.” [33].
İşsağlığı ve güvenliği alanında büyük önem taşıyan bu ayrımı bir parça dahaanlaşılır kılabilmek için aşağıda ayrıca ele almakta yarar gördük.
aaa. Sosyal güvenlik hukuku anlamındaiş kazası
Yasanın13.maddesinde yer verilen düzenlemeden de anlaşılacağı gibi buradaki iş kazası,genel kaza kavramından farklı niteliktedir. Borçlar hukuku kapsamındatanımlanan dar anlamda kaza, vücut bütünlüğünü bozan, dışarıdan gelen ve aninitelikli istenilmeyen bir olayı ifade ederken, sosyal güvenlik hukukuanlamında iş kazası için, işçinin vücuduna zarar veren olayın yasada belirtilenhaller içinde gerçekleşmiş olması için yeterlidir[34].
Sosyalgüvenlik hukuku anlamında iş kazası için meydana gelen kazanın 13.maddedesayılan hallerden birine girmesi dışında, uygun nedensellik bağı da gerekir.Uygun nedensellik bağı kavramını, iş kazalarında yaptığımız ayrıma paralelolarak iki ayrı grup altında incelemekte yarar var. Bunlardan ilki ve buradaincelenecek olan, sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazasının oluşumundaaranan nedensellik bağıdır. İkincisi ise, bireysel iş hukuku anlamında işkazasını, yani işverenin kişisel sorumluluğunu doğuran iş kazasını oluşturacakolan nedensellik bağıdır ki, aşağıda ele alınacaktır.
Nedensellik bağı, olayların normalakışına ve genel hayat tecrübelerine göre gerçekleşen türden zararlı bir sonucumeydana getirmeye elverişli ya da böyle bir sonucun gerçekleşmesinikolaylaştıran sebeple sonuç arasındaki bağı ifade eder[35].
Sosyalgüvenlik hukuku anlamında iş kazasının oluşabilmesi ve böylelikle çalışanlarınsigorta yardımlarına hak kazanabilmeleri, öncelikle kazayla-meydana gelen zarar arasında uygun nedensellik bağıolmasını gerektirir. Yani işçinin uğramış olduğu zarar, karşı karşıya kaldığıkazanın uygun bir sonucu olmalıdır. Bize göre bir kazanın sosyal güvenlikhukuku anlamında iş kazası sayılabilmesi için başka bir nedensellik bağınınaranması gerekmez. Yani ortaya çıkan kazanın, yürütülen iş ile uygun nedensellikbağı içinde bulunması aranmaz. Kazanın 13.maddede sayılan hallerden birindegerçekleşmiş olması, iş kazası sayılabilmesi için yeterlidir. Dolayısıylasigortalının uğradığı zararların karşılanması için, işle ilgisi olup olmadığınabakılmaksızın 13.maddede sayılan hallerde gerçekleşen kazalar iş kazası kabuledilerek sigorta yardımları sunulur[36].
Konuyailişkin bir yüksek mahkeme kararında yapılan değerlendirme şu şekildedir: “…Dava, davacı sigortalının iş kazası sonucucismanı zarara, bilahare ölümüne yol açtığı iddia edilen 23.08.1992 tarihindekizararlandırıcı sigorta olayı sonucunda sürekli iş göremezliğe uğradığının veölümle iş kazası arasında iIliyet bağı bulunduğunun tespiti istemi ilesigortaIının iş kazası sonucunda uğradığı maddi ve manevi zararları ile haksahibi olan davacıların sigortalının ölümü nedeniyle uğradıkları maddi zararıngiderilmesi, sigortalıya olay tarihinden itibaren iş kazası sigorta kolundanmaluliyet aylığı bağlanarak ölüm tarihine kadar ödenmesi gerektiğinin, haksahibi olan davacılara iş kazası sigorta kolundan ölüm tarihinden itibaren ölümayIığı bağlanması ve birikmiş aylıkların ödenmesi gerektiğinin tesbitiistemine ilişkindir.
Mahkemece Kurum Sağlık Tesislerince verilen rapordasigortalının duçar olduğu demans hastalığının 1992 yılındaki iş kazasındakitravma ile ilişkilendirilebilecek bir bilgi ve veriye rastlanmadığınınbildirilmesi, ayrıca sigortalının ölmesine neden olan olayın iş kazasına bağlıolduğu ve bu iş kazası ile maluliyeti ve ölümü arasında uygun illiyet bağıbulunduğu yönünde herhangi bir tıbbi nitelikli delil elde edilemediğigerekçesiyle davanın tümden reddine karar verilmiştir. Dava, nitelikçe SosyalSigortalar Kurumu tarafından karşılanmayan zararın giderilmesi istemineilişkindir. Bu nedenle bu tür uyuşmazlıklarda, öncelikle sigortalının sürekliiş göremez duruma gelip gelmediği, sigortalıda mevcut demans hastalığının işkazası sonucu oluşup oluşmadığı, ölümle iş kazası arasında illiyet bağı bulunupbulunmadığı tespit edilmeli, bu hususlar kesinleşir ise davalı Kurum tarafındansigortalıya bağlanan ve ölüm tarihine kadar ödenecek olan gelirin miktarı vehak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin saptanmasıgerekmektedir. Somut olayda Çalışma Bakanlığınca yapılan tahkikat sonucundasigortalının 23.08.1992 tarihinde geçirdiği zararlandırıcı olayın iş kazasıolduğu sonucuna varılmış ise SSK.'ca maluliyet oranının % 0 olduğuna, ölümüngeçirdiği kazaya bağlı olmadığına ve sigortalıda mevcut demans hastalığının işkazası ile ilgisi bulunmadığına karar verildiği görülmektedir. 506 sayılıYasanın 19. maddesinde geçici iş göremezlik hali sonunda Kuruma ait veyaKurumun sevk edeceği sağlık tesisleri sağlık kurulları tarafından verilecekraporlarda belirtilen arızalarına göre iş kazası sonucu meslekte kazanmagücünün en az % 10 azalmış bulunduğu Kurumca tespit edilen sigortalıya sürekliiş göremezlik geliri bağlanacağı, 31. maddesinde Kurumun, sigortalıyabağlanacak gelirleri yapılan inceleme ve soruşturmalar sonunda ve gereklibelgelerin tamamlandığı tarihten itibaren en geç üç ay içinde tesbit ederekilgililere yazı ile bildireceği, ilgililerin bağlanan geliri bildiren yazıyıaldıktan sonra bir yıl içinde yetkili mahkemeye başvurularak Kurum kararınaitirazda bulunabilecekleri, itirazın reddi hakkındaki mahkeme kararınınkesinleşmesiyle Kurum kararının kesinleşmiş olacağı, 27. ve müteakipmaddelerinde işverenin iş kazasını en geç iki gün içinde Sosyal SigortalarKurumuna bildirilmekle yükümlü olduğu, haber verme kâğıdındaki bildirilenolayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkında gerekirse Kurumca soruşturmayapılabileceği ve varılan sonucun en geç üç ay içinde ilgililere yazı ilebildirileceği, ilgililerce yetkili mahkemeye başvurularak kurum kararınaitiraz olunabileceği, itiraz halinde Kurum kararının ancak mahkeme kararınınkesinleşmesiyle kesin hale geleceği bildirilmiştir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere sigortalının işkazası sonucunda sürekli iş göremez duruma geldiğinin ve sürekli iş göremezlikoranının, ölüm olayının iş kazasına bağlı olduğunun tespitine ilişkinkesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadıkça davalı Kurumca sigortalıya olaytarihi ile ölüm tarihi arasında sürekli iş göremezlik geliri, hak sahiplerineiş kazası kolundan ölüm geliri bağlanmayacağından tespit istemli dava iletazminat davasının bir arada görülüp sonuçlandırılması fiilen mümkün değildir.HGK.'nun 07.02.2007 tarihli 2007/21–69 Esas, 2007/55 Karar nolu kararı da buyöndedir. Mahkemece yapılacak iş; tespit davasını tazminat ve alacak davasındantefrik edip ayrı esasa kaydetmek, tespit davasını tazminat davası içinbekletici mesele saymak, tespit davasını sonuçlandırıp tespit davasında verilenhüküm kesinleştikten sonra çıkacak sonuca göre tazminat ve birikmiş aylıklarlailgili alacak davasını sonuçlandırmaktır…”[37]
Yukarıdaortaya konulan anlayış ışığında, 13.maddede sayılan hallerde gerçekleşen birkazanın işverenin yürüttüğü işle ilgisi bulunmayabilir. Nitekim Yargıtaykararına konu olmuş bir olayda, işçinin işyerinde öç alma kastıyla öldürülmesi 506sk.11/A.a (5510 sk.13/a) bendinin açık hükmü nedeniyle sosyal güvenlik hukukuanlamında iş kazası sayılmıştır[38]. Aynı şekilde işçinin işyeri dışından atılan bir kurşunlavurulmasında da olay, sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazası olarakdeğerlendirilmiştir[39].
Sosyalgüvenlik hukuku anlamında iş kazasının oluşuma katkı sağlayan kazayla-zarar arasındaki nedensellikbağının kesilebilmesi mümkündür. Yasanın 13.maddesinde sayılan hallerdegerçekleşen kazanın sebep olduğu ilk zararın, nihai zarar ile bir bağlantısınınkurulamadığı hallerde, kazayla zarar arasındaki uygun nedensellik bağınınkesildiğinden söz edilebilir. Nitekim Yargıtaya intikal eden bir olayda, işçisıva yaparken iskeleden düşmüş, ayağı sıyrılmış ancak kaldırıldığı hastanedeböbrek yetmezliğinden ölmüştür. Yüksek mahkeme, yerel mahkemenin olayı uygun nedensellikbağı bulunmadığı gerekçesiyle iş kazası saymayan ve kurumun rücu talebinireddeden kararını, kazanın işle ilgisinin olmayabileceği ancak bunun tıbbentespitinin gerekli olduğu gerekçesiyle bozmuştur[40].
bbb. Bireysel iş hukuku anlamında işkazası
a) Genel olarak
İşkazaları ile ilgili olarak yaptığımız ikili ayrımın ikinci başlığını bireyseliş hukuku anlamındaki iş kazaları oluşturur. İş kazası bu kapsama dahiledilebildiğinde, işverenin işçiye karşı tazminat sorumluluğunu doğurmaktadır.
Bireysel iş hukuku anlamındaki iş kazasının yasal temeli,İş Kanununun 77. ve Borçlar Kanununun 332. maddelerinde yer alır. Bumaddelerden özel hukuk karakterli olan BK.332/I’e göre: “İş sahibi, akdin hususi halleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyetdairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruzkaldığı tehlikelere karşı icabeden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhiçalışma mahalleri ile, işçi birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yertedarikine mecburdur.”
İşverenin sorumluluğuna dayanak oluşturan ve kamu hukukukarakteri taşıyan İK.77/I’de ise: “İşverenlerişyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlüönlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı vegüvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.” hükmüyer almaktadır.
Anılandüzenlemelerle işverene yüklenen ödevlerin gerektiği gibi yerinegetirilmemesinden doğan kaza, bireysel iş hukuku anlamında iş kazasınıoluşturur ve işverenin işçiye karşı sorumluluğunu doğurur. Bu niteliktekikazalar sosyal güvenlik hukuku anlamındaki iş kazalarına oranla daha darkapsamlıdır. O nedenle bireysel iş hukuku anlamındaki her iş kazası 5510 sayılıyasa anlamında da iş kazası sayılır. Buna karşılık 5510 sayılı yasanın 13/Ihükmünde belirtilen hallerde gerçekleşen kazaların tümünü içermesi nedeniyledaha geniş kapsamlı olan sosyal güvenlik hukuku anlamındaki her iş kazası, aynızamanda bireysel iş hukuku anlamında iş kazası olarak nitelendirilemez.
Bu kurala tipik bir örnek, yüksek mahkemenin 8.4.1992tarihli kararında yer almıştır. Karara konu olayda yol inşaatında çalışansigortalı, bir ara işe ara verip, yola
Kazakavramı genel olarak incelenirken, bir dışsallığaihtiyaç duyar[42]. O nedenle zarara sebep olan unsurun, çalışanın bedenselrahatsızlığı değil dışarıdan gelen bir etken olması gerekir. Ancak zarara sebepolan haricî her olay, işverenin sorumluluğunu doğurmaz. Öngörülemeyen ve karşıkonulamayan haricî bir olay, işverenin sorumluluğunu doğuran bir iş kazasınıoluşturamaz, aksine onu sorumluluktan kurtarıcı bir etki gösterir.
İşvereninsorumluluğunu gerektirecek iş kazalarında dışsallık unsurunu sağlayan, üçüncükişinin, işverenin, kazalanan işçinin ya da işyeri ortamındaki araç, gereç vemakinelerin nedenselliği kesemeyecek düzeydeki etkileridir. Fakat anılandavranışların varlığı, işverenin sorumluluğu için tek başına yeterli değildir.Bunların yoğunluk dereceleri, yapılan işle olan ilgileri veya işvereninotoritesi altında ortaya çıkmaları da söz konusu sorumluluğun doğmasına etki eder.Bu unsurların bulunmaması halinde, sadece dıştan gelen bir olay nedeniyleişvereni sorumlu tutmak mümkün değildir[43].
İstenilmeunsuru, genel anlamda kaza kavramına yabancıdır. Gerçekten iş kazası, kazalananişçi için istenilmeyen bir olaydır. Bununla birlikte sosyal güvenlik hukukuanlamında iş kazasında kazanın istenilmemesi, iş kazasının varlığı için gereklibir unsur değildir. Sosyal güvenlik hukukunun özünü oluşturan sosyal bakışaçısı, işçinin isteyerek yarattığı kazaları dahi iş kazası kapsamına almıştır.5510 sayılı yasanın 13.maddesinde sıralanan hallerde oluşan kazalar, kazayasebep olan etkenden bağımsız olarak iş kazası sayılmıştır. O nedenle birişçinin çalıştığı makinede isteyerek kendine zarar verdiği kazalar dahi, saltolayın işyerinde gerçekleşmiş olması sebebiyle iş kazası sayılabilmiştir.
Buna karşın, bireysel iş hukuku anlamındaki iş kazalarıiçin aynı şey söylemek mümkün değildir. Çünkü bu tür kazalarda işçi ya daüçüncü kişinin ağır kusurlu ya da kasti eylemleri, işverenin sorumlulukdüzeyine doğrudan etki etmekte, bazen bu sorumluluğu daraltırken bazı olaylardatümüyle kaldırabilmektedir. O nedenle kazalanan işçinin ya da üçüncü kişinin isteyereksebep olduğu zararlar kural olarak bireysel iş hukuku anlamında iş kazasısayılmamakta ve işverenin sorumluluğunu doğurmamaktadır.
b) Kaza ile iş arasındaki uygun nedensellik
İş kazasısebebiyle, bir işverenin işçiye karşı sorumluluğunun doğabilmesi için,çalışanın uğradığı zararın ortaya çıkan kazanın uygun bir sonucu olması gerekir[44]. Aksi halde kazalanan işçinin işverenden tazminat isteyebilmesimümkün değildir. Örneğin işyerinde başına bir cismin düşmesi ile yaralanarakhastaneye kaldırılan sigortalının, tedavi sonrasında taburcu olarak evinegittiği sırada trafik kazasında ölmesinden, işyerindeki kaza ile nihai zarar(ölüm) arasında uygun nedensellik bağı bulunmaması sebebiyle işveren sorumlututulamaz[45]. Bununla beraber sadece kaza ile zarar arasında uygun nedensellikbağının bulunması, işverenin sorumluluğu için yeterli olmaz. Kazanın ayrıcaişverenin yürüttüğü işle de uygun nedensellik bağı içinde bulunması gerekir.
Kazalananişçiye karşı işverenin sorumlu tutulabilmesi için kazayla-zarar arasındakinedensellik bağı yanında kazayla-iş arasında da nedensellikbağının kurulmuş olması gerekir.
Kaza ile nedensellik bağı içinde bulunması gereken işkavramı, gerek yargı kararlarında gerek öğretide değişik şekillerde ifadeedilmektedir. Anılan kavram bazı içtihatlarda, kaza ile işveren ya da onuneylemi arasındaki nedensellik bağı olarak belirtilirken[46], bazılarında ise kaza ile işverenin iş güvenliğiönlemlerini alma ve özen gösterme yükümüne aykırı davranışı arasındaki nedensellikbağı olarak vurgulanmıştır[47]. Benzer ifade farklılıklarına öğretide de rastlanmaktadır.Kimi yazarlar kazayla nedensellik bağı içinde bulunması gereken unsuru, işçininişi olarak belirtirken[48], kimileri de yapılan iş[49] ya da işverenin iş güvenliği önlemlerini alma ödevineaykırı hareketi olarak gösterirler[50]. Bu ifade şekillerinin hepsi, işverenin sorumluluğunudoğuran kazayla işveren arasındaki uygun nedensellik bağının kurulması içinkullanılabilecek niteliktedir.
Bireyseliş hukuku anlamında gerçekleşen bir iş kazasından işverenin sorumlu tutulmasınısağlayan kanımızca, kazanın işverenin işiyle olan ilgisidir. Buna göre, işkazası sonucu ortaya çıkan zararın işverenin yürüttüğü işle uygun nedensellikbağı içinde bulunması halinde işveren, işçinin uğradığı zararı karşılamakzorundadır. Bu işyerinde gerçekleşen bir intihar olayı dahi olsa böyledeğerlendirilmektedir. Nitekim Yargıtayın önüne gelen bir olayda bu noktayaişaret edilmiştir. Karara göre. “…Davakonusu olayda davacılar murisinin işyeri koşullarından kaynaklanan nedenlerleintihar ettiğinden bahisle işveren sorumlu bulunmuş ve istem hüküm altınaalınmıştır. Oysa incelenen kusur raporunda işverenin iş mevzuatının öngördüğühangi tedbirleri almadığı ve sorumluluğun dayanakları açık bir şekilde ortayakonmamıştır. Salt işyerinde intihar olayı nedeniyle işverene kusur verilemez.Meydana gelen iş kazası ile işverenin eylem ve davranışları arasında uygunneden sonuç bağının kurulması zorunludur. Bu durumda olaya özgü biçimdeoluşturulacak uzman bilirkişilerce işverenin iş güvenliği ve işçi sağlığımevzuatı açısından da olumlu olumsuz tüm davranışları değerlendirilerek yenidenbir rapor almak suretiyle sonuca gidilmesi gerekir. Mahkemenin yetersiz ve işkazası ile işveren eylemleri arasında bağlantı kurmayan raporunun esas alınmasıusul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”[51]
Yürütülen işle bağlantılı olan faaliyetin mutlaka işyerindesürdürülmesi aranmamalıdır. İşçinin işyeri dışında devam eden ve yürütülen işindoğal uzantısı olarak görülebilecek filleri de anılan kapsama dahil edilmelidir[52].
c) Uygun nedenselliğe dair karineler
Kazanın,işverenin işiyle ilgili olup olmadığının tespitinde bir takım karinelerdenyararlanılır. Bu karinelerin bulunduğu durumlarda aksi ispatlanmadığı süreceoluşan iş kazasının işle ilgili olduğunu düşünebilmek mümkündür[53].
Söz konusu karinelerden ilki, işverenin yürüttüğü işin icrası sırasında gerçekleşenkazaların işle ilgili kabul edilmesidir. Yargıtayın önüne gelen ve daha önce dedeğinmiş olduğumuz bir olayda, işçi bir tomruk deposunda tesellüm görevlisiolarak çalışmaktadır. Ancak kazalandığı sırada tomruk deposunun hemen önünde,kamyonların durduğu yol kavşağında tesellüm kağıdını almakla görevlidir. Yüksekmahkemenin sosyal güvenlik açısından değerlendirdiği ve iş kazası saydığı buolay, bireysel iş hukuku anlamında da iş kazası sayılabilir[54]. Zira işçi kaza anında işverenin yürüttüğü işin icrasınısürdürmektedir. O nedenle işveren, bu esnada ortaya çıkan iş kazasındansorumludur.
Kazanınişverenin yürüttüğü işle olan ilgisinin tespitinde yararlanılan karinelerdenbir diğeri, işverenin alması gereken tedbirlerle ilgilidir. Oluşan iş kazası, işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinialma yükümlülüğüne aykırı davranışından kaynaklanmışsa, gerçekleşenzarardan işveren sorumlu tutulabilir[55]. Ancak bunun için, önlemleri almama davranışı ile oluşanzarar arasındaki uygun nedensellik bağının kesilmemesi gerektiğine şüpheyoktur.
Çalışanlarınuğradıkları kazaların işle olan ilgisinin kurulabilmesi için yararlanılabilecekkarinelerden biri de, olayın iş süresiiçinde gerçekleşmesidir (İK. 66). Buna göre olay anı, iş süresine ya da işsüresinden sayılan hallere dâhil ise, kazanın işle uygun nedensellik bağıiçinde olduğu söylenebilir[56]. Örneğin, işverence görevli olarak gönderilen işçininyolda geçirdiği süre iş süresine dâhildir. O nedenle yolculuk esnasındauğradığı kaza işle ilgili kabul edilerek, işverenin sorumluluğuna gidilebilmesimümkündür[57]. Fakat uygun nedensellik bağının kesildiği hallerde tıpkıyukarıda belirtildiği gibi işveren burada da sorumlu tutulamaz.
Bu konudabaşvurulabilecek karinlerden bir başkası da yürütülenişin yarattığı tehlike karinesidir[58]. İşçinin uğradığı kaza, işverenin yürüttüğü işin doğrudanya da dolaylı olarak yarattığı tehlikenin sonucu ise, olayın işle uygun nedensellikbağı içinde olduğu kabul edilebilir.
İşkazasının yürütülen işle olan bağlantısının kurulmasında yararlanılankarinelerin bir kaçının ya da tamamının aynı olayda bir araya gelebilmelerimümkündür. O nedenle anılan nedensellik bağının her olaydaki işçi-işverenilişkisinin özellikleri dikkate alınarak ayrı ayrı incelenmesinde yarar vardır.Hemen belirtilmelidir ki, bir iş kazasında sözü edilen karinelerden hiç birinerastlanmamış olması, işverenin iş kazasından sorumlu tutulamayacağı anlamınagelmez. Oluşan bir iş kazasında söz konusu karinelerden birine rastlanmasa dakazanın işverenin işiyle olan ilgisi tespit edilebiliyorsa işveren yine sorumlututulabilir[59].
d) Uygun nedensellik bağının kesilmesi
İşvereninyürüttüğü iş ile kaza arasında uygun nedensellik bağının kurulabildiği hallerdevarlığından söz edilebilen işverenin sorumluluğu, bu nedensellik bağının kurulamadığı ya da kesildiği hallerde ortadan kalkar[60]. Bu halde kazalanan işçi, bireysel iş hukuku anlamında işkazasının oluşmaması nedeniyle sadece sigorta yardımlarından yararlanmaklayetinir, işveren aleyhine maddi tazminat davası açamaz.
Uygun nedensellikbağını kesen nedenlerden ilki kazalananişçinin kusurunun ağırlığıdır. Buna göre işçi kendi davranışı sonucunda işkazasına uğradıysa ve anılan davranışı kazanın iş ile olan nedensellik bağınıortadan kaldırıyorsa işverenin sorumluluğuna gidilemez[61]. Sözü edilen sonucun doğabilmesi, işçinin eyleminin iş ilekaza arasındaki uygun nedensellik bağını ikinci plana itebilecek yoğunluğaulaşmasına bağlıdır[62]. Örneğin işçinin işyerinde intihar etmesi halinde olayişyerinde gerçekleşmiş olması nedeniyle sosyal güvenlik hukuku anlamında işkazası sayılsa bile, işle olan uygun nedensellik bağı işçinin kastı ilekesilmiş olduğundan bireysel iş hukuku anlamında iş kazası sayılamaz. Nedensellikbağının kesilmesi için kusur derecesinin kasıt düzeyine ulaşması şart değildir.Yüksek mahkeme içtihatlarında da vurgulandığı üzere, mağdurun ağır ihmali de nedenselliğikesebilir[63]. Nitekim böyle bir olayda yapılan değerlendirme de buyöndedir, “…işverenin iş kazası sonucumeydana gelen zararlar nedeniyle hukuki sorumluluğu, yasa ve içtihatlarlabelirlenmiş olan ayrık haller dışında ilke olarak iş akdinden doğan işçiyigözetme ( koruma ) borcuna aykırılıktan kaynaklanan kusura dayalı sorumlulukolup işçinin ya da üçüncü kişinin tam kusurlu olduğu hallerde ise sorumluluğunkoşullarından olan zararlandırıcı eylemle sonuç arasındaki nedensellik bağı (nedensellik bağı ) kesildiğinden işverenin sorumluğu söz konusu olamaz. Somutolayda sigortalının iş kazasında %100 oranında kusurlu olduğu kabul edildiğihalde nedensellik bağının kesildiği giderek işverenin davacıların iş kazasısonucu oluşan manevi zararından sorumlu tutulamayacağı düşünülmeksizin yazılışekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup kabul şekli bakımındanbozma nedenidir.”[64]
Son olarak belirtelim ki, yoğunlukları uygun nedensellikbağını kesebilecek düzeyde bulunmayan kusur dereceleri ise sadece işverenceödenecek maddi ya da destekten yoksun kalma tazminatlarında indirim nedeniolabilir (BK. 44).
Üçüncü kişinin kusurlu davranışı,işverenin iş kazasından doğan sorumluluğunu ortadan kaldıran sebeplerinikincisidir. Üçüncü kişi, işverenin bir başka işçisi ya da işverenle bağlantısıolmayan diğer bir şahıs olabilir[65]. Bu kimselerin davranışlarının uygun nedensellik bağınıkesebilmesi ve işvereni sorumluluktan kurtarabilmesi belirli bir yoğunluğaulaşmalarına bağlıdır. Aksi halde işçi karşısındaki sorumluluk işveren ya daistihdam eden sıfatıyla devam eder[66]. Yargıtaya göre, “...BK’nun55. maddesi uyarınca istihdam edenin sorumluluğu için kendisinin veyaçalıştırdığı kişinin kusuru söz konusu değildir. Buradaki sorumluluk özen vegözetim ödevinin objektif olarak yerine getirilmemesinden kaynaklanan kusuradayanmayan bir sorumluluktur. Ne var ki istihdam edenin sorumluluğu için,istihdam edenle istihdam olunan arasındaki çalışma ve bağımlılık ilişkisininbulunması, zararın hizmetin ifası sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması,eylemin hukuka aykırı olması ve eylem ile zarar arasında uygun nedensellikbağının bulunması gerekir.” [67].
Karardan da anlaşılacağı üzere, istihdam eden sıfatıylasorumlulukta kazanın hizmeti ifa ederken gerçekleşmesi yeterli olmaz. Bununyanında, yürütülen faaliyetle zarar arasında uygun nedensellik bağının varlığıda aranır. Dolayısıyla anılan nedensellik bağının bir başka işçi ya da üçüncükişi tarafından kesilmesi halinde işveren, kazalanan işçiye karşı sorumluluktankurtulur. Nitekim Yüksek mahkemenin önüne gelen bir olayda işverene ait araçtaseyreden işçi, karşı yönden gelen bir başka araçla çarpışma sonucundasakatlanmıştır. Kazanın oluşumunda karşı yönden gelen araç sürücüsünün %100oranında kusurlu bulunması nedeniyle, sakatlanma ile yürütülen iş (eylem)arasındaki nedensellik bağının kesildiğine hükmeden yargıtay, işvereninistihdam eden sıfatıyla dahi sorumlu tutulamayacağına karar vermiştir[68]. Konuya ilişkin bir başka olayda ise iki işçinin kavgasısonucunda birisi hayatını kaybetmiştir. Olayla ilgili değerlendirmelerindeYargıtay şu ifadelere yer vermiştir: “...Ölümhadisesi işin görülmesi sırasında vuku bulmuş değildir. Şahsi sebeplerle birişçi diğer işçiyi öldürmüştür. O halde davalı müessese istihdam eden sıfatıylasorumlu tutulamaz...” [69].
İşçiyezarar veren eylemin, işe ve işverene tamamen yabancı bir kimse tarafındanyapılmış olması da mümkündür. Nitekim yargıya intikal eden böyle bir olaydaişçi, işyerinde bulunduğu sırada üçüncü bir kişi tarafından öç alma kastıylaöldürülmüştür. Yüksek mahkeme olayda üçüncü kişinin eyleminin, kazanın işleolan uygun nedensellik bağını ortadan kaldırdığı gerekçesiyle işverenisorumluluktan kurtarmıştır[70]. Yargıtay bu yaklaşımını, işçinin işyeri dışından atılanbir kurşunla vurulması olayında da sürdürmüştür[71].
Üçüncükişinin kusur durumunun işle kaza arasındaki uygun nedensellik bağınıkesebilmesi için kasıt düzeyine ulaşması gerekmez[72]. Daha alt derecedeki kusurlu hareketlerin de aynı sonucudoğurabilmeleri mümkün olmalıdır. Burada önemli olan üçüncü kişinin kusurununderecesinden çok, fiilinin ortaya çıkardığı zararın büyüklüğüdür. AncakYargıtay, önüne gelen bir iş kazası olayında değişik bir gerekçe ile tam aksiyönde bir sonuca ulaşmıştır. Söz konusu olayda görevli olarak gönderildiği yereuçakla giden işçi, bindiği uçağın düşmesi sonucu yaşamını yitirmiştir. Kazadaişverenin sorumluluğunu kabul eden yüksek mahkeme, kararında şu gerekçelere yervermiştir: ” (İşverenin iş kazasındansorumluluğu akdi sorumluluğa dayansa da tehlike (risk) nazariyesine dayalıkusursuz sorumluluğu da içermektedir). Zira işveren iş akdiyle işçisini iş veişyeri tehlikelerine karşı korumayı taahhüt ettiği gibi, çağın gelişmişteknolojisinin yarattığı, fakat önlenmesi mümkün olmayan tehlikelerden doğacakzararları da taahhüt etmiş sayılır. Üçüncü kişinin davranışı sonucu meydanagelen tehlikeleri de bu tehlike kavramı içinde düşünmek icabeder. Bu hususlarhizmet sözleşmesinde açıkça gösterilmiş olmasa bile, niteliği itibarıyla akdiniçeriğinde var demektir. Hizmet sözleşmesinin bu kapsamı ve niteliği işvereninsorumluluğu açısından uygun sebep-sonuç bağlantısının kabulü için yeterlidir...”[73].
Yargıtayın söz konusu değerlendirmesine katılamıyoruz. Ziraortaya çıkan bir iş kazasından işverenin sorumlu tutulabilmesi için bu kazanınyürütülen iş ile nedensellik bağı içinde bulunması gerekir. Çünkü uygun nedensellikbağı kusursuz sorumluluk hallerinde dahi aranır. Dolayısıyla işverenin kusursuzsorumlu sayılması ve teknolojinin gerektirdiği her türlü önlemi almak zorundabulunması da bu sonucu değiştirmemelidir[74]. Ayrıca yürütülen işin işyerinde görülmesi de zorunludeğildir. İşin uzantısı olarak görülecek faaliyetler sırasında gerçekleşenkazaların da yürütülen iş ile nedensellik bağı içinde bulunduğu kabuledilmelidir. Bu durumda içtihada konu olayda ortaya çıkan kaza ile yürütülen işarasında nedensellik bağı bulunduğu söylenebilir. Ancak yine aynı olayda üçüncükişinin (havayolu şirketinin) uygun nedensellik bağını kesebilecek yoğunluktabir eylemiyle karşılaşılmaktadır. Böyle bir halde uygun nedensellik bağınınkesildiğinden söz edilmelidir. Dolayısıyla kaza, işçinin görevli olarak başkabir yere gönderilmesi sırasında gerçekleşmiş olması nedeniyle 5510 sayılı yasakapsamında iş kazası sayılabilse de, bireysel iş hukuku anlamında iş kazası olaraknitelendirilerek bir yapıda değildir[75].
İşvereninsorumluluğunu kaldıran sebeplerden sonuncusu mücbir sebeptir. Kazalanan işçinin ve üçüncü kişinin kusurunun nedenselliğikestiği hallerde olduğu gibi burada da işverenin sorumlu tutulması adalet vehakkaniyete aykırı görülür[76]. Yasal bir tanımına rastlanmayan bu kavram, kanunlarımızdaçok değişik şekillerde ifade edilir[77]. Fakat anılan kavramın unsurları konusunda, doktrinde veuygulamada bir uzlaşma bulanmaktadır. Genel bir tanımlama yapılacak olursamücbir sebep, dış kuvvetlerin sonucu olan, borçlunun işletmesiyle bağlantısıbulunmayan, önceden görülmeyen, kaçınılmaz ve mutlak surette borcun ifasınıengelleyen, bunun doğal bir sonucu olarak onu sorumluluktan kurtaran olaydır[78]. Örneğin işyerinde çalıştığı sırada gerçekleşen depremsonucunda yaralanan işçinin uğradığı bu kazanın, işle olan uygun nedensellikbağı kesilmiştir. Dolayısıyla, sosyal sigorta yardımları sağlansa bile işverensorumlu tutulamaz.
Depremsebebiyle oluşan bir zarar karşılığı açılan tazminat davasında Yargıtaytarafından yapılan değerlendirme şu şekildedir. “ İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukukisorumluluğunun niteliği sorunu, öğretide ve uygulamada zaman içerisinde farklıgörüş ve uygulamaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yargıtay'ın öncekikararlarında da benimsediği bir görüşe göre, işverenin bu açıdan sorumluluğukusura dayanmaktadır. Çünkü, İsviçre ve Türk Hukuk Sisteminde özel birdüzenleme söz konusu olmadıkça esas olan kusur sorumluluğudur. Sanayiningelişmesi ve yurt düzeyine yayılması sonucunda işyerlerinde kullanılan teknikve motorlu araçların her geçen gün daha fazla artması ve bu nedenle dealınabilecek her türlü önlemlerle dahi önüne geçilmesi olanağı bulunmayantehlikelerin ortaya çıkması, dolayısıyla iş kazaları ve meslek hastalıklarınınbüyük artışlar göstermesi karşısında kusura dayanan sorumluluk ilkesininyetersiz kaldığı modern toplum hayatının ihtiyaçlarına cevap vermediğigörülmüştür. İşte son zamanlarda kendisini yoğun bir biçimde hissettiren teknikve teknolojik alanlardaki bu gelişmeler, kusursuz sorumluluğun bir türü olantehlike sorumluluğu kavramını ortaya çıkarmıştır. Tehlike sorumluluğunu savunanlarişverenin özen borcunu ideal ölçüler içinde yerine getirmesi halinde dahi,meydana gelen zarardan yinede sorumlu tutulması gerektiğini savunmaktadır. Yargıtayuygulamasında, ilk kararlarda işverenin iş kazalarından doğan sorumluluğununhaksız fiile dayandığını kabul etmişken, zamanla işçinin daha yararına olan,akdi sorumluluk esasını benimsemiştir. Sosyal, ekonomik ve kültürel alandameydana gelen gelişmeler nedeniyle akdi sorumluluğunda yetersiz kalması üzerineYargıtay uygulamalarında istikrarlı şekilde tehlike sorumluluğu görüşünü kabuletmektedir. Tehlike sorumluluğu en ağır bir kusursuz sorumluluk halinioluşturmaktadır. Az öncede değinildiği gibi, işveren her türlü özen borcunuyerine getirmiş olsa dahi, meydana gelen kazadan dolayı sorumluluktan kurtulmaolanağı yoktur. Bu anlamda tehlike sorumluluğu mutlak bir sorumluluk olaraknitelendirilebilir. Bununla beraber belirtmek gerekir ki tehlike sorumluluğubir sonuç sorumluluğu da değildir. Gerçekten zarar işletmeye özgü birtehlikeden doğmamış, yani araya giren bir başka nedenden dolayı meydanagelmişse, işverenin bu zarardan sorumlu tutulmaması gerekir. Başka bir değişleişyerinin işletilmesi veya bundan doğan tehlikeler ile zarar arasında uygun birilliyet bağı yoksa, işverenin sorumluluğundan söz edilemez. Öteki sorumlulukhallerinde olduğu gibi, tehlike sorumluluğunda da 3 halde illiyet bağıkesilebilir. Bunlar, mücbir neden, zarar görenin kusuru ve 3. kişinin kusurudur.Öğretide illiyet bağını kesen nedenlerin bütün sorumluluk halleri ve bu aradatehlike sorumluluğu içinde geçerli olduğu vurgulanmaktadır. Yargıtay uygulamasındailliyet bağının sadece kusura bağlı sorumluluktan değil, sebep ve özellikle tehlikesorumluluğunun kurulabilmesi için zorunlu olduğunu kabul edilmektedir. İlliyetbağının kesilmesine neden olan bu çeşitli durumların öncelikle tehlikesorumluluğunda kabul edilmesi gerekir. Çünkü kusurlu olmadığı gibi,kendisinden beklenen özeni gereği şekilde yerine getirmiş olan bir işvereni,işyeri ya da işletmesiyle uzaktan, yakından ilgili bulunmayan mücbir nedendensorumlu tutmak adalet ve hakkaniyet duygularını incitir. Yargıtay Hukuk GenelKurulu'nun 18.3.1987 tarih ve 1986/9 - 722 Esas, 203 karar sayılı kararı daaynı doğrultudadır. Yukarıdaki açıklamalardan sonra, somut olaya gelince;davacılar murisinin, işveren tarafından temin edilen işyeri yatakhanesindeuyurken oluşan Deprem sonrasında binanın yıkılarak enkaz haline gelmesiüzerine enkaz altında kalarak yaşamını yitirdiği, olayın 506 sayılı Yasa'nın11. maddesine göre iş kazası olarak nitelendirilmesinin doğru olduğukuşkusuzdur. Ancak, olayın iş kazası olarak nitelendirilmesi, işverenin bukazadan sorumlu tutulmasını gerektirmez. Başka bir anlatımla, kazanınişyerinde gerçekleşmiş olması, işverenin sorumluluğu için yeterli değildir. Çünküolay; doğal afet niteliğinde zorlayıcı neden olan deprem sonrasındagerçekleştiği için işyerine özgü tehlike ile meydana gelen sonuç arasında uygunilliyet bağının varlığından söz edilemez. Başka bir değişle, olay mücbir nedendendolayı meydana geldiğine göre, illiyet bağı kesilmiştir ve işverenin sorumluluğunagidilemez….”[79]
Yukarıdasıralanan üç halde de işle-kazaarasındaki uygun nedensellik bağının kesilmesi nedeniyle işvereninsorumluluktan kurtulması gerekli olsa da, uygulamada her zaman bu sonuca ulaşılmaz.Zira Yargıtay, kaçınılmaz olay olarak nitelendirdiği çeşitli kazalarda kusurubulunmamasına rağmen bir ölçüde de olsa işvereni sorumlu tutmaktadır. Yüksekmahkemeye göre böyle bir durumda işçinin zararın tümüyle baş başa bırakılmasıinsani ve toplumsal düşünceyi rahatsız eder. O nedenle işçinin emeğindenyararlanan işverenin de hakkaniyet ölçüsünde anılan zarara katılması gerekir.Her ne kadar bu durum tehlikenin işyeri ve işin niteliği ile ilgili olması haliile sınırlanmışsa da, işverenin sorumluluğunda belirgin bir genişlemeye sebepolduğu açıktır. Çünkü işveren, işiyle ilgili olsa bile sorumlu tutulmamasıgereken kazalardan, salt hakkaniyet öyle gerektirdiği için sorumlututulmaktadır[80].
ccc. Alt işverennezdinde gerçekleşen iş kazası
İşvereninbir iş kazasından dolayı maddi sorumluluğu esasen sadece kazalanan işçiye (yada ölümü halinde desteğinden yoksun kalanlara) ve Sosyal Güvenlik Kurumunakarşı ortaya çıkar. Bu sonucun doğabilmesinde ön koşul ise kazalanan işçininişverenin işçisi olmasıdır. O sebeple işyerinde gerçekleşen ve işvereninişçisinin zarar görmediği, 3.kişileri zarara uğratan olaylar, işveren açısındaniş kazası sayılamaz. Bu halde doğabilecek sorumluluk genel hükümleredayandırılmalıdır ki bu nokta iş sağlığı ve güvenliğinin ilgi alanı dışındakalır.
Bunakarşın işverenler, İş Kanununda yer alan düzenlemenin bir sonucu olarak, altişverenlerin işçilerine karşı da sorumlu tutulabilmektedir. Müteselsil niteliktaşıyan bu sorumlulukta zarar gören alt işveren işçisi, zarar sonucu oluşanalacağını doğrudan asıl işverene de gidebilmektedir. Anılan hükme göre, “ asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşıo işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenintaraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ilebirlikte sorumludur.” (İK.2/VI).
Söz konususorumluluğun bir iş kazası ya da meslek hastalığı olabilmesi de mümkündür.Böyle bir halde kazalanan ya da meslek hastalığına yakalan alt işveren işçisi,SGK tarafından karşılanmayan zararı için doğrudan asıl işveren aleyhinetazminat davası açabilmektedir. Bu tür bir davanın açılabilmesi için, oluşan işkazası ya da meslek hastalığında asıl işverenin bir kusuru olması gereklideğildir.
Nitekim Yargıtayın önüne gelen ve çimento sektörünüilgilendiren bu tür bir olayda yapılan değerlendirme de bu yönde olmuştur; “ Zararlandırıcı olaya maruz kalan işçinin,davalı …(A) Çimento Sanayi AŞ'nin Ankara… 'daki hazır beton santralindeüretilen hazır betonun …(A) Çimento Sanayi A.Ş'ne ait araçlarla müşteriinşaatlarına taşınarak pompalı ya da pompasız dökümünü üstlenen diğer davalı…(B) Hazır Beton İnş. Nak. San. Tic. A.Ş’de hazır beton operatör yardımcısıolarak çalıştığı, olay günü Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından…(K) Ortak Girişimine anahtar teslimi ihale edilen köprülü kavşak inşaatıişyerine, her türlü betonarme betonu grabe betonun temini trans mikserletaşınması, beton pompası ile basılması işini…(A) Çimento San. A.Ş'nin deimzaladığı… tarihli sözleşme ile üstlenen… (C) inşaat AŞ'nin… (A) ÇimentoSanayi A.Ş'den hazır beton talebi üzerine, davalı… (B) Hazır Beton İnş. Nak.San. Tic. AŞ tarafından getirilen hazır betonun dökülmesi sırasında, pompaoperatörünün talimatı iIe yeni aracın pompaya yanaşmasını sağlamak içinbulunduğu üst geçitten zemine inerken kanalın iki yanına çakılan kalıpla kazıarasındaki üstü açık boşluğa düşmesi iş kazası sonucu %12,30 oranında meslektekazanma gücünü yitirmiştir. İnsan yaşamının kutsallığı çevresinde işveren, işyerindeişçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve buhusustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğuİş Kanununun 77. Maddesinin açık buyruğudur… bilirkişi raporunda; olayda… (K)Ortak Girişiminin %70,… (B) Hazır Beton İnş. Nak. San. Tic. AŞ'nin %30 veişçinin ise %10 oranında kusurlu olduğu, işi ihale ile veren… BüyükşehirBelediye Başkanlığı ile …(A) Çimento Sanayi AŞ'nin kusursuz olduklarıbelirtilmiştir. Oysa hükme dayanak alınan bilirkişi raporunda; bilirkişiler, İşKanununun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak işyerininniteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliğitüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde almasıgerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemlerialmadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı birbiçimde incelemek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiçbir kuşku veduraksamaya yer vermeyecek biçimde, saptamadıkları ve özellikle davalı… (A)Çimento Sanayi AŞ'nin kusursuz bulunmasının dayanaklarının açıklanmadığıanlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, kusur raporunun, İş Kanununun 77. maddesininöngördüğü koşulları içerdiği giderek hükme dayanak alınacak nitelikte olduğusöylenemez. Kaldı ki davalı… (A) Çimento Sanayi A.Ş'nin diğer davalı… (B) HazırBeton İnş. Nak. San. Tic. A.Ş'nin üst işvereni olduğunun dosya içerisindekibilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmasına göre, kusuru bulunmasa bile kanundandoğan sorumluluğunun bulunduğu ortadadır. Mahkemece yapılacak iş; işçi sağlığıve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yeniden yukarıdaaçıklandığı biçimde inceletmek, verilen rapor dosyadaki, bilgi ve belgelerlebirlikte değerlendirilerek ve sonuca göre karar vermekten ibarettir. Mahkemecebu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın ve özellikle, inandırıcıgüç ve nitelikte olmayan 77. maddenin öngördüğü koşulları içermeyen kusurraporunu hükme dayanak almak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul veyasaya aykırı olup bozma nedenidir…”[81]
Çimento sektörünü ilgilendiren bir diğer örnekte ise yüksekmahkemenin değerlendirmeleri şunlardır; “Kuralolarak iş kazası sonucu zarara uğrayan işçinin tazminat davasının işveren veyakusurlu üçüncü kişilere yöneltilmesi gerekir. Bundan başka, aracı olaraknitelendirilen kişilerce işe alınan işçiler uğradıkları zarardan dolayı asılişverene davalarını yöneltmeleri mümkün olup, bu sorumluluk yasadankaynaklanır. 1475 sayılı Yasa'nın 1/son (4857 sayılı Yasa'da 2/6) ile 506sayılı Yasa'nın 87/2. maddeleri gereğince aracıdan söz edebilmek için öncelikleüst işveren ve bunun tarafından ortaya konan bir iş olması ve görülmekte olanbu işin bölüm ve eklentilerini oluşturan bir işin, alt işverene devredilmesigerekir. Somut olayda, davalı… (A) Çimento A.Ş.'ne ait tesislerde bakım veonarım işi davalılar arasında yapılan sözleşme ile davalı… (B) Makine San.AŞ.'ne verilmiştir. Nitekim olay tarihinde, asıl işveren olan… (A) Çimento AŞ.'ne ait 8 nolu çimento silosuüzerinde taşeron… (B) Makine San. AŞ. adına çalışan davacının 5 nolu çimentosilosunun kapağının silo içindeki iç basınca dayanamayarak fırlaması sonucuçimento tozunun ortalığa yayılması nedeniyle kaçarken düşerek yaralandığı dosyaiçerisindeki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Dava konusu olayailişkin olarak düzenlenen… kusur bilirkişi raporlarında; olayda asıl işveren…(A) Çimento A.Ş.'nin % 70, alt işveren… (B) Mak. San. A.Ş.'nin %20 ve davacıişçinin ise % 10 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş, buna karşılık; olaydaasıl işveren… (A) Çimento A.Ş.'nin % 100 kusurlu olduğu açıklanan…. kusurbilirkişi raporları mahkemece hükme dayanak alınmıştır. Hükme dayanak alınanbilirkişi raporlarında; bilirkişilerin, İş Kanununun 77. maddesinin öngördüğükoşulları göz önünde tutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerindeuygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği tüzüğünün ilgili maddeleriniincelemek suretiyle, işverenin, işyerinde alması gerekli önlemlerin nelerolduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlereişçinin uymadığı gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelemek suretiylekusurun aidiyeti ve oranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimdesaptamadıkları anlaşılmaktadır…. hükme dayanak alınan bilirkişi raporlarının,İş Kanununun 77.maddesinin öngördüğü koşulları içerdiği giderek hükme dayanakalınacak nitelikte olduğu söylenemez… inandırıcı güç ve nitelikte olmayan veolaya da uygun düşmediği gibi, 77. maddenin öngördüğü koşulları da içermeyenkusur raporlarının hükme dayanak alınması hatalıdır.”[82]
Sözkonusu örneklerden de anlaşıldığı üzere asıl işverenlerin alt işverenin sebepolduğu zararlardan sorumluluğuna ilişkin olaylarda asıl işverenin sorumlututulabilmesi için kusurlu olması aranmaz. Sorumluluk yasadan kaynaklanır.
Ancakalt işveren işçilerinin zarar gördüğü bu tür kazalarda, asıl işverenin kusurluolabilmesine bir engel yoktur. Gerçekten de yaptıkları iş farklı olsa da,özellikle aynı ortamda işçi çalıştıran asıl ve alt işverenler, işçilerininsağlık ve güvenlik koşullarının düzenlenmesinde ortak hareket etmek zorundakalabilirler ve birinin kusuru diğerinin işçilerine de zarar verebilir. Bu gibihallerde asıl işverenin müteselsil sorumluluğu İş Kanunundan doğduğu içinkusurdan bağımsız gerçekleşse de, olayda kusurlu bulunması halinde alt işvereneyönelik rücu imkânı sınırlanacak ve aksi işverenler arasındakararlaştırılmadıkça ödemek zorunda kaldığı tazminata kusuru oranında asılişveren kendisi katlanacaktır[83].
cc. Tazminat türleri
aaa. Maddi Tazminat
İşkazası veya meslek hastalığından zarar gören işçi ya da ölümleri halindedesteğinden yoksun kalanlar, işçiyi gözetme borcuna aykırı davranışlarınedeniyle buna sebep olan işverenlerden tazminat talep edebilirler. Ancak butazminatı talep edilebilmenin ön şartı, yukarıda açıklanan bireysel iş hukukuanlamında bir iş kazasının varlığıdır.
Hakkındaözel bir düzenleme bulunmaması sebebiyle genel hüküm niteliğindeki BorçlarKanununun 46.maddesine dayandırılan iş kazasından doğan maddi tazminat, işçinintüm masraflar ile meslekte kazanma gücünün azalması veya tümüyle ortadankalkmasından ve ekonomik geleceğinin sarsılmasından doğan maddi zararlarınınkarşılanmasına yöneliktir.
Her nekadar bu sorumluluk esas itibarıyla işverenin kusuruna dayalı bir sorumlulukolsa da, Yargıtay işverenin kusurlu olmadığı ya da zararın kaçınılmazlıktankaynaklandığı hallerde de maddi tazminata hükmedebilmektedir. Yüksek mahkemeyegöre, “...Bu tür sorumlulukta neişverenin ne de çalıştırdığı diğer bir kimsenin kusuru aranmaz. Zira işveren,işyerinde kendisinden beklenen bütün önlemleri almış ve özen göstermişbulunmasına rağmen, işçinin vücut veya ruh sağlığına yönelik zararlandırıcıolay kaçınılmaz etkenler sonucu meydana gelmiştir. Böyle bir halde, kötüsonuçla işçinin tek başına bırakılması, insani ve toplumsal düşünceyi rahatsızedeceğinden, işçinin işinden yararlanan işverenin de hakkaniyet ölçüsünde buzarara iştiraki sağlanmış olmaktadır. Ancak bu sorumluluk da, tehlikenin işyerive işin niteliği ile ilgili olmasıyla sınırlıdır...” [84]. Yargıtayın bu yaklaşımı, her ne kadar tehlikenin işyerive işin niteliği ile ilgili olması hali ile sınırlanmışsa da, işverenin kusuradayalı sorumluluğunda belirgin bir genişlemeye sebep olduğu açıktır. Çünküişveren, işiyle ilgili olsa bile sorumlu tutulmaması gereken kazalardan, salt hakkaniyet öyle gerektirdiği içinsorumlu tutulmaktadır[85].
İşkazası ve meslek hastalığı sebebiyle oluşan maddi zararın hangi kalemlerdenoluştuğu, Borçlar Kanunun konuya ilişkin 46. maddesinde düzenlenmiştir. Buzarar kalemlerinden ilki, kazalanan ya da hastalığa yakalanan işçiye ilişkin masraflar’dan oluşur. Anılan 46. maddeyegöre cismani zarara uğrayan kimse, zarar failinden bütün masraflarını talepedebilir[86].
Maddizarar bağlamında Yargıtay, işçiye yönelik olarak ilerde yapılacak masraflarındahi istenebileceği görüşündedir. Yüksek mahkemenin konuya ilişkin birkararındaki değerlendirme şudur: “…dosyaiçerisinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi AnabilimDalı'ndan alınan… tarihli yazıda estetik ameliyat uygulanabileceği belirtilmişve bunun için gerekli masraf açıklanmıştır. Kural, önceden tedavi giderlerininistenmemesi ise de, bazı hallerde, ileride yapılması zorunlu tedavigiderlerinin önceden istenmesi mümkündür. Ne uygulamada ve ne de öğretideaksine bir görüş mevcut değildir. Yeter ki, tedavi zorunlu olsun. Bu gibidurumlarda asıl olan beden bütünlüğünde bir zararın gerçekleşmiş olmasıdır.Somut olayda, davacının el ve ayaklarında yanık izlerinin mevcut olduğu,dolayısıyla bir zararın oluştuğu açıktır. Kişiyi sağlık açısından eski durumagetirecek giderlerin istenmesi için bu yolda giderlere katlanılması gerekmez,meydana gelen eksiklik veya bozukluk zarar kavramı için yeterlidir. Kaldı ki,davacının eylemiyle beden bütünlüğünde meydana gelen kalıcı nitelikteki bubozukluğu gidermesi girişimi davalı yararınadır. Çünkü davacı bu yoldayapılacak tedavilere katlanmayı arzu etmekle davalının sorumluluğunuazaltabilecektir. Davalı, davacının bu haliyle çalışma gücünde meydanagelebilecek zarardan da sorumludur. Bu nedenlerle, mahkemece davacının… YTLolarak belirlenen ameliyat giderinin tahsiline karar verilmesi gerekirken,yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayıgerektirir.”[87]
Masraflarıntalep edilebilmesi için işçinin sağlığına etki etmesi gerekli değildir.İyileşme imkânı sağlayamamış olan giderler de istenebilir. Fakat iyiniyetkurallarına aykırı şekilde sorumlu işvereni zarara uğratma amacıyla yapılanakla uygun gelmeyen harcamalar tazmin edilmez. İşçinin zararı ortadan kaldırmakveya azaltmak için alacağı makul tedbirlere ilişkin masraflar da etkisiz kalsaya da zararı artırıcı sonuçlar doğursa bile iyiniyetli yapılmış olmalarışartıyla işverenden istenebilmelidir[88].
Zarargören işçinin sözü edilen masraflarının karşılanabilmesi için sürekli işgöremezliğe düşmüş olması gerekmez. Yüksek mahkeme de, geçirdiği kaza bir işgöremezlik yaratmasa da işçinin masraflarını isteyebileceğinikararlaştırmıştır. Karardaki değerlendirme şöyledir, “…iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu iş göremez duruma düşensigortalıya sağlık yardımları dışında iş kazasının olduğu ya da meslekhastalığı nedeniyle tedavisinin başladığı tarihten, tedavisinin bitiminekadar, geçici iş göremez duruma düştüğü her gün için… yatarak ya da ayaktatedavi görmesine göre bir ödenek verilir. Sigortalının iş göremezlik durumununödeneğin belirlenmesinde etkisi yoktur. Ancak kusur durumu ve zararınoluşumuna veya artmasına sigortalının katkısına göre %50 ye kadar geçici işgöremezlik ödeneği azaltılabilir. Geçici iş göremezlik devresinde sigortalınınçalışamadığı dönemde yoksun kaldığı gelirin karşılanması söz konusudur. Somutolayda davalı şirkete ait inşaatta kalıp ustası olarak çalışan davacının… tarihindeinşaatta beton döküldüğü sırada, kalıbın çökmesi sonucu 25 gün iş ve gücündenkalacak şekilde yaralandığı anlaşılmıştır... yapılan inceleme sonucu olayın işkazası olduğu ve davacının sürekli iş göremezlik oranının %0 olarakbelirlendiği, ayrıca davacıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenmediğianlaşılmaktadır. Davacının zararlandırıcı olay nedeni ile tedavisinin devamettiği ve çalışmadığı sürelerde % 100 iş gücü kaybına uğradığı kabul edilerekbilirkişi aracılığı ile maddi zararı tesbit edilip SSK.'ca ödenmesi gerekengeçici işgöremezlik ödeneği düşüldükten sonra elde edilecek sonuca göre kararverilmesi gerekir…”[89]
Madditazminat davalarında, masraflarla ilgili genel yaklaşım bu olsa da Yargıtay sonyıllarda sağlık masraflarınınişverenden talep edilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. İşçinin tüm sağlıkyardımlarını sosyal güvenlik kurumundan alabileceğini kabul eden bu anlayış,sağlık yardımları için işverene müracaat edilemeyeceği belirtilmektedir. Konuyailişkin bir içtihatta yer verilen görüşler şunlardır; “…Taraflar arasındaki uyuşmazlık; iş kazası nedeniyle yapılacak sağlıkharcamalarının, maddi tazminat olarak davalı işverenden tahsiline ilişkindir.Mahkeme; işverenin bu yönde sorumluluğunu kabul etmişse de bu sonuç usul veyasaya uygun bulunmamaktadır. Gerçekten, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası;iş kazası nedeniyle işverenin sigortalısına karşı, işe Kurumca el koyuncayakadar sağlık yardımlarını yapma ve vizite kağıdı düzenleme dışında biryükümlülüğünü hükme bağlamamıştır. Aksine; sözü edilen Yasanın, 14/3 maddesi;iş kazasının oluşumundan itibaren her türlü sağlık yardımları ile Kurumunsorumlu olduğunu kabul etmiştir. Sözü edilen Yasanın iş kazası ve meslekhastalığı sigorta kolunun getiriliş amaç ve nedeni; sigortalıların belirtilen türdebir zararla karşılaşmaları halinde onları doğrudan koruma altına alma vekendilerine yardım yapacak Kuruluşu belirlemektir. Şu duruma göre, bir işkazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı mercii kendisini bu yönden güvenceyealan, Kurum ve onların sağlık kuruluşlarıdır. İşveren, bu tür zararlandırıcıolayların meydana gelmesi durumlarında; artık sigortalısına karşı muhatapolmaktan çıkar, kurum doğrudan devreye girer. Esasen işveren de belirtilensigorta kolu nedeniyle Yasanın belirlediği orandan prim ödemek ve ayrıcakoşulları varsa, Kurumun yaptığı harcamaları kuruma geri vermekle sorumlututulmuştur. Bu nedenle, gerek sigortalı gerekse işveren, iş kazası ve meslekhastalığı sigorta kolundan birbirlerine karşı değil, doğrudan Kuruma karşısorumludurlar. Belirtilen nedenlerle, davalı işverenin sağlık yardımlarındansorumlu tutulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”[90].
Aynıyönde verilen bir diğer karardaki değerlendirme ise şu şekildedir, “Gerçekten, 506 sayılı Sosyal SigortalarYasası; iş kazası nedeniyle işverenin sigortalısına karşı, işe Kurumca elkoyuncaya kadar sağlık yardımlarını yapma ve vizite kağıdı düzenleme dışındabir yükümlülüğünü hükme bağlamamıştır. Aksine; sözü edilen Yasanın 14/3maddesi; iş kazasının oluşumundan itibaren her türlü sağlık yardımları ileKurumun sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Sözü edilen Yasanın iş kazası vemeslek hastalığı sigorta kolunun getiriliş amaç ve nedeni; sigortalılarınbelirtilen türde bir zararla karşılaşmaları halinde onları doğrudan korumaaltına alma ve kendilerine yardım yapacak Kuruluşu belirlemektir. Şu durumagöre, bir iş kazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı mercii kendisini buyönden güvenceye alan, Kurum ve onların sağlık kuruluşlarıdır. İşveren, bu türzararlandırıcı olayların meydana gelmesi durumlarında; artık sigortalısınakarşı muhatap olmaktan çıkar, kurum doğrudan devreye girer. Esasen işveren debelirtilen sigorta kolu nedeniyle Yasanın belirlediği orandan prim ödemek veayrıca koşulları varsa, Kurumun yaptığı harcamaları kuruma geri vermeklesorumlu tutulmuştur. Bu nedenle, gerek sigortalı gerekse işveren, iş kazası vemeslek hastalığı sigorta kolundan birbirlerine karşı değil, doğrudan Kurumakarşı sorumludurlar.”[91]
İşkazasına uğrayan ya da meslek hastalığına tutulan işçinin uğradığı zararkalemlerinden bir diğeri, çalışma gücününtamamen ya da kısmen kaybından doğan zararlardır (BK.46). Her ne kadar 46. maddedeyer alan ifade, çalışma gücü kaybından doğan zararlar şeklinde olsa da, işkazası tazminatı bağlamında bundan anlaşılması gerekenin meslekte kazanma gücükaybından doğan zararlar olduğu söylenebilir. Çünkü iş kazasından doğan maddizararları, kazalanan işçinin herhangi bir işte kısmen ya da tamamençalışamaması nedeniyle uğrayacağı zararlarla sınırlı tutmak, iş kazasıtazminatının kapsamını daraltır. Borçlar Kanununun 46.maddesinde düzenlenen vekonumuzu ilgilendiren son zarar kalemini, ekonomikgeleceğinin sarsılmasından doğan zararlardır (BK. 46)[92]. Buna göre iş kazası işçinin çalışma gücünde bir azalmayayol açtığında bu durum onun eski işini sürdürmesine tümüyle ya da kısmen engelolabilir. İşçinin bu konumu onu yalnız hüküm anı ve öncesinde değil hükümsonrasında da zarara uğratabilir. Sözü edilen zararlar kazalanan işçininyaptığı masraflar ve mahrum kaldığı gelirlerle sınırlı değildir. İş kazasınınişçinin bedensel bütünlüğünde yarattığı hasar, anılan zararlar dışında işçininekonomik geleceğinde de sarsıntıya neden olabilir. Örneğin kaza tarihindekiişini kaza sonrasında gerektiği gibi yürütememesi işçinin meslektekiilerleyişini yavaşlatabilir ya da durdurabilir. Mesleğindeki liyakatine engelolan söz konusu durum, onun yeni ve daha iyi işlere geçmesine de engeloluşturabilir. Ayrıca kaza sonucu oluşan sakatlık sonrasında işini yürütebilsebile daha fazla efor sarf etmesi sebebiyle çalışma ömrü kısalabilir.Dolayısıyla bir iş kazası, çalışma gücü azalan işçiyi, mahrum kaldığı vekalacağı ücretleri dışında onlar kadar büyük başka zararlarla da karşı karşıyabırakabilir[93].
İşkazası sonucu ortaya çıkan maddi zarar, uygulamada bu ilişkinin özelliklerinegöre belirlenmiş bir takım esaslara göre tespit edilir. İş kazası sonucundameslekte kazanma gücü kayba uğrayan işçinin karşılaştığı maddi zarar kuralolarak bütünüyle kaza anında ortaya çıkmayıp iki ayrı dönemde oluşur. Zararınbir kısmı kazayla birlikte doğmuş bulunsa da, büyük bölümü kaza sonrasındameydana gelir. İşçinin içinde bulunduğu bu durum iş kazasından doğan maddizararın belirlenmesinde bir takım özgün unsurlardan yararlanılmasınıgerektirmektedir. Bu unsurların başlıcaları işçinin meslekte kazanma gücündekikayıp oranı, iş görebilme çağının uzunluğu, yaşam süresinin sonu, kaza anındakiücreti ve müterafık kusur oranıdır. Anılan unsurlar, teknik bilirkişilertarafından ayrıntılı olarak ele alınarak maddi zarar hesaplamaları yapılmaktave mahkemenin takdirine sunulmaktadır.
Tazminathesaplamalarında nihai rakama ulaşılması için sözü edilen unsurlarınbelirlenmesi de yeterli değildir. Zira işçinin maddi zararlarının oluşacağızaman süreci çok sayıda bilinmeyeni içerir. Bu anlamda işçinin aynı işte miçalışacağı, yoksa daha yüksek ücretli başka bir işe mi geçeceği, liyakatinebağlı olarak işinde yükselip yükselemeyeceği, enflasyon oranının nasılseyredeceği, kaç yaşında emekli olmak isteyeceği, hangi yılda öleceği, işgöremezliğinin ekonomik geleceğini ne kadar sarsacağı, hesaplamalar sırasındabilinmesi mümkün olmayan etkenlerden sadece bir kaçıdır.
Buncabilinmeyeni ve değişkeni barındıran söz konusu durum karşısında tazminathesaplamalarının yapılabilmesi, bir takım yöntemlerin geliştirilmesini zorunlukılmıştır. Bazı bilinmeyenler konusunda varsayımlara gidilmiş, bazı değişkenlerise sabit kabul edilerek, iş kazaları sonrasında karşılaşılabilecek ihtimallerazaltılmaya çalışılmıştır. Böylece her kazalanan işçinin içinde bulunduğudurumun yaratacağı sonsuz çeşitlilikten kaynaklanan hesaplama güçlüklerinin birölçüde önüne geçilmiştir[94].
Bunoktada bir hususa daha işaret edilmesi yararlı olacaktır. O da işverenin zarargören işçiye yapmış olduğu yardımların, maddi zarar miktarından mahsup edilipedilmeyeceğidir. İş kazası geçiren ya da meslek hastalığına uğrayan işçiye,karşılık beklemeden yapılan yardımlar, mahkemelerce maddi zarardan mahsupedilmektedir. Yargıtay, atıfet nitelikliyardımlar olarak adlandırdığı bu tür yardımlarla ilgili bir içtihadında şugörüşlere yer vermiştir: “ …dosyaiçerisindeki bilgi ve belgelerden açıkça görüleceği üzere davacıya ödenen2.800.000.000 TL’nin davacının sürekli iş göremezlik kaybı nedeniyle uğradığıve uğrayacağı maddi zarara karşı olmayıp tamamen atifet niteliğinde ve sağlıkharcamaları nedeniyle yapıldığı ve bu ödemenin maddi zarardan düşürülmesininmümkün bulunmadığı, …”[95]. Kararda, söz konusu yardımın işveren tarafından mı yoksaüçüncü kişilerce mi yapıldığı anlaşılmamaktadır. Zira kazalanan ya dahastalanan işçiye hem işverence hem de üçüncü kişilerce yardım yapılabilir.Fakat bu iki yardım bir birinden farklı sonuçlar doğurur.
Uygulamadaseyrek de olsa işverenlerin, kazalanan ve bir süre ya da hiç çalışamayacak olanişçilerinin ücretlerini ödemeyi sürdürdükleri, toplu para veya ayni yardımyaptıkları görülür. Kanımızca burada işverenin yaptığı yardımlar, doğrudandoğruya kazalanan işçinin uğradığı ya da uğrayacağı zararların bir kısmınıgidermek veya önlemeye yöneliktir. Dolayısıyla bunları hiç dikkate almayıp,daha sonra bu yardımlarla giderilen zararlar için yeniden işverene başvurmak, tazminatla zenginleşilemeyeceği kuralınaaykırılık oluşturur. O nedenle işverence yapılan yardımların toplam brützarardan indirilmesi gerekir. Kaldı ki böyle bir uygulama, işverenin son dereceuygar ve iyiniyetli davranışını ödüllendireceği gibi benzerlerini teşvik ederekçalışma barışına katkı sağlar.[96]
İşvereninyaptığı maddi yardımların aksine, üçüncü kişilerin kazalanan işçiye yaptıklarımaddi yardımlar kaza sonucunda oluşmuş yarar olarak değerlendirilemez. Bu gibidurumlarda işçiye yardım etmek isteyen üçüncü kişilerin (akrabalar,dostlar,...) amacı, işverenin sorumluluğunu azaltmak değil işçinin durumunudaha da iyileştirmektir. O sebeple anılan türden yardımlar işçinin toplam brützararından mahsup edilemez. Ancak aynı tür yardımların işverenin sorumlulukyükünü hafifletmek amacıyla işverenin yakınları, dostları tarafından yapılmasıhalinde bunların toplam değerinin işçinin brüt maddi zararından düşülmesi gerekir[97].
Üçüncükişilerce yapılan yardımların tazminata etkisi konusunda Yargıtaya intikal edenolayların bir grubu yurt dışında gerçekleşmiş olan iş kazalarına ilişkindir.Söz konusu olaylarda işçiler, Suudi Arabistan’da bir Türk işveren yanındaçalıştıkları sırada kazalanmışlar ve bu nedenle kendilerine Suudi ArabistanDevleti tarafından yardım yapılmıştır. Söz konusu yardımların işvereninsorumluluğunu azaltıp azaltmayacağı konusunda yüksek mahkeme isabetlideğerlendirmelerde bulunduğu içtihadında taraflar arasındaki uyuşmazlık, SuudiArabistan’da bir Türk işverene ait işyerinde uğradığı iş kazası sonucu sürekliiş göremezlik durumuna düşen davacının maddi zararının hesabında, SuudiArabistan Devleti tarafından davacı ve yakınlarına bağlanan gelirin zarardanindirilip indirilmeyeceğine ilişkindir. “…Mahkeme,tüm gelirlerin zarardan indirimine karar vermişse de bu sonuç usul ve yasayauygun bulunmamaktadır. Gerçekten, davanın yasal dayanağını oluşturan BK’nuhükümlerine göre, bir kimseye cismani zarar veren kişi bu zararı,zararlandırıcı olaydaki kusur ve sorumluluk durumuna göre doğrudan karşılamaklayükümlüdür. 3. kişinin zarar görene kimi nedenlerle yaptığı ödemelere dayanaraksorumluluktan kurtulması mümkün değildir. Ancak, zarar görenin sigortalı olmasıve zararlandırıcı olayın bir iş kazasından kaynaklanması durumunda 506 sayılıSosyal Sigortalar Kanunu uyarınca, zararın yaklaşık %70 oranı Sosyal SigortalarKurumunca karşılanır. Bu durumda, zarara uğrayanın zarar hesabı yapılırken,kurumun bağladığı gelirin peşin değeri zarardan indirilir ve bu miktar oranındaişveren sorumluluktan kurtulur. Ne var ki, kurumun bağladığı gelir peşin değeriişverenden geri alınacağından sonuçta, işverenin sorumluluğu yönünden birkurtuluş söz konusu bulunmamaktadır. Bu tür bir yöntemle, bir yandansigortalının mükerrer tazminat alması engellenmiş, diğer yanda zarara sebebiyetveren işverenin 3.kişinin ödemesi nedeniyle sorumluluktan kurtulması önlenmişolmaktadır. Dava konusu olaya gelince, zararlandırıcı olay Suudi Arabistan’dafaaliyet gösteren bir Türk işverenin işyerinde meydana gelmiş ve TC vatandaşıolan davacı sürekli iş göremezlik durumuna girmiştir. Davacı 506 sayılı yasakapsamında bulunmadığı gibi Suudi Arabistan Devleti ile T.C. arasında birsosyal güvenlik sözleşmesi de mevcut değildir. Bu durumda yukarıda sözü edilentemel ilke göz önünde tutularak sonuca gidilmelidir. Suudi Arabistan Devletinindavacıya yapmış olduğu yardımların, tamamen insani düşüncelerden kaynaklanan veatıfet niteliğinde olduğu saptanırsa, işverenin bu yardımlardan söz ederekzarardan kurtulması veya bu oranda sorumluluğunun azaltılması düşünülemez.Ancak bu yardımların yerel sosyal güvenlik yasaları gereği yapıldığı vebunların Türkiye’deki benzer sistemle rücu yoluyla işverenden geri alınması sözkonusu ise bu kere, işverenin mükerrer biçimde zarardan sorumlu tutulmamasıiçin indirim yapılması gerekir.”[98]
bbb. Manevi Tazminat
İş kazasıve meslek hastalığı sonucu oluşan zararlar yalnızca maddi zararlar değildir.Gerek kazalanan işçi gerekse ölümü halinde desteğinden yoksun kalanlar manevizarara da uğrayabilirler. Dolayısıyla iş güvenliği önlemlerinin gerektiği gibialınmaması halinde uygulanabilecek hukuksal yaptırımlardan birinin de manevitazminat olduğunu söyleyebiliriz.
Hukuksistemimizde manevi tazminatı düzenleyen iki temel madde bulunmaktadır (BK.47,49). Ancak iş sağlığı ve güvenliği bağlamında dikkate alınması gereken hüküm, kişilikhaklarına saldırı sebebiyle oluşan manevi tazminatı düzenleyen 49.madde değil, 47.maddesinde düzenlenen manevi tazminattır.Bu hükme göre, “Hakim, hususi hallerinazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirdeölünün ailesine manevi zarar namıyla adalete muvafık tazminat verilmesine kararverebilir.” Söz konusu düzenleme hem bedensel bütünlüğü ihlal edilene hemde belirli şartlarla onun yakınlarına manevi tazminat imkânı sağlamıştır
Manevi tazminat, iş kazasına ya da meslek hastalığına maruz kalan işçinin uğradığı bedensel kaybın sebep olduğu acı ve ıstırabı hafifletmeyi amaçlar. Aynı durum işçinin ölümü halinde geride kalan yakınları için de geçerlidir. Duyulan acı ve ıstırabın niteliği aynıdır fakat ilkinde bu acının kaynağı bedensel bütünlüğün ihlali iken ikincisinde işçinin ölümüdür[99].
BorçlarKanunun 47. maddesindeki ifade dikkate alındığında, manevi tazminatınistenebilmesinin özel hallerinvarlığına bağlandığı söylenebilir. Bu özel hali, işverenin kusuru olarak anlamakgerekmez. Aksi halde manevi tazminat yalnızca işverenin kusurlu olduğu hallerdeistenebilir gibi bir sonuca ulaşılacaktır ki yargısal uygulama bu yöndegelişmemiştir. Hukukumuzdaki sorumluluğun kural olarak kusurlu sorumlulukolduğundan hareket edildiğinde, işverenin manevi tazminattan doğansorumluluğunun da doğal olarak kusura dayalı olduğu düşünülebilir. Dolayısıyla,iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini gerektiği gibi almayan işveren, kusurluolduğundan oluşan manevi zararı karşılamak zorunda kalır. Ancak burada üzerindedurulması gereken nokta, BK.47’deki sorumluluğun kusurlu sorumluluk olarakdüzenlenmemiş olmasıdır. Zira anılan hükme göre manevi tazminata kararverilirken özel hallerin varlığı aranır. Dikkat edilirse özel haller, tazminatmiktarını belirlerken değil, çok daha önce, tazminata hükmedilip edilmeyeceğinoktasında dikkate alınmaktadır. Dolayısıyla işverenin kusuru manevi tazminatınkoşullarından biri değildir. O halde özel hallerden ne anlaşılması gerektiğiniyargıç belirleyecektir[100].
İşverenin kusuru da özel hallerden sadece birini oluşturur.İşyerinde gereken önlemleri almayarak zarara sebep olan işveren bu kusurukarşısında manevi tazminat ödemek zorunda kalır. Ancak yüksek mahkeme bazı özelhallerde 47. maddenin yargıca tanıdığı yetkiden hareketle, kusuru olmayanişvereni de manevi tazminat ödemek zorunda bırakmaktadır. Bu tür olaylarda,işveren kusurlu bulunmadığı halde, tarafların ekonomik ve sosyal durumları, işkazası ya da meslek hastalığının ortaya çıkış şekli, trajik sonuçları, duyulanacı ve ıstırabın büyüklüğü, tedavilerin uzun sürmesi gibi (özel) haller dikkatealınarak manevi tazminat kararı verilebilmektedir[101]. Fakat bu durumda işverenin ödeyeceği tazminattanhakkaniyete uygun bir indirim yapılmaktadır.
BorçlarKanununun 47. maddesinde düzenlenen manevi tazminat hakkını kullanabilecekolanlar, kazalanan işçi ve yakınlarıdır. Ancak bu kimselerin manevi tazminattalebinde bulunabilmeleri, kazalanan işçinin hayatta olup olmamasına göredeğişir. İş kazası sonucu yalnızca bedensel bütünlüğün ihlali söz konusuolduğunda, yani kaza ölümlesonuçlanmadıysa manevi tazminat talebi esas olarak kazalanan işçiye aittir.Bu anlayışın temelinde manevi tazminatın kişiye bağlı haklardan sayılması yatar[102].
Bununla beraber gerek öğretide kimi yazarlarca gerekseYargıtay kararlarında, kazalanan işçinin hayatını kaybetmediği hallerdeailesinin de manevi tazminat talebinde bulunabileceği kabul edilmektedir.Öğretide bizim de katıldığımız bu görüşe göre, ölümle sonuçlanmayan olaylardakazalanan işçinin yakınlarının manevi tazminat talep hakları, hukuka aykırılıkve normun koruma amacı teorisine dayanır. Bu teoride ihlal edilen davranışnormunun amacına bakılmakta ve fail bu amacı ihlal ettiğinde, o amaçla korunanmenfaatin ihlalinden doğan zararları karşılamak durumunda kalmaktadır[103]. O nedenle, ortaya çıkan bir iş kazasından etkilenenişçinin yakınları, bu olay nedeni ile bir bunalım ya da şok yaşarlarsa yaniruhsal bütünlükleri bozulursa, söz konusu olaydan yansıma suretiyle değildoğrudan etkilenirler. Zarar kendi üzerlerinde doğrudan oluşur. Dolayısıyla 47.maddeden yararlanabilirler. Nitekim öğretide bu durum, işçinin yakınlarının 47.maddedeki normun koruma amacı içindeyer alması şeklinde ifade edilmektedir[104].
Bu anlayışı yüksek mahkeme kararlarında da görebilmekmümkündür[105]. Ancak son yıllara kadar bu içtihatlarda, ölümlesonuçlanmamış iş kazalarında işçi yakınlarının manevi tazminat talep haklarınıngüçleştirildiği görülmüştür. Zira anılan içtihatlarda, işçinin yakınlarınınmanevi tazminat talep edebilmeleri için ruhsal ve sinirsel sağlık bütünlüğününağır şekilde bozulması aranmakta ve bunun için de örnek olarak eyleme uğrayanyakın kişinin % 100 iş göremez duruma gelmiş olması gösterilmektedir.Kanımızca, kazalanan işçilerin yakınlarının manevi tazminat talep edebilmeleriiçin işçinin iş göremezliğinin % 100 noktasına (ya da bazı kararlardabelirtildiği gibi % 99 oranına[106]) ulaşmasına gerek duyulması ağır bir şart olmuştur. Bizegöre, şayet bir sınırlandırma getirilmek isteniyorsa mevcut uygulama yerine, bugibi olaylardaki manevi zararın, % 100 iş göremez olmuş işçinin yakınlarınınkineoranla daha az olması gerektiğinin belirtilmesi ile yetinilmelidir. Aksi haldebu kimseler, 47.madde ile getirilen normun koruma amacı dışına itilmişolacaklardır[107]. Nitekim yüksek mahkeme daha sonra verdiği kararlarında %100’e varmayan, çok daha aşağıda kalan bazı iş göremezlik hallerinde de manevitazminat alınabilmesine imkân sağlamıştır[108].
Manevitazminata konu olayda işçinin ölümühalinde tazminatı talep hakkı, 47. maddeye göre ailesine aittir. Yüksekmahkemeye göre, Borçlar Kanununun 47. maddesi hükmüne göre hakimin özel hallerigöz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine kararvereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zararauğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer birfonksiyonu olan özgün bir nitelik taşımaktadır. Bir ceza olmadığı gibimalvarlığı hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. Onedenle bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecekmiktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmakiçin gerekli olan kadar olmalıdır[109].
Manevi tazminat bağlamında karşımıza çıkan aile kavramı bilimsel alanda olduğukadar yargı kararlarında dar yorumlanmamıştır[110]. Manevi tazminat talep edecek kişinin kan ya da sıhrihısımlığı şart değildir. Duygusal yakınlık yeterlidir. Bu anlamda olaydan acıve ızdırap duyan sevgili, sözlü, evlatlık gibi yakınlar da manevi tazminattalebinde bulunabilirler. Dolayısıyla manevi tazminat talep edebilecekyakınlık, mirasçılık sıfatıyla eşleştirilemez. Yakınlık düzeyine göre bazımirasçılar (eş, çocuk, ana-baba, kardeş…) tazminat hakkına sahip iken, bazıları(uzakta yaşayan, yıllardır görüşülmeyen eş, çocuk…) bu haktan mahrum kalabilir[111].
İşçininölümü halinde yakınlarının manevi tazminat talebinde bulunabilmeleri, ölenişçinin daha önce manevi tazminat almamış olmasına bağlı değildir. Kazalanan vesonrasında bu kaza sebebiyle ölen işçinin manevi tazminat almış olması,yakınlarının onun ölümünden kaynaklanan manevi acılarına karşılık tazminattalep edebilmelerine engel olmaz. Buna karşın kazalanan işçi daha sonra başkabir nedenle ölmüş ise yakınlarının manevi tazminat talep edebilmeleri mümkündeğildir. Ancak başka bir nedenle ölen bu işçinin ölümünden önce açtığı fakatsonuçlanmadan hayatını kaybettiği bir manevi tazminat davası varsa ya da böylebir dava için vekâlet vermiş ise bu dava, mirasçı sıfatı taşıyan yakılarıtarafından sürdürülebilir[112].
İş kazasıve meslek hastalığından doğan maddi tazminat ve destekten yoksun kalmatazminatları, son derece karışık verilere bağlı olarak yapılan uzunhesaplamalar sonucunda belirlenmektedir. Buna karşılık manevi tazminat, bunitelikteki hesaplamalara bağlı olarak değil, Borçlar Kanunun 47. maddesindeilkeler çerçevesinde hakimler tarafından takdir edilir[113]. Söz konusu takdir, olayın oluş şekline, müterafık kusuroranlarına, davacıların duyduğu elem ve ızdırabın derecesine, tarafların sosyalve ekonomik durumuna, hak ve nesafet kurallarına göre yapılmaktadır.[114]
İş sağlığıve güvenliği önlemlerinin ihlali sonucu oluşan kaza ve hastalıklardan doğanmanevi zarar karşılanırken, manevi tazminatın tespiti aşamasında yargıçtarafından yapılan takdiri indirim uygulanabilir. Yargıtaya göre, “Tarafların hal ve mevkiine, kusuroranlarına, olayın oluşuna ve olay tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizile birlikte hükmedilen tazminat miktarına göre manevi tazminatın fahiş miktaraulaşacağı anlaşılmaktadır. Olayda Borçlar Kanununun 43 ve 44.maddesininuygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması ve gerekli yasalindirime gidilmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”[115] Yine yüksek mahkemeye göre, manevi tazminat olay nedeniile uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesiamacına yönelik olduğundan, haksız zenginleşmeye neden olmayacak hakkaniyeteuygun bir miktarda takdir edilmelidir.”[116]
Bu başlıkaltında son olarak manevi tazminatın kısmi istenip istenemeyeceğine değinmekistiyoruz. Uygulamada tazminat davaları genellikle kısmi taleple açılmakta,zarar tespiti ve talep edilen tazminata hükmedilmesi ardından, bakiye zararmiktarı yeni bir dava ile talep edilmektedir. Bu durum maddi tazminat vedestekten yoksun kalma tazminat taleplerinde sıkça başvurulan yöntemlerdenbiridir ve davacıyı bazı yargılama giderlerinden kurtarmaktadır. Yüksek mahkemebu uygulamanın manevi tazminat talepleri için geçerli olamayacağı görüşündedir.Yani Yargıtaya göre manevi tazminat talepleri bölünemez nitelik taşırlar. Haksahibi tarafından bir kerede ve bütün olarak istenmelidir. Konuya ilişkin bir kararagöre: “Gerçekten, hukuka aykırı bir eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler, otarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü veacıyı zamana yaymak suretiyle, manevi tazminatın bölünmesi, yeniden dava konusuyapılarak miktarın artırılması olanağı yoktur.”[117] Yüksek mahkemenin manevi tazminat taleplerininbölünemeyeceği yönündeki görüşüne katılmıyoruz. Bize göre, manevi tazminatınbölünerek istenebilmesine engel olan yasal bir düzenleme yoktur. Ayrıca yinetıpkı maddi tazminatta olduğu gibi manevi tazminatın da gerçeğe en yakındeğerde ödenmesine özen gösterilmeli, onun davanın uzaması nedeniyle erimesineizin verilmeyerek artırılabilmesine imkan sağlanmalıdır. Aksi halde manevitazminatın içinde yer alan sosyal amacını gerçekleştirmek mümkün olmaz. Ancakhemen belirtilmelidir ki, manevi tazminatın bölünemeyeceği konusundaki Yargıtaygörüşüne yönelik eleştirilerimiz, manevi tazminatı talep hakkının kötüyekullanıldığı haller için geçerli değildir.[118]
ccc. Destekten Yoksun Kalma Tazminatı
İşvereniniş sağlığı ve güvenliğinden sorumluluğu bağlamında incelenmesi gereken birdiğer tazminat ise destekten yoksun kalma tazminatıdır. Anılan tazminat BorçlarKanununda düzenlenmiştir. Buna göre “…Ölümneticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıklarıtakdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir.“(BK.45/II).
Destektenyoksun kalma tazminatı, ölen işçinin yakınları tarafından, ölenin desteğindenyoksun kaldıklarında talep edilir. Bu kimselerle sorumlu işveren arasında akdibir ilişki olmamasına rağmen Borçlar Kanunu, söz konusu kimselerin talepleriniakde aykırılığa dayandırabilmelerine imkân sağlamıştır. Böylelikle akdeaykırılığın sağladığı zamanaşımı ve ispat kolaylıklarındanyararlanabilmelerinin önü açılmıştır. Destekten yoksun kalma tazminatında,desteğin yaşamı boyunca desteğine ihtiyaç duyanlara yapacağı katkı dikkatealınır. Miktar itibarıyla da desteğin muhtemel yaşam süresi içinde çalışarakelde edebileceği kazancından, desteğinden yoksun kalanlara ayıracağı miktarınpeşin değerinden oluşur[119].
Destektenyoksun kalma tazminatında açıklığa kavuşması gereken ilk nokta destekten yoksunkalan kavramıdır. Destekten yoksun kalan kavramı, mirasçılıkla aynı anlamı taşımaz.Zira mirasçı olduğu halde destek ihtiyacı bulunmayanlar olabileceği gibi,mirasçı olmadığı halde destekten yoksun kalma tazminatını talep hakkıbulunanlar da vardır. O halde destek ve onun desteğinden yoksun kalanarasındaki ilişkinin destek ilişkisiile sınırlı olduğu söylenebilir.
Taraflar arasındaki ekonomik içerikli destek ilişkisi, ölenişçi açısından destek (bakım) gücü, tazminat hakkı olanlar açısından ise destekihtiyacı olarak ifade edilir. Destekten yoksun kalma tazminatında destek,geride kalanların geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde fiilen vedüzenli olarak onlara yardım eden, olayların olağan akışına göre, eğer ölümgerçekleşmeseydi gelecekte az ya da çok bu yardımı sağlayacağına ilişkin güçlübir olasılık bulunan kişidir. Söz konusu kişinin bu destek durumunun herhangibir yasa ya da sözleşmeye dayalı olması gerekmez. O nedenle sadece eş, çocukveya ana ve babalar değil, kardeşler, nişanlılar, evlilik dışında birlikteyaşayanlar vb. de fiili destek ilişkisinin varlığı halinde destekten yoksunkalma tazminatı davası açabilirler.
Destektenyoksun kalma tazminatının talep edilebilmesi için ölen işçinin destek gücüne sahip olması gerekir.Destek gücünden anlaşılması gereken, bir kimsenin kendi ihtiyaçlarınıkarşıladıktan ve hayatın olağan akışı uyarınca geliri ile orantılı olarak birmiktar tasarruf yaptıktan sonra yardımda bulunacağı kimselere de payayırabilecek, bu kimselerin ihtiyaçlarım tamamen ya da kısmen karşılayabilecekmaddi olanağa sahip bulunmasıdır. Ancak uygulamada aslında bu güce sahipolmadığı rahatlıkla kabul edilebilecek işçilerin ölümü halinde dahi destektenyoksunluk tazminatları talep edilmekte ve iş hukukunun sosyal yanı göz önünealınarak kabul edilmektedir. Hatta bu davalarda desteğin farazi destek düzeyindebulunduğu dahi sıkça görülmektedir.
Yüksek mahkeme bir kararında destekten ne anlaşılmasıgerektiğini şu şekilde ortaya koymuştur, “BorçlarYasasının 45. maddesinde sözü edilen destek kavramı, hukuki bir ilişkiyi değileylemli bir durumu amaç tutar ve hısımlık ilişkisine ya da yasanın nafakahakkındaki hükümlerine dayanmaz. Yasa gereğince bir kimseye yardım etmekzorunda bulunan kişi değil, eylemli ve düzenli olarak onun geçimini kısmen veyatamamen sağlayacak biçimde yardım eden ve olayların normal akışına göre eğerölüm gerçekleşmeseydi az veya çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacakolan kimse destek sayılmalıdır. Dosya içeriğine göre ölenin annesi olup eylemliolarak ölenden destek alabilecek konumda bulunduğu anlaşılan (kişi)… yararınadestekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmesi gerekirken yerinde olmayanyazılı gerekçeyle (bu kişinin)… destekten yoksun kalma tazminatı istemininreddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşme(miştir)…” [120]
Destekten yoksun kalanların tazminat isteyebilmeleri,ölenin destek gücüne sahip olması dışında kendilerinin de destek ihtiyacı içinde bulunmalarını gerekli kılar. Bakım ihtiyacıkavramından anlaşılması gereken yokluk ya da zaruret derecesindeki bir ihtiyaçhali değildir. Sosyal seviyesine uygun bir yaşam düzeyini yakalayamamak bununiçin yeterlidir. O tarihe kadar sürdürülmüş olan lüks yaşam bu anlamda dikkatealınacak normal sosyal düzeye uygun kabul edilemez[121].
Destektenyoksun kalma tazminatı uygulamada daha ziyade ölen işçinin eşi, çocukları veanne-babası tarafından istenir. Ancak destek ilişkisini ispatlamak şartıyladiğer ilgililerin de (kardeş, …) bu talepte bulunabilir. Yargıtay, ana-babanıntazminat taleplerine ilişkin içtihatlarında, yürürlükte olduğu dönemde, SosyalSigortalar Kanununun 24.maddesinde yer alan geçimi sigortalı tarafındansağlandığı belgelenen kriterinden hareket etmiştir. Bu şekilde sosyal güvenlikkurumundan yardıma hak kazanamayanların destek ihtiyacı bulunmadığı ve osebeple de ne kurumdan gelir ne de işverenden tazminat isteyemeyeceklerisonucuna varmıştır. Bu kararlardan birinde yer verilen değerlendirme şöyledir,“Davanın bir yönüyle yasal dayanağınıoluşturan 506 sayılı yasanın 24. maddesinde ana ve babaya gelir bağlanmasışartları gösterilmiş olup 4958 sayılı yasanın 35. maddesi ile getirilendeğişiklikten önce geçimi sigortalı tarafından sağlandığı belgelenen ana,babaya gelir bağlanacağı belirtilmesine rağmen 4958 sayılı yasanın 35. maddesiile getirilen değişiklikle sigortalı tarafından hak sahiplerinin geçimininsağlaması şartının kaldırıldığı, yerine ‘Sosyal Güvenlik kuruluşlarına tabiçalışmayan veya 2022 sayılı Kanuna göre bağlanan aylık hariç olmak üzereburalardan her ne ad altında olursa olsun gelir veya aylık almayan ana vebabasına gelir bağlanması’ koşulu getirilmiştir. Dava nitelikçe SosyalSigortalar Kurumu tarafından karşılanmayan maddi zararın giderilmesi istemineilişkin olduğundan haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için Kurumtarafından hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin belirlenentazminattan düşülmesi gerektiği Yargıtay'ın yerleşmiş görüşlerindendir. Bubakımından davanın niteliği gözetilerek öncelikle hak sahiplerine SSKtarafından iş kazası nedeniyle gelir bağlanıp bağlanmadığının araştırılması,gelir bağlanmış ise bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin tazminattandüşülmesi, gelir bağlanmamış ise bu yön hak sahibinin tazminat hakkını doğrudanetkileyeceğinden hak sahibine gelir bağlanması için SSK Başkanlığına karşı davaaçması için önel verilmesinde yasal zorunluluk bulunmaktadır. Başka biranlatımla, hak sahibi tarafından Kurum aleyhine açılan davada 506 sayılıYasa'nın 24. maddesinin öngördüğü koşulların oluşmadığının saptanmasıdurumunda, hak sahibine gelir bağlanmayacağı giderek hak sahibinin destektenyoksun kalma tazminatı isteme hakkına sahip olmayacağı açık seçiktir…Mahkemece yapılacak iş davacı anne ve babaya SSK tarafından iş kazasınedeniyle gelir bağlanıp bağlanmadığının araştırılması bağlanmış ise bağlanangelirin peşin değerinin tazminattan düşülmesi, gelir bağlanmamış isedavacılara SSK'na müracaatta bulunması için önel verilip sonucuna göre kararvermekten ibarettir.”[122] Aynı uygulamanın5510 sayılı yasa döneminde de sürüp sürmediği, yeni yasa bağlamında verilen biriçtihada rastlanamadığı için henüz belirlenememiştir.
Destekten yoksun kalma tazminatını talep edilebilmesi içindestekle olan ilişkinin hukuki olması gerekmez. Fiili bir ilişki de tazminattalebi için yeterlidir. O nedenle nikâhsız eşlerinde anılan tazminatı talepedebilmelerini sağlamıştır ve içtihatlar da bu yönde gelişmiştir[123]. Destekten yoksun kalan çocukların tazminat talepleri ise,cinsiyetlerine ve yaşlarına göre farklılık arz eder. İçtihatlarda erkekçocukların 18, kız çocukların ise köylerde 18, şehirlerde ise 22 yaşına kadardestek ihtiyacı görecekleri kabul edilmiştir. Çocukların bu yaşlardan sonraevlenecekleri ya da çalışma imkânına kavuşacakları düşünülmektedir.
Geridekalan eşin isteyebileceği tazminat, ölen işçinin PMF cetvellerine görebelirlenen muhtemel yaşam süresinde ücretinden kendisine ayıracağı paydanoluşur. Eşin çalışması halinde bu durumun destekten yoksun kalma tazminatıtalebini engelleyebilmesi için destek ihtiyacını sona erdirmesi gerekir. AncakTürkiye’deki gelir koşulları dikkate alındığında, kanımızca böyle bir ihtimalingerçekleşme olasılığı çok azdır. Nitekim uygulamada da genelde, aylık dahialsalar dul eşlerin özellikle de kadınların tazminat talepleri kabuledilmektedir. Ancak (çok yüksek olmamak şartıyla) gelir-aylık elde ediyorolmaları seyrek de olsa, BK.43 anlamında tazminat miktarında küçük bir indirimeneden olabilmektedir.
Destektenyoksun kalma tazminatı davalarında kullanılan hesap yöntemi, iş kazasından doğan maddi tazminat davalarındakiyöntemle büyük ölçüde paraleldir. Zira zarar hesabı burada da esasensigortalının ölmüş olması nedeniyle mahrum kaldığı kazanç kaybını temel alır vebu kazançtan alacakları pay oranında hak sahiplerinin destekten mahrumkaldıkları kabul edilir. O nedenle işlemiş ve işleyecek zarar dönemleri ayrımıve işleyecek dönem içindeki aktif ve pasif devreler burada da kullanılır.Tazminat hesabında ölen işçinin ölmeseydi 60 yaşına kadar çalışacağı,sonrasında emekli olup yaşlılık aylığı alacağı ve bu kazançlarını bellioranlarda desteğinden yoksun kalanlarla paylaşacağı kabul edilir. AncakYargıtay, yeraltı maden işinde çalışan işçilerin aktif dönemi konusunda birayrım yapmış ve bu kimselerin 50 yaşına kadar yer altında, sonrasında ise yerüstünde çalışabileceklerini benimsemiştir. Bunun doğal sonucu olarak da işçininücretinin değerlendirmesinde 50 yaşına kadar yeraltı işçisi, sonraki 10 yıldaise yer üstü işçisi muamelesi görmesi gerektiğini vurgulamıştır[124]. Tazminat hesabında eşin destek ihtiyacı süresi, ölendenküçük ise ölenin muhtemel yaşam süresi ile aksi halde kendi muhtemel yaşamsüresi ile sınırlıdır. Anne baba için ise bu süre kendi muhtemel yaşam sürelikadardır. Muhtemel yaşam süreleri ilgililerin ölüm tarihindeki yaşlarına görePMF cetvelleri ile belirlenir. Çocuklar için cinsiyete göre 18–22 yaşlarınakadar geçecek süre, destek ihtiyacı duyacakları kabul edilen süredir.
Destekten yoksun kalma tazminatı da tıpkı maddi tazminatgibi, destekten yoksun kalanların Sosyal Güvenlik Kurumu tarafındankarşılanamayan zararlarını telefi eder. O nedenle bu davalarda da haksahiplerinin zararlarının büyük bölümünü karşılaması beklenen sigortayardımlarının peşin değerlerinin bilinmesi gerekir. Nitekim Yargıtay da önünegelen bu tür davalarda sigorta peşin değerinin bilinmemesi halinde, öncelikleöğrenilmesi gerektiğine işaret etmektedir[125].
Madditazminatta olduğu gibi destekten yoksun kalma tazminatında da zarara sebep olanolay zararı etki eden bir takım sonuçlar da yaratmış olabilir. Nitekimbunlardan en önemlisi Sosyal Güvenlik Kurumu yardımlarıdır. Ancak bunundışında, tazmin edilecek zarar miktarında indirimi gerekli kılan ve belli birsıra dâhilinde yürütülen başka unsurlar da bulunmaktadır. Buna göre,desteklenen eğer desteğin mirasçısı ise elde ettiği miras geliri, sağ kalaneşin yeniden evlenme şansı, özel sigortadan elde edilen tazminatlar, destekiçin artık yapılması gerekmeyen giderler zararlardan düşülür. Bunu takiben,varsa iş kazasında ölen işçinin müterafık kusuru oranında bir mahsubun ardındandurumun gerekleri ve hakkaniyete göre BK 43'e göre yargıç tarafından indirimleryapılır. Son aşamada, destekten yoksun kalanlara Sosyal Güvenlik Kurumutarafından bağlanan gelirin peşin değerinin zarardan mahsubu ile destektenyoksun kalanlara hisseleri oranında ödenecek miktara ulaşılır.
Destekten yoksun kalma tazminatı talepleri ile ilgiliolarak işaret edilmesinde yarar gördüğümüz son husus, anne-babanın tazminattalebine ilişkindir. Yüksek mahkeme anne ve babanın destekten yoksun kalmatazminatı taleplerinde, destek gücü ve destek ihtiyacı kriterlerinin varlığıyanında bir koşulun daha bulunması gerektiği görüşündedir. Konuya ilişkin biriçtihatta yer verilen görüşler şunlardır: “…Davanitelikçe Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayan zararın giderilmesiistemine ilişkindir. Bu nedenle, haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyiönlemek için kurum tarafından hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin sermayedeğerinin belirlenen tazminattan düşürülmesi gerektiği Yargıtay'ın oturmuşyerleşmiş, görüşlerindendir. Bu bakımdan, davanın niteliği göz önünde tutularaköncelikle hak sahiplerine Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından iş kazası nedeniylegelir bağlanıp bağlanmadığının araştırılması, gelir bağlanmış ise, bildirilenmiktarın, tazminattan düşülmesi, gelir bağlanmamış ise bu yön, hak sahibinintazminat hakkını doğrudan etkileyeceğinden hak sahibine; gelir bağlanması için SosyalGüvenlik Kurumu'na başvurması giderek, Sosyal Güvenlik Kurumu aleyhine davaaçması için önel verilmesinde ve verilen önelin sonucuna göre kararverilmesinde yasal zorunluluk olduğu açıktır…”[126].
ddd. Kusurun tazminat miktarına etkisi
İş sağlığıve güvenliği önlemlerine aykırılık sebebiyle oluşan zararları tazmin etmekamacıyla açılan davalarda işverenin kusuru, zarar miktarına ulaşılmasında büyükönem taşır. Bu nedenle kazanın gerçekleşmesinde tarafların kusur durumlarının çeşitliihtimallere göre ortaya konulması, kusurun tazminata ne şekilde etki ettiğiniortaya koyabilmekte yararlı olacaktır[127].
i) Kusur durumuaçısından iş kazası ve meslek hastalıklarında karşılaşılabilecek ilk ihtimal hem işçininhem de işverenin kusurlu olmasıdır.
Bu tür olaylarda işveren, işçi sağlığı ve iş güvenliğiönlemlerini gerektiği ölçüde almamış, işçi de gerek verilen talimatlarauymaması gerekse diğer kusurlu davranışları ile kazanın oluşumuna katkısağlamıştır. Uygulamada karşılaşılan iş kazası tazminatı davalarının büyükçoğunluğunda olay bu şekilde gerçekleşir. Tarafların her ikisinin de belirlioranlarda kusurlu olduğu iş kazası ve meslek hastalıklarında tazminatınhesabında brüt zarardan işçinin müterafık kusuru oranında bir indirime gidilirve başka etki eden bir unsur yoksa kalan miktarın işverence karşılanmasıbeklenir. Ancak bu çözüm tarzı genellikle kusur dağılımının işçinin çokaleyhinde olmadığı hallerde benimsenir. İş kazasındaki kusurun tamamına yakınbir kısmının işçiye ait olduğu olaylarda ise mahkemeler, müterafık kusuroranında bir indirim yapılması halinde zararın büyük ölçüde işçinin üzerindekalacağı endişesiyle, Borçlar Kanununun 43.maddesine dayanarak işçininkatlanması gereken zararın bir kısmını işverene yükleyebilmektedirler.
İşçi veişverenin birlikte kusurlu bulundukları iş kazalarında, kaçınılmazlık durumunun da olaya katkı sağlamış olabilir. Kazadakikusur oranlarının işçi, işveren ve kaçınılmazlık unsuru arasındapaylaştırıldığı iş kazası ve meslek hastalıklarında, tazminatın belirlenmesindegenellikle yine işçinin müterafık kusur oranının mahsubu ile yetinilir vezarara kaçınılmazlık unsurunun yaptığı katkıya, kendi kusuruyla birlikteişverenin katlanması sağlanır. Yargısal uygulamada söz konusu uygulamayagerekçe olarak, olayın ilişkili olduğu üretim faaliyetinden işvereninyararlanıyor olması gösterilmiştir[128].
Bize göre bu tür olaylarda ikili bir ayrıma gidilmesiyararlı olur. Kaçınılmazlık ya da kötü tesadüf olarak adlandırılan unsurun iş kazasınayaptığı katkının çok büyük olduğu olaylarda, bunun tümüyle işverene yüklenmesiyerine çoğunluğunun işverene yüklenmesiyle yetinilmelidir[129]. Böylelikle işverenin yıkıcı bir tazminatla karşılaşarakdiğer işçilerine olan yükümlülüklerini yerine getirmekten mahrum kalmasıengellenir. Ancak kaçınılmaz olayın iş kazasına yaptığı katkının sözü edilendüzeye varmadığı olaylarda, sebep olduğu sorumluluk tümüyle kusurlu işvereninüzerinde bırakılabilir. Şüphesiz her iki durumda da sorumluluk sınırınıbelirleme yetkisi, somut olayı ve tarafların durumunu inceleme imkânı olanyargıçtadır.
ii)Kusurun tazminata etkisi ile ilgili olarak uygulamada karşılaşılabilecek ikinciihtimal, işçinin kusurlu bulunmasına rağmen işverenin ortaya çıkan iş kazasındakusurunun bulunmaması halidir.
Bu gibi hallerde işveren, iş kazası öncesinde kendisinedüşen ödevleri tümüyle yerine getirmiş ancak gerek yalnız işçinin kusurluhareketleri, gerek işçinin kusuruyla birlikte kaçınılmaz olayların etkisiyle işkazası oluşmuştur. Genellikle böyle durumlarda iş kazası sadece işçininkusurundan ileri gelmez. Olaya kaçınılmazlıkda katkı sağlar. O nedenle brüt zarardan müterafık kusur oranında bir indirmegidilir ve kaçınılmazlığa işverenin katlanması istenir. Ancak Yargıtay,kaçınılmazlığın tümüyle kusuru bulunmayan işverene yüklenmesini uygungörmediğinde, işverenin sorumlu tutulacağı miktardan yargıçların belirleyeceğimiktarda Borçlar Kanununun 43.maddesine göre bir miktar indirim yapılmasıgerektiğini belirtmektedir[130].
İşçininkusuruna rağmen iş kazasından işverenin sorumlu tutulduğu olaylarda kaçınılmazbir unsurun katkısı her zaman görülmeyebilir. Diğer bir deyişle kaza tümüyleişçinin kusurundan da kaynaklanabilir. Böyle bir halde işverenin kusurununbulunmamasına karşılık işçi %100 kusurludur. Tüm kusurun işçide olduğu bir işkazasında ise nedensellik bağının kesilmesi sorunuyla karşılaşılır. Dolayısıylaişçinin kusurlu davranışının ulaştığı yoğunluk, işvereni sorumluluktankurtarabilir. İş kazası tazminatına engel olan bu düzeydeki bir kusur, kasıt görünümünde ortaya çıkabileceğigibi ağır ya da hafif ihmal şeklindede oluşabilir. Örneğin bir işçi, ölümüne sebep olabilecek bir ortamda (makinede,fırında, kimyasal madde tankında) intihar edebilir ya da emniyet kemerikullandığı işyerinde bir anlık ihmaliyle kemerin çözülmesine sebep olarakyaralanabilir. Her iki durumda da işveren iş güvenliği önlemlerini tam olarakaldığı ve uygulanmalarını kontrol ettiği halde iş kazası işçinin %100 kusuruile oluşmuş kabul edilebilir. Alınmayan iş güvenliği önlemleri olsa bileişçinin %100’lük kusuru, bu ihmali ikinci plana iterek nedensellik bağınıkesebilecek bir yoğunluğa ulaşmış sayılabilir. İşçinin kusur yoğunluğunun%100’e vardığı bu tür iş kazalarında nedensellik bağının kesilmesi nedeniyle işkazası tazminatı talep edemeyen işçi, Sosyal Güvenlik Kurumundan aldığı veyaalacağı ödenek ve gelirlerle yetinmek zorunda kalır.
Kazalanan işçinin iş kazasındaki kusur derecesi, Sosyal GüvenlikKurumu tarafından yapılacak parasal yardımlarda da etkili olur. 5510 sayılıSosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa göre, geçici iş göremezliködeneği veya sürekli iş göremezlik geliri ceza sorumluluğu olmayanlar hariç, ağır kusuru[131] yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulanveya hastalanan sigortalının kusur derecesi esas alınarak üçte birine kadarıkurumca eksiltilir. Bu eksiltme, kasdîbir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan,hastalanan veya kurumun yazılı bildirimine rağmen teklif edilen tedaviyi kabuletmeyen sigortalı için %50 oranında uygulanır (SSGSS. 22/b, c).
İş kazasıya da meslek hastalığına uğrayan işçinin kusurlu davranışının nedensellikbağını kesebilmesine ve işvereni sorumluluktan kurtarabilmesine karşılık, kusuriçermeyen eyleminin doğuracağı sonuçlar öğretide tartışmalara neden olmaktadır.İşçinin kusur içermeyen davranışıyla iki ayrı durum kastolunur. Bunlardan ilkinde işçinin kusuru o denli hafiftirki, değerlendirme aşamasında kusur denebilecek bir düzeye dahi varamaz. Osebeple nedensellik bağını keserek işvereni sorumluluktan kurtarması mümkün olmaz.İşçinin davranışının kusura dayanmadığının söylenebileceği ikinci durumda ise işçi, iş kazasının oluşumuna katkı sağladığısırada temyiz gücünden yoksundur. Böyle bir halde işçinin hareketi iş kazasınasebep olan tek etken olsa da, nedensellik bağının kesildiğinden söz edilemez.Bu hareketin, temyiz gücü olan bir şahıs tarafından yapılması halinde nedensellikbağını kesebilecek olması da anılan sonucu değiştirmez. Zira burada soruntemyiz gücü olmayan işçinin davranışının ulaştığı yoğunluk değil, bunun birkusur olarak kendisine yüklenememesidir. Temyiz gücünün, kişinin kendifiillerini ve sonuçlarını anlayabilmesi ve ona göre hareket edebilmesi olduğudüşünüldüğünde, bu durumdaki bir işçinin hareketlerini ve sonuçlarınıalgılayabilmesi mümkün görülmez (MK.13)[132]. O nedenle sebep olduğu iş kazasından sorumlu tutulmasımümkün değildir.
Ancak bu noktada işçinin temyiz gücünü kendi kusuruylakaybedip kaybetmediğine dikkat edilmelidir. Temyiz gücü bulunmayan ve kazalananişçi bu duruma kusuruyla düşmüş ise, nedensellik bağı kesilir ve işverensorumluluktan kurtulur. Örneğin sarhoş bir işçinin kendini asit havuzuna atmasıhalinde temyiz gücü olmadığı iddiasıyla sorumluluk işverene yüklenemez. Uygun nedensellikbağı kesildiğinden işverenin sorumluluğu doğmaz. Fakat kazalanan işçinin temyizgücünün bulunmaması kendi kusurundan ileri gelmiyorsa, davranışının ulaştığıyoğunluk ileri sürülerek nedensellik bağının kesildiği ve işverenin sorumlututulamayacağı iddia edilemez. Bu durumda temyiz gücü bulunmaması nedeniyleişçinin kusurundan söz edilemez. Ortaya çıkan zarara Borçlar Kanununun 43.maddesine göre yapılacak uygun bir indirimden sonra işverenin katlanmasıbeklenir. Nitekim tazminat davasında işverenin herhangi bir kusurununbulunmaması nedeniyle maddi zarara ne oranda katlanacağı matematiksel olarakbelirlenemediğinde, tazminat 43.maddeye dayanarak yargıç tarafından tayinedilmektedir.
Bu noktadauygulamada sıkça karşılaşılan bir soruna dikkat çekmekte yarar görüyorum.Uygulamada, nadir de olsa işçinin eyleminin uygun nedensellik bağınıkesebilecek yoğunluğa ulaşabildiği iş kazaları ile karşılaşılabilmektedir.Ancak bu tür kazalara ilişkin olarak açılan tazminat davalarında dahi çoğubilirkişi heyeti, kusur takdirinde bu noktanın üzerinde durmadan az da olsa birmiktar kusuru işveren üzerinde bırakmaktadır. Bu değerlendirme anlayışınıntemelinde genellikle, işçinin içinde bulunduğu ekonomik durumun zarara tekbaşına katlanmasına yeterli olamayacağı ya da konunun hukuki alt yapısınayeterince hakim olmamak yatmaktadır. Bu yaklaşım ve bilgi zaafiyeti, işçinin işkazası tazminatı talebinin önü açmaktadır. Zira aksi halde %100 kusurlu olarakiş kazasına sebep olan işçi, Sosyal Güvenlik Kurumundan alacağı ödemelerdentamamen ya da kısmen mahrum olmakla kalmayacak, maddi tazminat davası daaçamayacağından işverenin işini yaptığı sırada uğradığı kaza nedeniyle zararatek başına katlanacaktır. Olayın bu sosyal boyutu, hukukun temelözelliklerinden ödün verilmesine neden olduğundan bu noktada mahkemelerin çokdaha dikkatli olması, nadir de olsa karşılaşılan bu gibi hallerde hukukihlallerine engel olarak nedenselliğin kesildiği olaylarda tazminata engelolması çok daha uygun olacaktır. Aksi halde kusurlu olsun olmasın, nedensellikkesilsin ya da kesilmesin her halde sorumlu tutulduğunu gören işveren, işsağlığı ve güvenliği önlemlerini almakta ciddi bir ihmal içine girerek, işsağlığı ve güvenliğine ilişkin motivasyonunu kaybedecektir.
iii)İş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasında taraf kusurlarının tazminat miktarınaetkisi konusunda karşılaşılabilecek üçüncü ihtimalde kusuru bulunmayan işçidir.Buna karşılık işveren, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin alınmasındagösterdiği ihmal sonucunda kusurlu görülmektedir. Anılan ihtimalde iş kazasınasebep olan yalnız işveren olabileceği gibi işverenin kusurlu davranışına kaçınılmaz bir unsurun eklenmiş olmasıda mümkündür.
Kural olarak oluşumuna işverenin sebep olduğu işkazalarında kazalanan işçinin açacağı maddi tazminat davasında işveren, Sosyal GüvenlikKurumunca karşılanmayan zararın tümünden sorumlu tutulur. Böyle bir durumdaişverenin sorumlu tutulacağı miktardan (Yargıtayın görüşü doğrultusunda) birhakkaniyet indirim yapılamaz. Zira Borçlar Kanununun 43.maddesine dayanarakyapılacak bu türden bir indirim, kazada hiç bir kusuru bulunmayan işçininzararının bir kısmının açıkta kalması sonucunu doğurabilir.
İşçinin kusurunun bulunmadığı iş kazalarında işvereninkusur oranı %100’e ulaşmamış ve kazanın oluşumuna kaçınılmaz bir unsur da katkısağlamışsa işverenin sorumluluk miktarı daha farklı şekilde belirlenir.Kaçınılmaz etki gösteren unsurun işverenin davranışı ile birleşerek iş kazasınasebep olduğu olaylarda işveren, kendi kusuruna denk gelen zararın yanında kaçınılmazlığınürünü olan zararın bir kısmına da katlanmak durumundadır. Dolayısıyla yargıcıntakdir edeceği bu miktar ile işverenin kusuru gereği tazmin etmesi gerekenmiktarın toplamı, iş kazası tazminatının da sınırını ortaya koyar. Konuyailişkin bir kararında Yargıtay söz konusu olan uygulamasını şu şekilde ortayakoymuştur:”...zararın husulünde %50etkili olduğu anlaşılan ve bilirkişi tarafından kötü tesadüf olarakadlandırılan yabancı etkenlerin bütün sonuçlarını kazaya uğrayan işçiyeyüklemeye cevaz yoktur. Zira olay, tamamen bu etkenlerin sonucu olsaydı bileişveren zarardan sorumlu tutulacaktı. Dairenin risk nazariyesi çevresinde tesisettiği içtihat bugün dahi yürürlüktedir. Şüphesiz bu durumda hakkaniyet gereğitazminattan uygun bir miktar indirilmelidir…” [133]
iv) Kusurun maddi ya da destekten yoksunkalma tazminatına etkisi konusunda değerlendirilmesi gereken bir başka ihtimalde, olayda tarafların her ikisinin de kusurunun bulunmaması halidir.
Bu tür olaylarda kaza tümüyle kaçınılmaz etkenlerin ürünüdür. O nedenle normal şartlarda kusuroranları ile belirlenen işverenin sorumluluğunun sınırını belirleyebilmekmümkün değildir. Matematiksel değerlerin ortadan kalktığı böyle bir haldetazminat miktarının belirlenmesinde, Borçlar Kanununun 43. maddesinin yargıcatanıdığı değerlendirme imkânı yine karşımıza çıkar. Önce iş kazasının sebepolduğu maddi zarar hesaplanır, ardından bunun bir kısmına işçinin, ağırlıklıolan diğer kısmına da işverenin katlanması beklenir[134]. İşverenin sorumluluğu bağlamında belirttiğimiz risknazariyesinin sonucu olan söz konusu uygulamada Yargıtay, işverenin işletmesinedeniyle yarattığı tehlike riskinin sonuçlarına katlanması gerektiği kabuletmektedir. Yüksek mahkemeye göre işverenin kusursuz olmasına rağmen işkazasının sebep olduğu zararların bir kısmını karşılamak zorunda kalması da busonuçlardan biridir. Ayrıca uygulamada risk sorumluluğunun uygulanabilmesi içinkaçınılmaz etkenlerin olayın bütününde rol oynaması aranmaz. Kısmi katkı daanılan sorumluluk için yeterli görülür. Bu gibi durumlarda kaçınılmazlığın etkiettiği zarar, hakkaniyetin gerektirdiği ölçüde taraflara yüklenir[135]. Konuya ilişkin kararlardan birinde yapılan değerlendirmeşu şekildedir: “Hükme dayanak alınankusur raporuna göre işverenin ve davacıların miras bırakanının kusurlarınınolmadığı zararlandırıcı sigorta olayının kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğiaçıktır. Hal böyle olunca 27.3.1957 gün 1/3 sayılı İçtihadi Birleştirme Kararıuyarınca kusursuz sorumluluk esasları süresinde (risk) nazariyesine göre, BorçlarKanununun 43. maddesi de göz önünde tutularak davalının tazminattan sorumlututulması gerektiği tartışmasızdır.”[136].
Bir başka kararda yer ifadeler ise şunlardır: “…Dava konusu olaydan ötürü… alınan… kusurraporunda gerek ölen sigortalı gerek işverenin gerekse aracı imal eden firmayaatfedilecek kusurun bulunmadığı, kazanın %100 beklenmeyen nedenlerdenkaynaklandığı şeklinde görüş bildirmişlerdir. Mahkemece de bu görüşbenimsenerek dosya kapsamı ile olayın meydana geliş şekline göre yangının çıkışsebebi kesin olarak tespit edilmemiş bulunduğundan ve taraflara atfedilecekkusur bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Taraflaraatfedilecek bir kusurun bulunmadığı dosya kapsamı ile anlaşılmasına ve kabuledilmesine rağmen hiç kimseye kusur izafe edilememesi halinde dahi işçininSosyal güvenlik hakları tümden feda edilmemeli tehlike- risk nazariyesi budurumlarda göz önüne alınarak istihdam eden işverenlere de bir miktarsorumluluk verilmelidir… Kaçınılmazlık;ise hukuksal ve teknik anlamda, fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka biranlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğukoşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder.Zararlandırıcı olayın tamamen kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğininsaptanması halinde hâkim, işverenin sorumluluğunu, Borçlar Kanunu'nun 43.maddesini göz önünde tutarak hakkaniyet ölçüsünde saptamalıdır. Her iki tarafyönünden %50'şer sorumluluğun paylaştırılması ilk bakışta uygun görünebilirsede, işçi-işveren arasındaki bu tür davalarda tarafların ekonomik ve sosyaldurumlarının göz önünde bulundurulması halinde, işverene biraz daha fazlasorumluluk verilmesi; sosyal hukuk devleti ilkesi gereği düşünülebilir.Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın tehlike-risknazariyesi gereğince davalı işveren Mehmet K.'nun %50–60 oranında sorumlututulması gerekirken davanın tümden reddi isabetsiz olup bozma nedenidir.”[137]
Konunun bunoktasında iş kazası tazminatı miktarının belirlenmesinde Borçlar Kanununun 43.maddesinin kullanım şekline ayrıca değinmekte yarar görüyoruz. İşverenin kusuruile ilgili olarak yukarıda anılan dört ihtimalde de etkisi olan 43.madde,yargıca bir yetki tanımaktadır. Gerçekten de anılan maddeye göre, ”Hakim, halve mevkiin icabına ve hatanınağırlığına göre tazminatın suretini ve şumulünün derecesini tayin eyler.”
Madde metninden de anlaşılacağı gibi 43. madde ile yargıcatanınan yetki, onu hesaplanan her tazminat miktarına müdahale etmeye zorlayanbir içeriğe sahip değildir. Yargıç, matematiksel olarak hesaplanmış olan birtazminat miktarında “hal ve mevkiinicaplarına” bir aykırılık görmediğinde ya da hatanın ağırlığıyla orantılıbir miktara ulaşıldığı kanaatına vardığında anılan miktara müdahale etmemekte,başka bir deyişle indirime gitmemektedir. Nitekim bazı Yargıtay kararlarındaişverenin kusuru bulunmadığı halde sorumlu tutulmasına rağmen, hesaplanan madditazminattan bir indirim yapılmadığı görülür[138]. Yine kısmi dava açılması halinde ilk davada 43. maddeninuygulanmasına yer olmadığı belirtilmiş ve karar kesinleşmiş ise ikinci davadada 43. maddeye dayalı bir indirime gidilememektedir[139]. İlk davada verilen kararın kesin hüküm niteliğindeolması, aksine verilecek bir karara engel oluşturmaktadır.
Madditazminat davalarında Borçlar Kanununun 43. maddesi ile yargıca tanınanindirim-artırım yetkisinin kullanılmasında, hükümde yer alan iki kriterdenişverenin kusurunun ağırlığına (ağır-hafif) ilişkin olanından çok, durumungereğini (hal ve mevkiin icaplarını) dikkate alan kriter rol oynar. Zira tarafkusurları dışında iş kazasına katkı sağlayan başka unsurun bulunmadığı hallerde,işçinin müterafık kusuru mahsup edildikten sonra kalan zarar miktarına işverenkatlanır. İşverenin kusurunun ağırlığı bir artışa neden olmadığı gibi, hafifliğide indirim sağlamaz. Hatta kusurun büyük ölçüde işçide olduğu hallerde,yukarıda da belirtildiği gibi, hafif ihmali olan işverenin sorumluluk miktarıişçiyi korumak için arttırılır. Benzer şekilde, iş kazasına tarafların yanısırakaçınılmaz unsurların ya da istihdam edilen diğer şahısların katkı sağladığıhallerde de 43. madde uygulanırken işverenin kusur düzeyinden hareket edilmez.Bu gibi durumlarda da işverenin sorumluluk miktarı, durumun gereğine göre tayinedilir. Kaçınılmazlığın ya da istihdam edilen diğer şahsın iş kazasına yaptığıkatkı, durumun özelliği gereği ağırlıklı olarak ya da tümüyle işvereneyüklenir.
BorçlarKanununun 43. maddesini uygulayan yargıç somut olayın özelliklerini incelemekdurumundadır. Gerek işçinin kaza sonrasında içinde bulunduğu maddi durum,gerekse işverenin muhatap olduğu tazminat karşısındaki ekonomik durumu,yargıcın üzerinde önemle duracağı etkenlerdir. Nitekim konuya ilişkin birkararda bu durum açıkça ortaya konulmuştur. Buna göre: “Hâkim, (tazminat davasında) sonuca ulaşırken hesaplamaya ilişkin maddiunsurları, tarafların kusur durumlarını, sorumluluğa ilişkin temel hukuk ilkeve esaslar yanında, tarafların sosyal ve ekonomik koşullarını hep birdendeğerlendirmek zorundadır. Maddi tazminatın hiç bir zaman zenginleştirme aracıolmadığı ve özendirici nitelik göstermemesi gerektiği göz ardı edilmemeli ve buarada sözü edilen tazminatın bir tarafın zararını karşılarken diğer tarafınekonomik ve ticari hayattan silinmesini gerektirecek boyutlarına ulaşmasıönlenmelidir. Bu nedenle tarafların ekonomik ve sosyal durumları araştırılmalı,zararı ödemekle yükümlü işverenin iş hacmi, işletmesinin büyüklüğü, kaç işçiçalıştırdığı saptanmalı, tazminatın sonuçlarına katlanıp katlanamayacağıyönünde ön bilgiler toplanmalıdır. Kısaca, tazminat belirlenirken bununtoplumda yaratacağı olumsuz durumlar göz ardı edilmemeli ve toplumsal denge veçıkarlar da korunmalıdır. Bu durumda hâkim toplayacağı kanıtlar sonucugerektiğinde BK’nun 43.maddesinin kendisine verdiği yetkiyi kullanmak suretiylehakkaniyete uygun indirim yoluna gitmeli ve tazminat belirlemenin gerçekçiniteliği ortaya konulmalıdır.”[140]. İçtihatta sergilenen görüş, daha önce verilmiş bir başkayüksek mahkeme kararında somut olarak görülmektedir. Söz konusu kararda, işçi veişverenin kusurlu bulunmadıkları ve kaçınılmazlığın sebep olduğu iş kazasındakusur paylaşımının yarı yarıya yapılmasının uygun olmayacağını, işçinin sosyalve ekonomik durumunun bu orandaki bir paylaşımı hakkaniyete aykırı kılacağınıbelirtmiştir[141].
Aynışekilde taraf kusurları, olaya katkı sağlayan kaçınılmaz etkenler, iş kazasınasebep olan tüm unsurlara düşen kusurun dağılım şekli de yargıcın takdirine etkieder. Hatta Yargıtaya göre, kazalanan işçinin içinde bulunduğu bünyesel zayıflıklar dahi işvereninsorumlu olacağı miktarı belirlemede yargıç tarafından dikkate alınmalıdır. Ziraiş kazasının sebep olduğu zararın büyümesine sebep olan bu tür zayıflıklar,işçi açısından müterafık bir kusur olarak değerlendirilemediği için BorçlarKanununun 44. maddesinin uygulanmasına engel oluşturur. İşçinin bünyeselzayıflığının kusur sayılmaması karşısında, tazminata olumsuz etki etmesigereken böyle bir durumun 43. madde kapsamında incelenmesindendeğerlendirilmesinden başka çare kalmamaktadır. Dolayısıyla yargıç, kazalananişçinin vücudundaki bilinmeyen zayıflığı 43. madde anlamında (halin icabıgereği) tazminattan indirimi gerektirecek bir unsur olarak dikkate alabilir.Ulaşılan bu sonuçtan da anlaşılacağı gibi iş kazası tazminatının miktarınınbelirlenmesi aşamasında Borçlar Kanununun 43. maddesinin, aynı kanunun 44. maddesinegöre daha geniş bir uygulama alanına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Uygulamada,maddi zarar olarak belirlenen miktarın mahkemece yüksek bulunması halindeyargıcın 43. maddeye dayanarak hesaplananın daha altında bir rakamı tazminatolarak kabul ettiği görülmektedir. Başka bir deyişle mahkemeler, hesaplananzarardan tazminat alacaklısının haksız kazanç sağlamaması için indirimyapmaktadırlar. Yargıtayın içtihatları da bu uygulamayı destekler niteliktedir[142].
Tazminatdavalarında geliştirilen ve kanuna dayandırılan bu uygulama kimi yazarlarcaeleştirilmektedir[143]. Bu eleştirilerde, matematiksel olarak tespit edilen birtakım sonuçlara takdire dayalı olarak müdahale edilemeyeceği vurgulanmıştır.Kanımızca kararlarda sergilenen uygulama, hukukumuzda tazminat hesabındakullanılan yöntemlerin yasal bir dayanağa oturtulamamış olmasından kaynaklanır.Aşağıda ayrıntılarıyla ortaya koyacağımız hesap yöntemi kısmen yargısalkararlarla getirilen, kısmen de uygulamanın belirlediği bir takım unsurlaradayanır. Dolayısıyla uygulanan hesap yönteminin geçerliliği, yargı makamlarınınbelirlediği sınırlar içinde kalıp kalmamasına bağlı olarak değişir. Söz konususınırı ise yargı makamının tazminat miktarı konusundaki değerlendirmesioluşturur. İş kazası sonrasında açılan dava üzerine bilirkişinin yaptığıtazminat hesabı sonucunda bulunan rakam, mahkeme tarafından aşırı bulunmadığısürece tazminat olarak kabul edilmektedir. Ancak rakam aşırı bulunursa,tazminat hesabı yanlış kabul edilmeksizin indirime tabi tutulmaktadır.Hesaplanan tazminat miktarının yargıçların takdiri değerlendirmesi sonrasındaiş kazası tazminatına dönüşmesine ilişkin uygulama eleştirilmekte olsa dayadırganmamalıdır. Zira yasal bir sisteme dayanmayan tazminat hesaplamasını,bir de yargıçların takdir denetiminden çıkarmak, zaten bir belirsizliğinsürdüğü hesap uygulamasını tümüyle denetimsiz bırakacaktır. Bu ise hukukgüvenliğinin ortadan kalkması nedeniyle benzer durumlarda farklı tazminatlarahükmedilmesi gibi bir sonuç doğuracaktır. O nedenle uygulamayı bu düşünce şekliile değerlendirmek gerektiği kanısındayız. Kaldı ki kısa vadede yapılabilecekolan da ya yasal bir tazminat hesap usulü benimseyerek yargıcın hesaplananrakamı takdir etme hakkını ortadan kaldırmak ya da halen yapıldığı gibi hesapyöntemlerinin uygulama ve içtihatlara göre belirlendiği bir hesap sistemiiçinde bilirkişinin bulduğu tazminat rakamını yargıcın takdir denetimindengeçirerek asgari bir iş kazası tazminatı standardı yakalamaktır.
v)İşverenin sorumlu tutulacağı bir iş kazasında, işverenin diğer bir işçisininkusurlu bulunması da mümkündür. Bu tür olaylarda istihdam edilen diğerişçinin kusurlu hareketi, işverenin kusuruna, kaçınılmazlık yaratan bir unsura,kazalanan işçinin kusuruna katkı sağlayabileceği gibi tek başına da iş kazasınasebep olabilir.
Bu tür biriş kazasının gerçekleşmesi halinde kusur oranları belirlenirken, işveren vekazaya katkı sağlayan diğer işçi, Borçlar Kanununun 55. maddesi nedeniyle birarada değerlendirilmez. Her ikisinin de kusuru ayrı ayrı takdir edilir. Ancakiş kazası tazminatının ya da destekten yoksun kalma tazminatının belirlenmesiaşamasında işverenin kusuru ile kazaya sebep olan diğer işçisinin kusuru birarada dikkate alınır. Başka bir deyişle Borçlar Kanununun 55. maddesi gereğinceişveren, kazalanan işçiye karşı diğer işçisinin kusurundan da sorumlu tutulur.Yargıtay, söz konusu uygulamasını şu gerekçelere dayandırmaktadır: “...İş kazalarında ise işverenin sorumluluğuakdi bir sorumluluk olup, bu yön kasdı veya işçilerin sağlığını koruma ve işgüvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılırbir eylemi sonucunda meydana gelen zararlardan başka, tehlike (risk)nazariyesine dayalı kusursuz sorumluluğu da içerir. Zira işveren iş aktiyleişçisini iş ve işyeri tehlikelerine karşı korumayı taahhüt ettiği gibi, çağıngelişmiş teknolojisinin yarattığı, fakat önlenmesi mümkün olmayan tehlikelerdendoğacak tehlikelerden doğacak zararları da taahhüt etmiş sayılır. Üçüncükişinin davranışı sonucu meydana gelen tehlikeleri de bu tehlike kavramı içindedüşünmek icabeder. Bu hususlar hizmet sözleşmesinde açıkça gösterilmiş olmasa bile,niteliği itibariyle aktin içeriğinde var demektir. Hizmet sözleşmesinin bukapsamı ve niteliği işverenin sorumluluğu açısından uygun sebep-sonuçbağlantısının kabulü için yeterlidir...” [144].
Konuyaörnek oluşturabilecek bir başka karardaki değerlendirme ise şöyledir, “ Olay iş kazası olup iş hukuku ve sosyalgüvenlik ilkeleri çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. İşverenin işkazası sonucu meydana gelen zarar nedeniyle hukuki sorumluluğu yasa veiçtihatlarla belirlenmiş olan ayrık haller dışında ilke olarak iş aktindendoğan işçiyi gözetme (koruma) borcuna aykırılıktan kaynaklanan kusura dayalısorumluluktur. İnsan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işverenin işçilerinsağlığını ve güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustakişartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanunu'nun77. maddesinin açık buyruğudur. İş kazasından doğan tazminat davalarınınözelliği gereği, İş Kanunu'nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önündetutarak ve özellikle işyerinin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gerekenİşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü'nün ilgili maddelerini incelemeksuretiyle, işverenin işyerinde alması gerekli önlemlerin neler olduğu, hangiönlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığıgibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti veoranı hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde belirlenmelidir.Mahkemece, davalı sigorta şirketi… Sigorta A.Ş. hakkındaki davanın reddineverilmesi doğru ise de; hükme esas alınan ve taraflarca kabul edilen CezaMahkemesindeki… tarihli kusur bilirkişi raporu ile davalı pilot (A)’nın… olayda6/8 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş iken, davalı işverenin iş kazasınınoluşumunda istihdam ettiği işçisinin kusurundan işçisi ile birlikte müşterekenve müteselsilen sorumlu olduğu göz önünde tutulmaksızın davalı… A.Ş'nin demanevi tazminattan sorumlu tutulması gerekirken yazılı olduğu şekilde davanınreddine karar verilmesi hatalı olmuştur.”[145]
Yargıtaya göre istihdam eden sıfatıyla sorumlulukta neistihdam edenin ne de istihdam edilenin kusurlu olmaları aranmaz. Ancakuygulamada genellikle istihdam edilenin kusurlu olduğu görülmektedir. Konuyailişkin bir karar konu olan olayda greyder operatörü, kendi sevk veidaresindeki makineyi, ehliyetli olmayan yağcı işçiye teslim etmiş ve bununsonucunda iş kazası doğmuştur. Olayda greyder operatörünün fiilinden dolayıişveren Karayolları Genel Müdürlüğü istihdam eden sıfatıyla sorumlu tutulmuş,ancak müterafık kusurun varlığı da kabul edilmiştir[146].
İşverenin55. madde bağlamındaki sorumluluğu kendi kusuru olmadan gerçekleştiği için, tazminatmiktarında 43. maddeye göre hakkaniyet indirimine gidilemez[147]. Zira böyle bir indirimin işverene lehine uygulanabilmesi içinzarara kendisinin sebep olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle iş kazasındadoğrudan işverenin eyleminin ve kusurunun etkili olması aranır. Ayrıcakazalanan işçiye karşı istihdam ettiği kimselerin davranışlarından kendi kusurugibi sorumlu tutulan işveren bu zarara kendisi katlanmaz. Ödediği tazminatınsöz konusu işçi ya da işçilerin kusurlarına isabet eden kısmını onlara rücuedebilir (BK. 55/son). Buna karşılık istihdam edilen kişilerin kusurlarıyanında, kaçınılmazlık olarak değerlendirilen bir unsurun da iş kazasına katkısağlaması durumunda, kaçınılmazlığa düşen sorumluluk payı işverene yüklenirfakat bu miktar yargıç tarafından 43. maddeye göre hakkaniyet indirimine tabitutulur. Dolayısıyla istihdam edilen işçinin kusuru dışında kazaya katkı sağlayanunsurların varlığı halinde, tazminatın tespitinde benimsenecek çözümşekillerinin yukarıda açıladığımız ihtimallere paralel uygulanacağınısöyleyebiliriz.
İşverenler,istihdam ettikleri işçinin sebep olduğu iş kazasından dolayı sorumlu tutulmakistendiklerinde, 55. maddede getirilen kurtuluş imkânlarından yararlanılabilirler.Borçlar Kanununun 55. maddesinin ilk fıkrasına göre, ”...Şu kadar ki böyle bir zararın vuku bulmaması için hal ve maslahatınicabettiği bütün dikkat ve itinada bulunduğunu yahut dikkat ve itinada bulunmuşolsa bile zararın vukuuna mani olamayacağını ispat ederse mesul olmaz.”
Kanımızca düzenlemede geçen kurtuluş imkânının iş kazalarıya da meslek hastalılarından doğan sorumluluklara uygulanmasını engelleyenhukuksal bir neden yoktur. Buna karşın, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatımızlaişverene yüklenen ödevler mevzuatta belirtilenlerle değil teknolojiningerekleri ile sınırlandığından, işverenin durumun gerektirdiği bütün dikkatigösterdiğini ispat etmesi oldukça zordur[148]. Ancak buna rağmen, istihdam edilen kimsenin fiiliyle nedensellikbağının kesilmiş olması halinde işveren, istihdam eden sıfatıyla dahi sorumlututulamaz. Nitekim yargıya intikal etmiş bu tür bir olayda işverenin başka birişçisi kazalanan işçiyi şahsi nedenlerle öldürmüştür. Olay önüne gelen Yargıtayisabetli bir değerlendirmeyle işverenin istihdam eden sıfatıyla dahi buradasorumlu tutulamayacağına hükmetmiştir[149].
İşverenin işçisinin fiilinden sorumluluğu kusursuz birsorumluluk olarak düzenlenmiş olduğundan, 55.madde ile getirilen söz konusukurtuluş imkânları yalnız kusursuz işveren için geçerlidir. O sebeple işveren, istihdamettiği işçisinin sebep olduğu iş kazasına kusuruyla katkı sağladığında, 55. maddedegeçen kurtuluş imkânlarından yararlanamayacaktır[150].
B. İşçi AleyhineUygulanabilecek Hukuksal Yaptırımlar
İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasıher ne kadar işverene düşen bir yükümlülük ise de, İş Kanunu bu alanda işçiyede bazı mükellefiyetler getirmiştir. Gerçekten de yasanın 77.maddesine göre, “İşverenlerişyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlüönlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önlemeuymakla yükümlüdürler.” Düzenlemeden de açıkça anlaşıldığı üzere iş sağlığıve güvenliğinin sağlanmasında işçilere de önemli bir ödev yüklenmiş veişverence alınan önlemlere uygun davranmaları istenmiştir.
a. İş akdininişverence haklı nedenle derhal feshi
aa. Görevini yerine getirmemek
İşçinin ödevlerini yerine getirmemesi, İş Kanununa göreişverene, haklı nedenle derhal fesih sebebi sayılmıştır. Konuyu düzenleyen25/II-h hükmüne göre, “İşçinin yapmaklaödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısraretmesi”, işverene iş akdini haklı nedenle derhal fesih hakkıkazandıracaktır.
İşçinin görevini yerine getirmemesi, konu iş sağlığı vegüvenliği olduğunda da iki değişik sebeple feshe konu olabilir. Bunlardan ilkive daha yaygın olanı, iş sağlığı ve güvenliğinden sorumlu personele ilişkinolanıdır.
Esas görevleri ya da görevlerinin bir kısmı işyerindeki işsağlığı ve güvenliğinin sağlanması olan işçiler, bu görevlerini hiç ya dagerektiği gibi yerine getirmediklerinde, iş akitlerinin haklı nedenle derhal feshiile karşılaşabilirler. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu tür birfeshe müracaat için işçiye önceden bir ihtar yapılmasının şart olmasıdır[151]. Aksi halde yüksek mahkeme, bu sebeple yapılan fesihlerihatırlatma yapılmadığı gerekçesi ile haksız fesih kabul etmektedir[152]. Yasada bir açıklık olmasa da bu ihtarın yazılı yapılmasıişverene ispat kolaylığı sağlayacaktır[153]. Gerçekten de İş Kanununa göre, kendisine hatırlatıldığıhalde iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin olan görevi yapmamakta ısrar eden işçi,derhal işten çıkarılabilecek ve kendisine herhangi bir tazminat ödenmeyecektir.Bunun için işverenin bu feshi, işçinin görevini ihmal eylemini öğrendiği gündenbaşlayarak altı iş günü içindeve en geç fiilin gerçekleşmesinden itibaren bir yıl içinde uygulaması gerekmektedir. (İK.26/I). İşçinin, göreviniyerine getirmeyerek maddi çıkar sağlaması halinde ise bir yıllık süre dahiuygulanmayacaktır.
Yasada geçen 6 iş günlük süre, işçi hakkında disiplinsoruşturması yapılan hallerde bu soruşturmanın bitiminden sonra başlayacaktır.Yüksek mahkeme de buna açıkça işaret etmektedir. “Belirtmek gerekir ki, feshe konu olan olayla ilgili davalı işverencesoruşturma başlatılmış ve soruşturma raporu, feshe yetkili makam onayına…tarihinde sunulmuştur. İş sözleşmesinin feshi karan, yetkili makam tarafındanaynı gün alınmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 26. maddesinde düzenlenen vehak düşürücü süre niteliği olan 6 gün içinde sözleşmeyi fesih yetkisi,soruşturma halinde feshe yetkili makamın onayına sunulduğu tarihte başlamışolur. Somut olayda feshe yetkili makam işten çıkarma işlemini gerektiren olayıöğrenir öğrenmez, hak düşürücü süre içinde fesih yetkisini kullanmıştır.Mahkemece, hak düşürücü süre içinde fesih hakkının kullanılmadığı gerekçesiyerinde değildir…” [154].
Bununla birlikte belirtelim ki, işverence disiplin kurulunamüracaat için bir süre belirlenmiş ise, bu süreye uygun davranılması halinde dealtı iş günlük süre koşulu ihlal edilmiş sayılmamaktadır[155].
Görevin yerine getirilmemesi, kendisine iş sağlığı vegüvenliği alanında özel bir görev verilmeyen işçiler için de fesih sebebiolabilir. Zira, İş Kanunun 77.maddesinde yer alan ve iş sağlığı ve güvenliğialanında işçiye getirilen yükümlülüğün[156], teknik olarak talimatlara uygun davranma borcunu ifade ettiğinisöyleyebiliriz. Yani işçi, işverenin iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasınayönelik olarak aldığı önlemlere ve verdiği talimatlara uygun davranmak zorundadır.Aksi halde işçiyi, işverene karşı borcunu (görevini) yerine getirmemiş sayabilmekmümkündür. Nitekim hemen her işyerinde işçilere, çalıştıkları alanlardakisağlık ve güvenlik risklerine karşı da yükümlülükler getirilmektedir. Bu, bazenbireysel iş sözleşmelerinde, bazen de işyeri iç yönetmeliklerindedüzenlenmektedir. Her iki halde de işçiler için getirilen ve kendilerinebildirilen bu görev ve yükümlüklerin ihlali, iş akdinin haklı nedenle derhalfeshine neden olabilir.
bb. İş sağlığı ve güvenliğini tehlikeye düşürmek
İşçileriniş sağlığı ve güvenliği alanındaki ihlallerinde fesih gerekçesi olarakbaşvurulabilecek ve yukarıda yer verdiğimiz 25/II-h hükmü, nispeten genel birkarakter taşımaktadır. Her ne kadar bu konuda işveren tarafından kullanılabilmesimümkün bir genel hüküm bulunsa da, kanun koyucu aynı amaca yönelik sonuçdoğurabilecek nitelikte ve doğrudan iş sağlığı ve güvenliğini ilgilendiren birbaşka hüküm daha getirmiştir.
İş Kanunun 25/II-ı düzenlemesinde yer alan hükme göre, “İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzündenişin güvenliğini tehlikeye düşürmesi” halinde iş akdi tıpkı bir öncekiparagrafta belirtilen düzenlemede olduğu gibi işverence haklı nedenle derhalfeshedilebilmektedir. Görüldüğü gibi yasa koyucu, iş sağlığı ve güvenliğialanındaki önlemlere uygun davranma borcunu, genel düzenleme dışında ayrıcadüzenlemiş ve konuya yönelik hassasiyetini çok açık ortaya koymuştur.
İşçinin feshe sebep olabilen bu nitelikteki davranışlarınınsonucunda bir zarar doğmuş olması gerekmez. İş sağlığı ve güvenliğini tehlikeyedüşürmüş olması yeterlidir[157]. Ancak 25/II.ı hükmünün kendisine uygulanabilmesi için,işçinin söz konusu davranışında kusurlu olması aranacaktır[158]. Kastı ya da ihmali olmayan bir işçinin bu nitelikteki birdavranışı haklı fesih gerekçesi sayılmamalıdır.
Sözüedilen yasal düzenlemeler işverene, iş akdini derhal fesih hakkı vermektedir.Dolayısıyla işyerinde iş sağlığı ve güvenliği önlem ve talimatlarına uygundavranmayan ya da her hangi bir davranışı ile iş sağlığı ve güvenliğinitehlikeye düşüren işçinin iş akdi haklı sebebe dayalı olarak ve derhal (yaniihbar süreleri beklenmeksizin) feshedilebilecektir. Nitekim bu yönde Yargıtayiçtihatlarına konu olmuş örnekler de bulunmaktadır. Bunlardan birinde yapılandeğerlendirme şu şekildedir: “…Davacıişçinin iş sözleşmesi, maden ocağı işyerinde sigara içtiği gerekçe gösterilerekfeshedilmiştir. Mahkemece davacının sigara içtiğinin kanıtlanamadığı veçantasında bulunan sigara ve çakmak sebebiyle ihtar cezası verilmesigerekirken yapılan feshin haklı olmadığı gerekçesiyle isteklerin kısmenkabulüne karar verilmiştir. İşyerinde sigara içilmesinin ve yanıcı maddelerbulundurulmasının yasaklandığı, buna dair duyuruların yapıldığı dosya içeriğiile sabit olmuştur. İşverenin bu yönde uyarısını içeren levha üzerine işyeriyeklisine hakaret anlamına gelen yazılar yazılmış ve bunun üzerine madenocağında arama yapılmıştır. Davacı işçinin çantasında sigara ve çakmakbulunmuştur. İşverence tutanak tutulmuş ve davacı da tutanağı imzalamıştır.Davacı tanıkları, maden ocağında sigara ve çakmak bulundurmanın yasak olduğunubildiklerini açıklamışlardır. Maden ve Taş Ocakları İşletmelerinde ve TünelYapımında Alınacak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Önlemlerine İlişkin Tüzüğün346. maddesinde, ‘kömür ve kükürt ocaklarıyla yangın tehlikesi olan ocaklardatütün içilemez. Bu ocaklara sigara, pipo, puro, kibrit, çakmak vb. madde vemalzemeler sokulamaz’ şeklinde kurala yer verilmiştir. İşyerinin anılanyasaklama kapsamında bulunduğu tartışma dışıdır. Davacı işçinin maden ocağınasigara ve çakmak götürmüş olması, işin güvenliğini ciddi şekilde tehlikeyedüşürmektedir. Bu durumda davacı işçinin iş sözleşmesinin işverence feshihaklı nedene dayanmaktadır. İhbar ve kıdem tazminatlarına hak kazanılmasınaolanak bulunmamaktadır. Mahkemece davanın reddi yerine kabulüne kararverilmesi hatalı olmuştur." [159].
Aynı yöndebir başka kararda yer verilen görüşler ise şunlardır: “Davacı işçi davalıya ait maden ocağı işyerinde çalışmakta iken olaygünü ocakta sigara içildiğini gösteren bu hususun hissedildiği bunun üzerineocakta yapılan aramalarda davacıya ait bir çanta içinde birisi kullanılmayahazır ve açık diğeri kapalı iki sigorta paketinin bulunduğu bu durumunyetkililer tarafından tutanakla tespit edildiği sonrada işveren tarafındandavacının işine son verildiği anlaşılmaktadır. Maden ve Taş Ocaklarıişletmelerinde ve Tünel yapımında alınacak İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğiönlemlerine ilişkin Tüzük’ün 346. maddesinde maden ocaklarında sigara paketi,çakmak, kibrit gibi sigara yakmaya yarayan eşyaların bulundurulmasınınkesinlikle yasak olduğu kurala bağlanmıştır. Böyle bir düzenlemeye yerverilmesi en küçük bir ihmal halinde çok sayıda ölümle sonuçlanan iş kazalarınaneden olmasından ileri gelmektedir. İşçilerin bu tür önleyici kurallarahassasiyet göstererek uymaları en başta kendi menfaatleri gereğidir. Kaldı kiolayda sigara dumanından ve davacının çantasında bulunan sigara paketleri veçakmaktan davacının sigara içtiği de anlaşılabilmektedir. Bu itibarla işverentarafından gerçekleştirilen feshin haklı olduğu kabul edilerek ihbar ve kıdemtazminatı istekleri reddedilmelidir."[160].
İşverenin bu kapsamda kullanacağı fesih hakkı, süreyebağlıdır. İş Kanununa göre, “… 25inci (maddede) gösterilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan halleredayanarak… işveren için tanınmış olan sözleşmeyi fesih yetkisi, …(işçinin) buçeşit davranışlarda bulunduğunu… (işverenin) öğrendiği günden başlayarak altı iş günü geçtikten ve her haldefiilin gerçekleşmesinden itibaren biryıl sonra kullanılamaz. Ancak işçinin olayda maddi çıkar sağlamasıhalinde bir yıllık süre uygulanmaz.” (İK.26/I).
İş Kanunu, haklı feshe başvuran işverene, işçinin feshesebep olan davranışları sebebiyle uğramış olduğu zararları ondan talep etme imkânınıda getirmiştir. Yine 26.maddeye göre, “Buhaller sebebiyle… iş sözleşmesini yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içindefeshedenlerin (işverenlerin) diğer taraftan (işçiden) tazminat hakları saklıdır.”Dolayısıyla işveren, iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uymayan, verilentalimatlara aykırı davranan ve işyerinde tehlike yaratan işçinin, budavranışları sebebiyle oluşan zararların tazminin kendisinden isteyebilir.
cc. İşverene ait eşyalara zarar vermek
İşKanununda yer verilen ve işverene haklı fesih imkânı yaratan hallerden biriside, işçinin işverene ait eşyalara zarar vermesidir. Buna göre, “…işyerinin malı olan veya malı olmayıp da elialtında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlükücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması”, haklıfesih sebebi sayılmıştır (İK.25/II.ı).
Söz konusu düzenleme, iş sağlığı ve güvenliği açısından da uygulanabilirbir içeriğe sahiptir. Gerçekten de iş kazaları sadece işçilerin ya da üçüncükişilerin vücut bütünlüklerinde zarar meydana getirmekle kalmayabilir. Aynıkazada işyerindeki makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri de zararauğratabilir. Bu gibi durumlarda söz konusu zarar sebep olan işçilerin işakitleri, yukarıda yer verilen düzenlemeler yanında, 25/II.ı hükmüne aykırılıkgerekçesiyle de feshedilebilir.
İşverenin eşyalarına verilen zarar sebebiyle haklı fesih imkânınındoğabilmesi için işçinin kusurlu olması gerekir. Ancak işçinin kendiözelliklerine uygun olmayan bir işte çalıştırılması halinde vereceği zararın,haklı fesih gerekçesi yapılması halinde, feshin haksız olduğu kabul edilmelidir[161]. Bununla birlikte işyerinde gerçekleşen kazalarda, işçininkendisinde eksik olan teknik vasıfları bilmesi gerektiği kabul edilmelidir.Dolayısıyla kendisine verilen işi gereken şekilde yapamayacağını gören işçinin,bu konuda işvereni uyarmaması ve akabinde zarara neden olması halinde, kendineuygun olmayan işte çalıştırıldığı savunmasının ardına saklanmasıengellenmelidir. Bu gibi hallerde sözü edilen durum, iş akdinin işverence haklıfeshine engel olmamalıdır. Zira konu iş sağlığı ve güvenliğiniilgilendirmektedir ve insan yaşamına doğrudan etki edebilecek ihmallere gözyumulmamalıdır. İşyerindeki sağlık ve güvenlik şartlarının sağlanmasında işçide işveren kadar üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Fakatkendindeki eksikliği fark ederek bu konuda işvereni uyaran ancak yine aynıyerde çalıştırılan işçinin sebep olacağı zarar sonucu iş akdinin derhal feshihalinde fesih haksız sayılmalıdır.
İşKanununun anılan hükmü daha ziyade, makineleri, tesisatı veya başka eşya vemaddeleri de zarara uğratan olaylarda kullanılmalıdır. Zira bu tür olaylardaherhangi bir işçi zarar görmediyse olay iş kazası sayılamaz. Fakat bu durum,zarar veren olayın bir iş sağlığı ve güvenliği problemi yaratmadığı anlamına dagelmez. O gün sadece mal kaybına zarar veren olay, gerekli önlemler alınmazsabaşka bir gün can kaybına sebep olabilir. O sebeple bu tür zarar vericiolaylarda işçilerin zarar veren kusurlu eylemleri, iş sağlığı ve güvenliğiniilgilendirdiği oranda 25/II.ı bağlamındafeshe konu olabilmelidir. Şüphesiz yukarıda işaret ettiğimiz gibi bu fesihhakkının da İş Kanunun 26. maddesindeki sürelere uygun olarak kullanılmasıgerekir. Nitekim yüksek mahkemenin önüne gelen bir olayda bu noktaya işaretedilmiştir. Kararda yer verilen değerlendirmeler şunlardır: “...Gerçekten, 15/16 Temmuz 1980 tarihinde,sudkosuk tankerinden bu maddenin taşınlması sebebiyle, davacının 10 günlük(4857 sk’na göre 30 günlük) ücretininçok üstünde işverenin zararına sebebiyet verdiği ve bu zarar sebebiyle tazminatdavası açıldığı, bu davanın yargılaması sırasında yapılan bilirkişi incelemesindeolayda kusurun %80'inin işverende %20'sinin davacı ve diğer işçi arkadaşındaolduğu ve kusur oranında tazminata mahkum olup, buna ilişkin kararınkesinleştiği anlaşılmıştır. Diğer taraftan İş Kanununun 17/h maddesinde,işçinin işi savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi veişverenin malı olan veya eli altında bulunan makine, eşya ve maddelerine 10günlük ücreti ile karşılanmayacak zarar verme hali, haklı fesih sebebisayılmıştır. Ancak bu sebeple fesih, aynı Kanunun 18. maddesinde (4857 sk.’nagöre 26.maddesinde) 6 günlük hak düşürücü süreye bağlanmış; bu süreningeçmesinden sonra fesih hakkının kullanılamayacağı öngörülmüştür. İşveren, buhaklı fesih sebebini 26.2.1981 tarihli müfettiş raporuna ıttıla kesbetmekle27.2.1981 tarihinde onadığı halde fesih işlemini gerçekleştirmemiş…bulunduğundan böylece ihbarsız ve tazminatsız fesih hakkı düşmüştür.” [162].
Bununlabirlikte 25/II.ı hükmü kapsamında yargıya intikal eden olayların önemli birkısmını, üretim sürecinde işçilerin özenli davranmayarak sebep olduklarızararlar oluşturmaktadır. Bu tür olaylarda işçiler, beklenen kalitede malüretmeyerek ya da hatalı ürün imalatı sebebiyle işvereni zararuğratmaktadırlar. Bu sebeple de iş akitleri haklı nedenle feshedilmektedir.Yasanın 25/II.ı hükmü, yaşamsal tehlike yaratmayacak bu tür üretim hatalarındaya da işyeri ekipmanlarına verilen küçük çaplı zararlarda çok katıuygulanmamalıdır[163]. Aksi halde, 30 günlük ücreti ile karşılayamayacağıdüzeydeki bir zararın, bir işçinin yıllar süren kıdemini bir anda alıpgötürebileceği unutulmamalıdır. Nitekim uygulamada, işverene tanına bu hakkısınırlayan örneklere rastlanmaktadır. Bazı toplu iş sözleşmelerinde bu durum,haklı fesih sebebi olmaktan çıkarılarak geçerli fesih sebebi düzeyineindirilmekte, ya da tümüyle kaldırılmaktadır. Ancak konu iş sağlığı vegüvenliği olduğunda, yani işçilerin ve üçüncü kişilerin yaşam hakkınıilgilendirdiğinde aynı hoşgörülü yaklaşım terk edilerek, olası yeni kazalarıönleyebilmek için 25/II.ı hükmü hayata geçirilebilmelidir.
Böyle bir olayda yüksek mahkemenin değerlendirmelerişunlardır: “…davacı işçi davalıya aitişyerinde tinerde kullanılmak suretiyle boya işini yapaktan sonra fabrikanınönünde elini tinerle yıkarken bir başka işçinin yanında sigara yakarak tinerinalev almasına ve fabrikada yangın çıkmasına neden olduğu ve daha sonradaişveren tarafından davacının hizmet sözleşmesine son verildiği anlaşılmaktadır.Olayın yukarıda anlatılış biçimine göre davacının kusurlu olmadığı izlenimiuyanmakta ise de, gerçek durumun şüpheye yer vermeyecek şekilde anlaşılabilmesiiçin iş güvenliğinden anlayan kimyacı bilirkişi marifetiyle mahallinde incelemeyaptırılarak düzenlenecek bilirkişi raporu mahkemece değerlendirmeye tabitutulmak suretiyle hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmelidir."[164].
Benzer bir başka olaydaki değerlendirmeler de aynışekildedir: “Davacı, çalıştığı oto koltukimali işyerinde, diğer bir işçinin elini solventle temizlemekte iken,sigarasını yakmak üzere çakmağını çaktığı sırada yanıcı maddenin alev almasısonucu arkadaşının kolunun yaralanmasına sebebiyet verdiği ve işin güvenliğinitehlikeye düşürdüğü anlaşılmaktadır. Disiplin Kurulu'nca da bu eylemindendolayı oybirliği ile işten çıkarılmasına karar verildiği görülmektedir. Budurum 1475 sayılı İş Kanununun 17-II-h (4857 sk. 25/II.ı) fıkrasındaki fesihsebebini oluşturur ve buna göre işveren hizmet akdini fesihte haklı olur. Böyleolunca davacı ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanamayacağından davanın reddinekarar vermek gerekir."[165]
b. İş akdinin işverencegeçerli nedenle feshi
İş sağlığıve güvenliği alanında yaşanan sorunların giderilebilmesinde işverenlertarafından kullanılabilecek bir başka fesih türü de, geçerli nedenle yapılanfesihtir. İş güvencesi kapsamında bulunan işyerlerinde işverenler, bu kapsamagiren işçileri, İş Kanununun belirlediği sınırlar ve usul dairesinde, kendilerinehak ettikleri tazminatlarını ödeyerek işten çıkarabilmektedir. Sözü edilen usulve sınırlamalara uygun davranıldığında işten çıkarılan işçinin işe iade talebimahkeme tarafından reddedilmektedir.
Konuya ilişkin yasaldayanak durumundaki İş Kanununun 18.maddesine göre, “Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylıkkıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğindenveya davranışlarından ya daişletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebedayanmak zorundadır.” (İK.18/I). Düzenlemeden de anlaşılacağı üzere bufesih yöntemiyle işten çıkarılabilecek işçiler, en az 6 ay kıdemi olan vebelirsiz iş sözleşmesi ile çalışan işçilerdir. Kıdemi ne olursa olsun belirlisüreli iş sözleşmesi ile çalışan işçilerin bu şekilde işten çıkarılabilmesimümkün değildir. Şüphesiz anılan imkânın kullanılabilmesinin bir koşulu da otuzveya daha fazla işçi çalıştıran bir işyerinin varlığıdır ki, işçi ve üretimkapasiteleri düşünüldüğünde bu koşulun çimento endüstrisi işverenleritarafından sağlanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Anılan 18.maddede düzenlenen iş akdinin geçerli fesihi ile25.maddede düzenlenen haklı nedenle derhal fesih hakkı arasındaki fark, fesihusulü ve fesih sebebi oluşturan davranışın ağırlığı noktasında ortaya çıkar. İşKanununun 18.maddeaine göre feshe konu oluşturabilecek fesih sebepleri, haklıfesih nedenleri ile kıyaslandığında daha hafif düzeydedir. Başka bir deyişlekonumuz bağlamında işçilerin iş sağlığı ve güvenliği alanında geçerli feshekonu olacak davranışları, haklı fesih düzeyine varmayan, nispeten daha hafifdavranışlarıdır. O sebeple işveren, işçinin talimataaykırılık oluşturmayan ya da kendiisteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi olaraktanımlanamayacak olsa da, işyerindeki sağlık ve güvenlik koşullarında zafiyetyaratan davranışlarını geçerli fesih sebebi yapabilecektir.
Örneğin işyerinde işçiye küçük zararlar veren ve zararıntekrarı konusunda tedirginlik yaratan bir işçi, bu davranışı gerekçegösterilerek (ve fesih usulüne uymak koşuluyla) işten çıkarılabilecektir. İşKanunun gerekçesinde de işçinin feshe konu olabilecek davranışlarına örnekolarak gösterilen bu hareketin fesih sebebi sayılması, ilerde ortayaçıkabilecek daha büyük zararları önlemeye yönelik olması sebebiyle iş sağlığıve güvenliği açısından işlevsel kullanıma uygun bir karakter taşımaktadır.
İşini gereği yapmamak ya da verilen talimatlara aykırılıkda, iş sağlığı ve güvenliği bağlamında geçerli fesih sebebi olarak karşımızaçıkabilir. Daha ziyade haklı fesih gerekçesi olarak bilinen bu tür davranışlar,haklı fesih sebebi olabilecek yoğunluğa ulaşmadıklarında geçerli fesih sebebisayılabilmektedir. O sebeple kendine verilen görev, işçilerin ve işyerininsağlık ve güvenliğini ilgilendiren bir işçi, bu görevini ihmal ettiğinde, bueyleminin ağırlığına göre haklı ya dageçerli nedenle iştençıkarılabilecektir.
Nitekim önüne gelen bir olayda Yargıtay, güvenlikgörevlisinin görev başında uyumuş olmasının, bunu ilk kez yapmış olmasısebebiyle ancak geçerli fesih sebebi olarak değerlendirilebileceğine kararvermiştir[166]. Aynı anlayıştan hareketle, işyerindeki sağlık ve güvenlikkoşullarına ilişkin görevleri olan personelin bu görevleri ihmalleri, ortayabir zarar çıkmamış olsa da, olası zarar ihtimallerine karşı, en azından birgeçerli fesih sebebi olarak değerlendirilebilir.
Ancak şüphesiz bu gibi sebeplerin geçerli de olsa fesih nedeniolabilmesi, işverenin keyfi feshine yol açabilecek bir uygulamaya sebepolmamalı, fesih gerçek ve samimi güvenlikkaygılarına dayandırılmalıdır. Aksi halde işe aide talebiyle mahkemeyebaşvuran işçi, işe iade hakkı elde edebileceği gibi, çeşitli tazminatlara dahak kazanabilecektir.
İş Kanununun getirmiş olduğu ve iş sağlığı ve güvenliğininsağlanmasında da yaptırım olarak kullanılabilecek geçerli fesih imkânı, yasaylabelirlenmiş bir usule uygun olarak kullanılabilmektedir. Buna göre işveren,fesih bildirimini yazılı olarakyapmak ve fesih sebebini açık ve kesinbir şekilde belirtmek zorundadır. Dahası bu fesih işçinin davranışlarındankaynaklanmış olacağından, işçiden savunmada alınacaktır[167]. Zira İş Kanununa göre, hakkındaki iddialara karşısavunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinindavranışı ile ilgili nedenlerle feshedilemez[168].
İş Kanunu, haklı fesihten farklı olarak geçerli feshinkullanılması için bir süre belirlememiştir. Bu durumda feshin makul bir süreiçinde yapılması gerektiği kabul edilmektedir. İçtihatlar da bu yöndedir.Yargıtaya göre, “4857 Sayılı Kanun'un 26.maddesinde düzenlenen 6 iş günlük hak düşürücü süre aynı yasanın 25.maddesindeki koşulların bulunması… halinde uygulanacak olup, yasanın 18 vedevamı maddelerinde düzenlenen geçerli fesih hallerinde uygulanacağına dair birhüküm bulunmamaktadır. Geçerli fesih nedenlerinin bulunması halinde, işverenin eylemi öğrendikten sonra makul süre içindefesih hakkını kullanmış olmasıyeterlidir. Dosyada mevcut bilgi ve belgelere göre yapılansoruşturma ve davacının savunmasına göre işverenin makul sürede hizmet akdinigeçerli bir nedene dayanarak feshettiğianlaşılmış olmasına göre davanın reddi gerekirken kabulü hatalıdır.” [169]
Yasanın getirmiş olduğu usül, feshin niteliğine doğrudanetki edebilecek bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla, işçinin iş akdinin feshiiçin geçerli neden bulunsa da, anılan usule uyulmaması halinde fesih işlemigeçersiz sayılabilecek ve açılacak olası işe iade davası işçi lehinesonuçlanacaktır. Konuya ilişkin olarak verilen bir karardaki değerlendirme debu yöndedir: “Davalı işveren fesih gerekçesinde davacının işinin gerektirdiği dikkatve özeni göstermediği, sorunları çözme de yetersiz kaldığını kısaca,davacının davranışlarından kaynaklanansebeplerle hizmet akdinin feshedildiğini belirtmesine rağmen 4857 sayılıKanunun 19/2 madde uyarınca davacının savunması alınmadan sözleşmesinin feshidoğru değildir. Bu nedenle feshin geçersizliğine ve işe iadeye karar verilmesi gerekir”[170]
İş güvencesinden yararlanabilen işçilerin iştençıkarılmasında dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, son çare ilkesidir. İşveren sözü edilen gerekçeyle de olsa çıkarmakistediği işçiyi işten çıkarırken feshe son çare olarak müracaat ettiğiniispatlamak durumundadır. 4857 sayılı İş Kanununun gerekçesinde getirilen bukoşul, çalışma yaşamında sıkça ihmal edildiğinden, geçerli bir fesih sebebibulunduğu halde işçiler işe iade hakkı kazanabilmektedir. O sebeple, iş sağlığıve güvenliği alanında sorunlar yaratan ve bu davranışları sebebiyle iştengeçerli nedenle çıkarılabilecek olan işçiler dahi, çıkarılmalarından önce buriski yaratmayacakları başka bir alanda değerlendirilmeye çalışılmalıdır. Çalışmabarışının sağlanması için işveren, bu hassasiyeti göstermelidir. Yani feshe sonçare olarak bakılmalıdır. Yargıtay da bu durumu kararlarında açıkçavurgulamaktadır. Konuya ilişkin bir kararda yer verilen görüşler şunlardır:“…işverenin fesih konusunda keyfi kararlan yargı denetimine tabidir… Öte yandan, işletmesel kararla varılmakistenen hedefe fesihten başka bir yolla ulaşmak mümkün ise fesih için geçerlibir nedenden söz edilemez. Fazla çalışmalar kaldırılarak, işçinin rızası ileesnek çalışma biçimleri getirilerek, işçiyi başka işte çalıştırarak yada meslekiçi eğitime tabi tutarak amaca ulaşma olanağı var iken feshe başvurulmamasıgerekir. Kısaca, ‘fesih son çare olmalıdır’ ilkesi gözetilmelidir. Somutuyuşmazlıkta davalı işveren davacıya iş yerinde çalışabileceği başka bir işteklif etmemiş, başka bir alanda istihdam imkânı olup olmadığıaraştırılmamıştır. Buna göre feshin son çare olması ilkesi gereği yerinegetirilmemiştir.
Ancak hiç şüphesiz ki, işin her alanında aynı riskiyaratabilecek bir işçi için işverenden risksiz bir yeni iş yaratması beklenemez[171]. Tüm bu değerlendirmelerin ardından, davranışlarısebebiyle işten çıkarılacak olan işçi için başka bir çalışma alanıbulunamadıysa ve bu durum ispatlanabiliyorsa, işçinin işe iade talebi mahkemecereddedilebilecektir.
c. Tazminat
İş sağlığıve güvenliği alanında işçilere de çeşitli yükümlülükler getirilmiş olması, buyükümlüklerin ihlali halinde ortaya çıkan zararların tazmini sonucunudoğurmaktadır. Dolayısıyla gerek İş Kanunu ve gerekse iş sağlığı ve güvenliğimevzuatında işçilere getirilen yükümlülüklerin ihlali halinde işveren, busebeple uğramış olduğu tüm zararı kusuru oranında işçiden talep edebilecektir.Bu bir maddi tazminat olabileceği gibi manevi tazminat da olabilir.
İşçilerinyukarıda belirtilen gerekçelerle karşılaşabilecekleri tazminatlar, sadece işverentarafından değil, zarar gören üçüncü kişiler tarafından da istenebilir. İşçininiş sağlığı ve güvenliği alanında yarattığı tehlike ve zarar, üçüncü birkişinin (örneğin başka bir işçinin, birmüşterinin, bir ziyaretçinin) maddi ya da manevi kaybına yol açtıysa bu halde mağdur,uğramış olduğu zararın tazmini isteyebilecektir. Bu tür davalar doğrudan zararveren işçiye yöneltileceği gibi, onu istihdam eden sıfatıyla (ve daha yükseködeme gücü nedeniyle) işverene de yöneltilebilmektedir[172]. Bu son halde işveren, kusurlu olmasa da sorumlututulabilmekte ancak üçüncü kişiye yaptığı tazminat ödemelerini, kusuruoranında işçiden geri alabilmektedir.
3. İdariSorumluluk
4857 sayılı İşKanunu, sağlık ve güvenlik koşullarının oluşturulmaması halinde uygulanabilecekçeşitli idari yaptırımlar getirmiştir. Bunlardan ilki, İş Kanununun 79. maddesindedir.Buna göre, bir işyerinin tesis ve tertiplerinde, çalışma yöntem veşekillerinde, makine ve cihazlarında işçilerinyaşamı için tehlikeli olan bir husus tespit edilirse, bu tehlikegiderilinceye kadar işyerlerini iş sağlığı ve güvenliği bakımından denetlemeyeyetkili iki müfettiş, bir işçi ve bir işveren temsilcisi ile Bölge Müdüründenoluşan beş kişilik bir komisyon kararıyla, tehlikenin niteliğine göre iştamamen veya kısmen durdurulur veya işyeri kapatılır[173].
Düzenleme, 1475 sayılı İş Kanunundan farklı olarak,işyerleri ile ilgili olarak bir sınırlama getirmediğinden söz konusu yaptırımtüm işyerlerine uygulanabilir. Gerek İş Kanunundaki gerekse ilgili yönetmelikteyer verilen düzenlemeler göre, işin durdurulması ya da işyerinin kapatılmasıiçin yaşamsal tehlike ve komisyon kararı gereklidir. Dolayısıyla işçiye işibırakma imkânı veren 83. maddedeki düzenlemeden farklı olarak, işindurdurulması veya kapatılması yaptırımının uygulanabilmesi için tehlikenin aynızamanda acil olması gerekli değildir. Durdurma ve kapatma kararlarına karşıyargı yolu açıktır (İK.79). İşin durdurulması ve işyerinin kapatılmasıyaptırımlarının işçileri ekonomik zarara uğratması, 79.maddenin sonuna eklenendüzenleme ile engellenmiştir. Buna göre işveren, makine, tesisat ve tertibatveya işin durdurulması ya da işyerinin kapatılması sebebiyle işsiz kalanişçilerin ücretlerini ödemek zorundadır. Ancak dilerse, ücretlerinde birdüşüklük olmamak üzere onlara, meslek veya durumlarına göre başka bir iş deverebilir.
İşyeri kapatma yaptırımı ile ilgili olarak, işaret edilmesigereken bir diğer düzenleme, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair KanunHükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun’dur. Buna göre “İşyeri açma ve çalışma ruhsatı verilenişyerleri, yetkili merciler tarafından ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınaruhsatın veriliş tarihini izleyen bir ay içinde kontrol ettirilirler. Bu süreiçinde kontrol ettirilmemesi halinde, ilgili, çalışma ruhsatı almış sayılır vekontrol görevini süresinde yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında yasalhükümler uygulanır. Ruhsat verilmesini takiben yapılacak kontrol vedenetimlerde, … yönetmelikte[174] öngörülenkriterlere aykırı beyan ve durumun tespiti halinde; verilmiş olan ruhsat,ilgili mevzuattaki hükümler çerçevesinde yetkili merci veya mülki idareamirince iptal edilerek işyeri kapatılırve ilgililer hakkında ayrıca işlem yapılır.”(m.6).
Konuya ilişkin bir diğer idari yaptırım yine 79. maddededüzenlenen işçilerin çalışmaktan alıkonulmasıdır. Sözkonusu düzenlemeye göre, bir işyerinde çalışan işçilerin yaş, cinsiyet vesağlık durumları böyle bir işyerinde çalışmalarına engel oluşturuyorsa,çalışmaktan alıkonulurlar. Yaş,cinsiyet ve sağlık durumları sebebiyle çalışmaktan alıkonulan işçilerin işakitlerinin, alıkonulma anına kadar geçerli bir sözleşmenin hukuksalsonuçlarını doğuracağı, hem öğretide hem de yargı kararlarında kabuledilmektedir. Ayrıca, işçinin yaşına, cinsiyetineveya sağlık durumuna uygun olmayan bir işte çalıştırılması, iş akdinin bütününü değil sadece bu şekilde çalıştırılmasına ilişkinhükmünü geçersiz kılmalıdır (BK.20/2). Zira böyle bir durumda sözleşmeyitümüyle geçersiz saymak, iş mevzuatında işçiyi korumak için getirilenhükümlerin amacına aykırılık oluşturur. Bu şekilde oluşan kısmi geçersizlikhalinde, geçersiz sayılan hükmünün oluşturduğu boşluğun doldurulmasındauygulanabilecek bir yasa veya toplu iş sözleşmesi hükmü yoksa boşluk, işvereninişçiyi gözetme borcuna uygun bir davranışı ile doldurulur. Böylelikle işveren,işçiyi yaşına, cinsiyetine veya sağlık durumuna uygun bir işte çalıştırmakzorunda bırakılır ve işçiyi koruyan kuralın onu işsiz bırakması engellenmişolur[175].
Yukarıda yer verilen yaptırımlar dışında, işveren veişveren vekillerinin idari anlamda sorumluluğunu oluşturan asıl yaptırım idaripara cezalarıdır. Bu cezalara, İş Kanununun ceza hükümleri başlığınıtaşıyan sekizinci bölümde yer verilmiştir. Söz konusu düzenlemeye göre,mevzuatta yer alan hükümlere uymayan işveren veya vekiline, alınmayan her işsağlığı ve güvenliği önlemi için para cezası verilir. Alınmayan önlemleroranında izleyen her ay için aynı miktar para cezası yeniden uygulanır (İK.105).
İş Kanunun 105. maddesinin düzenlediği tek para cezası budeğildir. Bunun dışında, iş sağlığı ve güvenliğinin düzenlendiği bölümde yeralan hemen her maddenin ihlali, kimi zaman (çocuk) işçi, kimi zaman daalınmayan önlem sayısı ile çarpılarak artırılabilen, 2008 yılı itibarıyla 88ila 904 YTL arasında değişen para cezasına bağlanmıştır. İş sağlığı vegüvenliğine ilişkin para cezası düzenlemesi getiren bir başka hüküm de İşKanunun 104. maddesidir. Söz konusu düzenlemeye göre, İş Kanununun çocuk vekadınların çalıştırılmasına ilişkin düzenlemelerine uymayan işveren veyavekiline 2008 yılı itibarıyla 904 YTL para cezası verilmektedir.
Para cezaları, gerekçesi belirtilmek suretiyle Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Müdürünce uygulanır (İK. 108). Cezalara karşıtebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz mümkün görülmüştür. Geçmiş yasa dönemindesulh ceza mahkemelerine yapılmakta olan bu itirazlarla ilgili olarak 4857sayılı yasa ile bir değişikliğe gidilmiştir (1475 sk.108/II). Bununla birlikte2008 yılında yapılan yasa değişikliği konu tekrar eski haline dönüşmüştür.Gerçekten de 23.1.2008 tarihli ve 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda DeğişiklikYapılmasına Dair Kanunun ile İş Kanununun 108. maddesinin 2. fıkrası vediğer iş yasalarının aynı yöndekihükümleri yürürlükten kaldırılmıştır (m.578). Bu durum, yargı yeri konusunda5236 sayılı Kabahatler Kanununun uygulanması sonucunu doğurmuştur. Anılanyasanın 3/a hükmüne göre, bu kanunun“idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde...uygulanır”. Dolayısıyla, 5728 sayılıyasanın İK. 108/2’nin idare mahkemesini görevli kılan maddeyi yürürlüktenkaldırması ardından müracaat yeri konusunda Kabahatler Kanununun uygulanmasıgerekecektir[176]. Bu durumda da idariyaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren engeç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulması gerekecek, bu süre içindebaşvuru yapılmaması halinde idari yaptırım kararı kesinleşecektir (m.27). Bunoktada belirtmeliyiz ki, Kabahatler Kanunundaki düzenleye karşın, bu alandaverilen idari para cezalarına karşı itiraz merciinin sulh ceza mahkemesiyerine iş mahkemesi olması çok daha isabetli olacaktır[177].
İdari para cezaları ile ilgili yapılan yeni düzenlemelersonrasında cezalar bir ölçüde caydırıcılık kazanmıştır. Ancak, cezamiktarlarının belirlenmesinde işletme büyüklükleri neredeyse hiç dikkatealınmamış, küçük ve büyük işyerleri aynı cezaya muhatap kılınmıştır. Bu sebeplecezalardan beklenen verimin alınabilmesi ve gerçek anlamda caydırıcılıkkazanmaları için, işyeri büyüklükleri ile orantılı olarak artırılabilmelerinisağlayacak düzenlemelerin getirilmesi yararlı olacaktır[178].
4. Cezai Sorumluluk
İş sağlığıve güvenliği hukuku alanında karşılaşılan cezai sorumluluğa uygulanacakyaptırımlardan anlaşılması gereken, konuya ilişkin olarak 5237 sayılı Türk CezaKanununda düzenlenen suçlar için öngörülen cezalardır. Bu suçlar, ölüm veyaralama suçlarıdır[179]. Zira, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasıiçin gereken önlemleri almayarak ölüm ya da yaralanmaya sebep olan işveren, budavranışları sebebiyle cezai sorumlulukla karşılaşabilmektedir[180]. Şüphesiz aynı durum işveren vekili için de geçerlidir.
A. Taksirli öldürme
İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili incelenmesi gerekenilk suç, taksirli öldürmedir. 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununda[181] taksirle öldürme suçu şu şekilde düzenlenmiştir. “Taksirle bir insanın ölümüne neden olankişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiil, birdenfazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birliktebir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, iki yıldan onbeşyıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” (TCK. 85).
Taksirden anlaşılması gereken kanunda belirtilmiştir.Buna göre taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, birdavranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerekgerçekleştirilmesidir (TCK. 22)[182]. Failin neticeyi öngörebilmesi gerektiği halde öngörmemişbulunması, toplumun kendisini kınamasına neden olmakta, yani neticeyiöngörmemesi kusur olarak faile yüklenmektedir. Taksirin esasının öngörebilmeolduğunun kabul edilmesi adil sonuçlara ulaşılmasını sağlar. Zira öngörülmeyenve genel yaşam deneyimine göre öngörülmesi gerekmeyen neticelerden bireylerisorumlu tutmak adalet duygusunu incitir[183]. Dolayısıyla fail yani işveren, uyulması zorunlu işgüvenliği kurallarına uyarak önleyebileceği iş kazasını, bu kurallara uymayarakgerçekleştirdiği için kınanmaktadır. Başka bir söyleyişle, işyerinde gerekenönlemlerin alınmamasından kaynaklanan iş kazası sonucu gerçekleşen ölüm, önlemalmak zorunda bulunan işverenlerin neden oldukları taksirle ölüme sebebiyetverme eylemi olarak değerlendirilmektedir.
Yeni Türk Ceza Kanunu, taksirle öldürme suçu eskisindenfarklı düzenlemiştir. Eski kanununda tedbirsizlikle ölüme sebebiyet vermebaşlığı altında çeşitli taksir türleri sıralanırken, yeni yasada bunun yerinesalt taksir kavramı ile düzenleme yolu tercih edilmiştir (TCK. 85. Eski TCK.455). Yine eski yasada iki yıldan beş yıla kadar olarak belirlenmiş bulunanceza, yenisinde bir yıl artırılmıştır. Bunun konumuz bağlamında işverenler içinçok önemli bir sonucu bulunmaktadır. Zira yeni kanun aşağıda da görüleceğiüzere, erteleme için sınırı iki yıl olarak belirlemiştir. Dolayısıyla, taksirleöldürme suçlarında iki yıllık alt sınırdan ceza verilmediği sürece ertelemeimkânı kalmamıştır. Ancak ertelemenin mümkün olmadığı hallerde dahi cezanınparaya çevrilebilmesi mümkündür. Gerçekten, taksirli suçlar için hükmedilenhapis cezası uzun süreli de olsa, diğer şartların da gerçekleşmesiyle, adlipara cezasına çevrilebilmektedir.
TürkCeza Kanunu, taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusurunagöre belirleneceğini düzenlemiştir. Bununla birlikte, taksirle öldürmenindüzenlendiği eski Ceza Kanununun 455.maddesinin son fıkrasında yer alan “…cezalar, kusurun derecesine göre sekizdebirine kadar indirilebilir” hükmü mevcut 85.maddede yer almamıştır. Onun yerinegenel olarak tüm suçlar için taksirin düzenlendiği 22.maddeye “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecekolan ceza failin kusuruna göre belirlenir. Birden fazla kişinin taksirleişlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failincezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.” hükmü getirilmiştir. Bu durumkarşısında eskiden uygulanmakta olan ve matematiksel yürütülen sekiz üzerindenkusurun dağıtılması uygulaması yerine, kusurun bilinen derecelerinin (ağırkusur-hafif kusur) kullanılacağı kanaati oluşmaktadır.
Söz konusu 22. maddenin gerekçesinde bu yenilik şuşekilde açıklanmaktadır; “Taksirli suçlarda fail, kendi yetenekleri, algılamagücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektifolarak varolan dikkat, özen yükümlülüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecekdurumda olmalıdır. Bütün bu yeteneklere sahip olmasına rağmen bu yükümlülüğeaykırı davranan kişi, suç tanımında belirlenen neticenin gerçekleşmesine nedenolması durumunda, taksirli suçtan dolayı kusurlu sayılarak sorumlututulacaktır. Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, birdeğerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle,taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir.Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk gözönünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirimyapılabilir. Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif birdeğerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özenyükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişiincelemesi yaptırılabilir[184]. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme,işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafındanmünhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi birdeğerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevininsınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder. Hâkim, bu teknik verilerçerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir.Failin kusurlu bulunması durumunda, kusurun ağırlığı ve diğer sebepleri de gözönünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırıarasında bir cezaya hükmedecektir. Birden fazla kişinin taksirle işlediğisuçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlututulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişininkarşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir.Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirlehareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından herkişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarakbelirlenmelidir.”
Eski Ceza Kanunun 455. maddesinin ikinci fıkrasındadüzenlenen ve birden fazla kişinin ölümüne sebep olma fiili yeni kanunda da yeralmıştır. Buna göre “…Birden fazlakişinin taksirle işlediği suçlarda ise herkes kendi kusurundan dolayı sorumlututulmakta, her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenmektedir…”(TCK.85/II). İçeriği aynı kalan suçun cezasında bir değişiklik yapılmıştır. Bunagöre, daha önceden dört yıldan on yıla kadar olan hapis cezası, yeni kanunda üçyıldan onbeş yıla kadar olmak üzere belirlenmiştir. Yani, alt sınır azaltılmışfakat üst sınır ise artırılmıştır. Böylelikle hâkimin takdir hakkınıkullanabileceği alan genişletilmiştir. Bu noktada gerçekleşen bir başkadeğişiklik de, eskiden birden fazla kişinin yaralanması halinde aranan buyaralamanın belli bir derecede olması ölçütünün kaldırılmış bulunmasıdır[185].
Yeniyasa taksirli öldürme hallerinde, birden fazla mağdurun olması halinde cezayıartırırken, bazı hallerde cezaları ya tümüyle ya da kısmen kaldırmaktadır. Bunagöre, ölüme neden olan taksirli hareketin sonucu faili, kişisel ve ailevidurumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecedemağdur etmişse ceza verilmeyecektir. Örneğin sebep olduğu iş kazasında yanındaişçi olarak çalışan oğlunu kaybeden işveren baba için ceza söz konusuolmayacaktır. Fakat aynı durum bilinçli taksirden kaynaklanmışsa, verilecekceza sadece yarıdan altıda bire kadar indirilebilecektir. Söz konusu ihtimalin,bir iş kazasında da gerçekleşmemesi için hiçbir engel yoktur. İşveren, işverenvekili ya da bir başka işçi, sebep olduğu bir iş kazasında bir yakınınınölümüne neden olabilir. Böyle bir durumda hakkında uygulanacak ceza, anılanilkeler çerçevesinde tümüyle ya da kısmen kaldırılabilmektedir[186].
Cezanıntümüyle ya da kısmen kaldırılmasını sağlayan anlayış, Türk Ceza Kanununungerekçesinde şu şekilde belirtilmiştir: “…ülkemizde özellikle kırsal bölgelerderastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıylabizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıklarıgörülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayatzorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçükçocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocuklarınyaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafikkazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hallerde ananıntaksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasensuçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmeklekalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine nedenolmaktadır. Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile cezavermeyebilecektir. Elbette ki hâkim bu husustaki takdirini kullanırken suçlununekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını gözönünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak, dikkat edilmelidir ki,bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel veailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır; böyle birnetice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir neticede meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır. Fıkrada yazılı suç bilinçli taksirhalinde işlenirse ceza yarıdan üçte birine kadar indirilebilir”.
TürkCeza Kanunu yukarıda belirtilen haller dışında taksirin özel bir türünü dahadüzenlemiş ve buna daha ağır bir yaptırım uygulamıştır. Yasanın 22. maddesindeyer alan bu durum, bilinçli taksirolarak ifade edilmiştir. Buna göre, kişinin öngördüğü sonucu istememesinekarşın, sonucun meydana gelmesi halinde bilinçli taksir olduğu kabuledilmektedir. Buna öngörülü ya da şuurlu taksir de denilmektedir[187]. Nitekim yasanın gerekçesine göre de “Bilinçli taksiri basit taksirden ayıran özellik, fiilin neticesininfailce fiilen öngörülmüş ve fakat istenmemiş olmasıdır.”
Gerçektende bilinçli taksir halinde sonuç fail tarafından öngörülmüş ancak istenmemiş,fakat gereği de yapılmamıştır. Ancak ceza hukuku öğretisinde bazı yazarlarbilinçli taksir içindeki failin bu durumuna rağmen gereğini yapmış olduğunukabul etmektedirler[188]. Ancak bilimsel incelemelerde bilinçli taksirdeğerlendirmelerinde failin gereğini yapıp yapmadığından çok, sonucu istemişolup olmadığı ile ilgilenilmektedir.
Bilinçli taksir bağlamında işaret edilmesi gereken birdiğer konu, olası kast kavramıdır.Bir birine çok yakın olan bu kavramların sonuçlarının farklı olması, öğretidebu iki kavram arasındaki farkın ortaya konulmasını gerektirmiştir. Bilinçlitaksir ile olası kastın somut olayda birbirinden ayırt edilmesi güçtür.Uygulamadaki çoğu olayda da, failin sonucu öngörmüş olmasının bilinçli taksirmi yoksa olası kast mı olarak nitelendirileceği sorunu ortaya çıkmaktadır.
Bilinçli taksirde fail hareketi iradi olarak yapar ve sonucunmeydana gelebileceğini de öngörür. Fakat gerçekleşmesiniistemez. Bu noktada iradenin sonucu kapsamadığından söz edilir. Bunakarşılık olası kastta fail, sonucun meydana gelmesini göze almıştır. Bu açıdan iradesi, sonucu da kapsamaktadır. Failsomut olayın koşullarına göre sonucun meydana gelebileceğini düşündüğü haldehareketinden vazgeçmeyerek sonucu göze almışsa, failin bu sonucu istediğinden ve ortada olası kast bulunduğundan söz edilir.Bilinçli taksir halindeyse sonuç öngörülmüş ancak istenmemiştir. Buna karşılık,olası kastta sonuç iradidir. Fail somut olayda sonucun gerçekleşmeyeceğineinanmış ve failin yeteneği, deneyimi gibi bu inancını haklı gösterecekkoşullar bulunmuşsa, bilinçli taksir vardır. Failin bu inancını haklıgösterecek koşullar yoksa olası kasttan söz edilir[189]. Örneğin kalabalık caddede hızlı araç kullanan şoför,genel olarak bir kimseye çarpabileceğini öngörür, düşünür, ancak somut olaydakendi yeteneğine güvendiğinden bu sonucun oluşmayacağına inanır, gerçekleşmesinide istemez. Nitekim sözü edilen zararlı sonucun gerçekleşme ihtimalininvarlığını kabul ettiği anda, hareketi yapmaktan, yani aracı kullanmaktanvazgeçer. Buna karşın olası kast halinde fail hareketinin hukuka aykırı birsonuç meydana getirebileceğini öngördüğü halde, eylemini sürdürür. Yani olasıkastla hareket eden araç sürücüsü “çarparsam çarpayım” diye düşünür. İki kavramarasındaki fark bu noktada ortaya çıkar. Sonuç gerçekleşse de harekete devam edeceğim diyen fail olası kastiçindedir[190]. Ama bu seçenek karşısında hareketini sonlandıracağı kabuledilen fail bilinçli taksir durumunda sayılmaktadır.
Bilinçli taksir halinde bulunan fail, normal taksirdenfarklı olarak sonucu öngördüğünden daha fazla sorumlulukla karşılaşmasıöngörülmüş ve hakkında uygulanacak ceza normal taksir hallerine göre üçtebirden yarıya kadar artırılmıştır (TCK. 22/3)[191].
Kanımızca bilinçli taksir hali, iş sağlığı ve güvenliğihukuku bağlamında da çok önemli sonuçlar doğurabilecek bir yapı sahiptir.Gerçekten de işyerlerinde gerçekleşen iş kazalarının büyük çoğunluğu işverenlertarafından öngörülebilecek düzeydeki basit iş kazalarıdır. Zaten kazaların birçoğu da birbirinin tekrarı niteliğindedir. Dolayısıyla bu tür olaylarda büyükölçüde, işveren veya işveren vekilinin ortaya çıkabilecek sonucu öngördükleriancak gereken önlemleri almadıkları kabul edilebilir. Böyle bir durumda isehaklarında uygulanacak ceza, dokuz yıla kadar çıkabilmekte, birden fazlakişinin ölümüne sebebiyet verme halinde ise bu süre neredeyse yirmi üç yılakadar tırmanabilmektedir.
Bilinçli taksir düzenlemesinin sebep olduğu bu sonuç,çalışma yaşamında son derece olumsuz etkiler doğurmaktadır. Gerçekte üretimsürecinde yaşanan kazaların neden olduğu suçlara yönelik olmayıp daha ziyade,trafik kazalarındaki ihmali hareketleri önlemeye çalışan bilinçli taksirkavramı, düzenleniş şekli sebebiyle iş kazalarına da uygulanabilir nitelikkazanmıştır.
Oysasıradan bir vatandaşın trafik kazası ile bir bilinçli taksire sebep olmaihtimali, aynı duruma iş kazası ile neden olan işveren ya da vekili ilekıyaslandığında çok düşüktür. İşverenler ve vekilleri üretim koşulları altındasürekli kazaya sebep olma riski ile karşı karşıyadır. Aynı suç riski işçikleriçin de geçerlidir. Buna karşılık bize göre ceza kanunu koyucunun amacı, bukoşullar altında gerçekleşen suçları takip değildir. O nedenle yasalaşma sürecidevam eden İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa taslağına eklenecek bir hüküm ile TürkCeza Kanununda bir değişiklik yapılmalı ve iş kazalarının bilinçli taksirkapsamında değerlendirilebilmesi önlenmelidir. Yapılacak bu tür bir değişiklikle,iş kazası ve meslek hastalıklarında işveren ve vekilleri açısından hürriyetibağlayıcı cezayı sıklıkla gündeme getiren bir hüküm, eskiden olduğu gibi sadecetaksir olarak nitelendirilebilir hale gelecektir. Bu şekilde işverenler vevekilleri, eskiden olduğu gibi, iş kazası ve meslek hastalıkları halinde ortayaçıkan olayda taksirli kabul edildikleri oranda suçlu sayılacak ve cezagöreceklerdir[192]. Dahası bu tür olayların gerçekleşme ihtimali ve oluşabileceksorumluluğun büyüklüğü sebebiyle işveren vekili durumundaki çoğu teknikelemanın yaşadığı büyük stres, kabul edilebilir stres düzeyineindirilebilecektir. Aksi halde çoğu tehlikeli işletme, tüm bu ceza riskini gözealarak iş sağlığı ve güvenliği alanında görev yapmayı kabul edecek teknikeleman bulmakta büyük güçlük çekecektir.
Kanımızca yukarıda işaret edilen olası kast halinin işsağlığı ve güvenliği hukukunda ortaya çıkma ihtimali oldukça zayıftır. Zirahiçbir işverenin, çalıştırdığı işçilerin maruz kalabileceği tehlikeleriöngördükten sonra bunlara kayıtsız kalacağını düşünebilmek mümkün değildir.Ancak unutmamak gerekir ki, somut olayda iş kazasının gerçekleşmeyeceğineinanmış bir işveren ya da vekilinin bilinçli taksir düzeyinde kalabilmeleri,yetenek ve deneyim gibi bu inançlarını haklı gösterecek koşullara sahipolmaları gerektirir. Aksi halde yani bu inancını haklı gösterecek koşullaryoksa olası kasttan söz edilebilir. Başka bir söyleyişle iş kazasınıngerçekleşmeyeceğini öngören işveren ya da vekili, bu düşüncelerinin haklıgörülmesini sağlayacak ortamı sağlamadıkça ve gereken önlemleri almadıkça, saltbu düşünceleri sebebiyle bilinçli taksir kapsamına giremeyecek, olası kast ileyargılanabilecektir.
Taksirle ölüme neden olma dışında yeni Türk Ceza Kanunu ilegetirilmiş önemli bir düzenleme daha bulunmaktadır. Bu düzenleme eski yasadöneminde yer alan kasıt ve taksirin arasında yer alan yeni bir dereceyitanımlamaktadır. Ancak yeni kavramın daha iyi anlaşılabilmesi için, kastenöldürmenin yeni Türk Ceza Kanununda ne şekilde düzenlenmiş olduğunu belirtmekteyarar vardır. Yasanın 81.maddesine göre birinsanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Anılansuçun nitelikli hallerinin düzenlendiği 82.maddeye göre ise “ (1) Kasten öldürme suçunun; a)Tasarlayarak, b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek, c) Yangın, su baskını,tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silahkullanmak suretiyle, d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşekarşı, e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacakdurumda bulunan kişiye karşı, f) Gebe olduğu bilinen kadına karşı, g) Kişininyerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, h) Bir suçu gizlemek, delilleriniortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla, i) Kan gütmesaikiyle, j) Töre saikiyle, İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbethapis cezası ile cezalandırılır.”
Kastenöldürmenin bir alt derecesini oluşturan ve kastenöldürmenin ihmali davranışla işlenmesi olarak tanımlanan yeni durum, yasanın 83. maddesindedüzenlenmiştir[193]. Buna göre, “Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıylameydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticeninoluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olmasıgerekir. İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin;a) Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veyasözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması, b) Öncedengerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli birdurum oluşturması gerekir. Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olankişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmiyıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yılakadar, diğer hallerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasınahükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir.”
Sözkonusu düzenleme ilk bakışta iş sağlığı ve güvenliği anlamında işverenlerincezai sorumluluğuna sebep olabilecek bir hüküm görüntüsündedir. Zira İşKanununun 77. maddesi, işverene Türk Ceza Kanunu anlamında belli bir icraidavranışta bulunma hususunda yükümlülük getirmiş durumdadır. Dolayısıyla ilkbakışta, işveren kendine düşen önlemleri alma yükümünü icra etmez ve bu ihmalibir ölüme neden olursa, fiil eski ceza kanununda olduğu gibi taksirli ölümesebebiyet verme olarak değil, kastenöldürmenin ihmali davranışla işlenmesi şeklinde nitelenebilir görünmektedir. Busebeple eski ceza yasasının 455. maddesinde hakkında iki seneden beş seneyekadar hapis cezası öngörülen suçun cezasında yeni Türk Ceza Kanunu ileolağanüstü bir artış olduğu zannedilebilir. Ayrıca eski yasanın 455. maddesindeyer alan ve kusurun derecesine göre cezayı sekizde bir oranında indirebilmeimkânı da bu noktada kaldırılmış bulunmaktadır. Yasanın 83.maddesiyle ilgili bukaygı, işveren vekilleri (hekim, mühendis, hemşire,…) açısından da geçerlidir.Çünkü, her ne kadar işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işyeri hemşiresi vesağlık memuru hakkındaki yükümlülükler kanunla düzenlenmemiş de olsa, 83.maddede yer verilen “…sözleşmedenkaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması…” ifadesi karşısında, anılankişilerin iş sağlığı ve güvenliği konusundaki yükümlülüklerini ihlallerininmadde kapsamına dahil olması gerektiği kanısı doğabilir.
Oysayeni Türk Ceza Kanununun 83. maddesinde yer alan düzenleme, esas itibarıyla kasten öldürme suçunu düzenlemektedir.Eski yasadan farkı, kasten öldürmenin ihmalidavranışla işlenmesinin, icraidavranışla işlenmesinden ayrılmış olmasıdır. Daha önce aynı suçu oluşturanbu davranışlar, yeni yasada ayrı maddelere alınmış ve kasdi adam öldürmeninihmali davranışla işlenmesi halinde ceza azaltılmıştır. Dolayısıyla 83.maddeniniş kazaları ve meslek hastalıklarında uygulanabilme imkânı yoktur. Zira kazakavramı, kasıt kavramına yabancıdır. Nitekim Türk Ceza Kanununun 21.maddesindekast, bilerek ve isteyerek hareket etmek olarak tanımlanmıştır. Yasanın83.maddesinde düzenlenen suçta da, bilerek ve isteyerek hareket söz konusudurancak bu hareket bir şey yaparak değil, bir şeyi yapmayarak ölüme sebebiyetvermektedir. Örneğin hastaya bağlanan ve onun için yaşamsal olan bir sıvınınbitmesine rağmen, ölmesi için yenilenmemesi davranışı bu niteliktedir. Oysaböyle bir eylemin iş kazası ve meslek hastalığında gerçekleşme ihtimalininolmadığı kabul edilmelidir. Zira işveren ya da işveren vekilinin, bir işçiyiöldürme isteğiyle iş güvenliği önlemlerini almayı ihmal edeceği düşünülemez.Eylem olsa olsa ancak bilinçli taksir düzeyine çıkabilir.
Bununlabirlikte 83.maddede yer alan “…Öncedengerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli birdurum oluşturması…” hükmünün teorik de olsa bir noktada iş kazalarındauygulanabilmesi ihtimali bulunduğu kanısındayız. Gerçekten de işverenler, işkazası geçiren işçiyi tedavi için derhal sağlık kuruluşuna götürmez ve ölümünesebep olurlarsa, 83.maddenin anılan hükmünü ihlal suçlamasıylakarşılaşabilirler. Ancak bu durumun oluşabilmesi hiç şüphesiz bu davranışınişverenden beklenebilir olmasına bağlı sayılmalıdır. Nitekim uygulamada, sözüedilen hükme örnek olarak trafik kazasında çarptığı yayayı hastaneyegötürmeyerek ölümüne sebep olan sürücü gösterilebilir. Ancak teorik olarakgerçekleşebileceğini belirtmiş olduğumuz bu durum, sürücü-yaya ilişkisinden çokfarklı olması gereken işçi-işveren ilişkisi düşünüldüğünde gerçekleşmesi zayıfbir seçenek olarak kabul edilebilir.
B. Taksirli yaralama
İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmamış olmasınınsebep olabileceği bir başka suç da taksirli yaralamadır. Yeni Türk CezaKanununun taksirli yaralama[194] hükmü şu şekildedir: “Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılamayeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veyaadli para cezası ile cezalandırılır. Taksirle yaralama fiili, mağdurun; a)Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, b)Vücudunda kemik kırılmasına, c) Konuşmasında sürekli zorluğa, d) Yüzünde sabitize, e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, f) Gebe bir kadının çocuğununvaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza,yarısı oranında artırılır. Taksirle yaralama fiili, mağdurun; a) İyileşmesi olanağıbulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, b) Duyularından veyaorganlarından birinin işlevinin yitirilmesine, c) Konuşma ya da çocuk yapmayeteneklerinin kaybolmasına, d) Yüzünün sürekli değişikliğine, e) Gebe birkadının çocuğunun düşmesine, Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenenceza, bir kat artırılır. Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmasıhalinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Taksirle yaralamasuçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birincifıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halindeşikâyet aranmaz.” (TCK. 89).
Yasanınyukarıda yer verilen düzenlemesinden de anlaşılacağı gibi taksirli yaralamaolayları ki bir iş kazası sonucunda da gerçekleşebilmektedir[195], şikâyete bağlı suçlardır[196]. Buna karşılık sözü edilen suçun bilinçli taksir yoluylaişlenmesi halinde bir hal dışında şikâyet aranmadan kovuşturmayapılabilmektedir[197]. Fakat hükmün 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı yasa ile değişikliğeuğrayan son cümlesinden de anlaşılacağı gibi, ilk cümlede belirtilen düzeydekihafif yaranla hallerinde eylem bilinçli taksir ile gerçekleşse de kovuşturmaiçin şikâyet şarttır.
Konuyu düzenleyen eski Ceza Kanununun 459.maddesi, yeniyasadan farklı olarak taksir kavramıyerine, “…tedbirsizlik veya dikkatsizlikyahud meslek ve sanatta acemilik veya nizam, talimat ve emirlere riayetsizlik…”ifadesine yer vermişti. Dolayısıyla yeni yasa, anılan uzun ifade yerine taksirkavramını tercih etmiştir.
Yeni düzenlemede öngörülen ceza eskisine oranlaartırılmıştır (Eski TCK. 458). Bunun yanında, yasa gerekçesindeki ifade şekliile cezayı ağırlaştıran haller yeni yasada eskiden olduğu gibi sadece kastenyaralamalarda değil, taksirli yaralamalarda da sayılmıştır. Fakat kastenyaralamadan farklı olarak cezalar net olarak belirlenmeyip, suçun temelcezasının belirli oranlarda artırılabilmesini sağlayacak şekildedüzenlenmiştir.
Yasanıngerekçesinde, yaralamadan ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre“…kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğininbozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiştir.”.
Yukarıdayer verdiğimiz 83. maddeye paralel düzenleme yaralama eylemleri ile ilgiliolarak 88. maddede yer almaktadır. Söz konusu maddeye göre, “Kasten yaralamanın ihmali davranışlaişlenmesi halinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilir. Bu hükmünuygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullargöz önünde bulundurulur.” Burada indirim kasti yaralamaya ilişkin cezadüzeyi üzerinden yapılır. O nedenle kasten yaralamayı düzenleyen hükme de yervermekte yarar vardır. Buna göre, “Kastenbaşkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğininbozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ilecezalandırılır. Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit birtıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurunşikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasınahükmolunur. Kasten yaralama suçunun; a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşekarşı, b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunankişiye karşı, c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, d) Kamugörevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, e) Silahla,İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranındaartırılır.”
Hemenbelirtilmelidir ki Türk Ceza Kanunu, bazı kasten yaralama eylemlerinidiğerlerinden ayırıp daha farklı şekilde yaptırım uygulamıştır. Neticesisebebiyle ağırlaştırılmış yaralama suçu olarak tanımlanan bu eylemler 87.maddede düzenlenmiştir[198]. Ancak, öldürme suçunda olduğu gibi, iş kazası ve meslekhastalıkları sonucu yaralama eylemlerinin de kasten gerçekleşme ihtimalininbulunmadığı kanısındayız. O nedenle konunun esasından uzaklaşmamak için buseçeneğin üzerinde durmayı gerekli görmüyoruz.
Kastenyaralamanın ihmali davranışla işlenmesi suçu, tıpkı 83.madde gibi iş kazası vemeslek hastalıklarına uygulanabilir inancı yaratabilir. Fakat 83.maddebağlamında da belirtmiş olduğumuz gibi, iş kazası ve meslek hastalığı sonucuoluşan yaralamaların kasten gerçekleştiğini düşünmek mümkün değildir. Hiçbirişverenin işçisinin yaralanmasını isteyerek bir takım ihmallerde bulunmasıdüşünülemez. O sebeple tıpkı ölüme neden olma suçunda olduğu gibi yaralamalardada işverenler açısından ortaya çıkabilecek azami suç düzeyinin bilinçlitaksirle yaralamaya sebebiyet verme olacağını kabul etmek gerekir.
Ülkemizdegerçekleşen iş kazaları dikkate alındığında, 89.maddenin bir takımeşitsizlikler yaratabilmesi mümkün görünmektedir. Gerçekten de taksirliyaralama suçuna ilişkin cezanın ağırlaştırıldığı hallerden birisi mağdurun vücudunda kemik kırılmasına yol açılmasıhalidir. Bu durumda temel ceza artırılmaktadır. Aynı sonuç yaralama fiilininmağdurun yaşamını tehlikeye sokan birduruma sebep olması hali için de geçerlidir. Yani vücutta kemik kırılmasıile yaşamsal tehlike aynı kategoride ele alınmıştır. Yasanın bu hükümle güttüğüamaç isabetli görülebilir. Ancak konu iş kazası olduğunda bir takım sıkıntılaryaratabilir. Bu anlamda, işyerinde gerçekleşen ve işçinin vücudundaki küçük birkemik kırığına (örneğin parmağını makineye sıkıştırıp kırması) sebep olan failile, işçinin yaşamsal tehlikeye girmesine sebep olan failin aynı kapsamdadeğerlendirilmesi isabetli bir tercih sayılamaz.
C. Cezanın belirlenmesi ve takdiri indirim nedenleri
Suçlar için öngörülen cezaların alt ve üst sınırlarınıTürk Ceza Kanununda belirlemiştir. Olaya uygun cezanın hangisi olacağını isesomut durumu değerlendirme imkânına sahip olan yargıç takdir eder. Ancak CezaKanunu, yaptırımların ağırlığını düşünerek cezaların belirlenmesi sırasındauygulanacak ilkeleri de düzenlemiştir. Geniş bir kapsama sahip olsa da konumuzuilgilendiren bu noktaya ilişkin bazı temel hükümlere yer vermekte yarargörüyoruz.
Türk Ceza Kanununa göre hâkim, somut olayda cezanın alt ve üst sınırı arasındaki cezayıbelirlerken bir takım unsurları göz önüne almalıdır. Yasanın 61. maddesindekibu hükme göre temel ceza belirlenirken dikkate alınması gerekenler, suçunişleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer,konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failinkast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saiktir.
Yukarıdabelirttiğimiz bilinçli taksir hallerinde uygulanacak ceza artırımı bu noktadansonra yapılmaktadır. Bu şekilde belirlenen ceza üzerinden sırasıyla teşebbüs,iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezadaindirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin hükümler ile takdiriindirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenmektedir. Hemenbelirtilmelidir ki, kanunda açıkça yazılmış olmadıkça cezalar ne artırılabilmekte,ne eksiltilebilmekte, ne de değiştirilebilmektedir.
Cezaların belirlenmesinde uygulanacak takdiri indirimnedenlerine yasanın 62. maddesinde yer verilmiştir. Takdiri indirim nedeniolarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılamasürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkilerigibi hususlar göz önünde bulundurulmaktadır.
İşsağlığı ve güvenliği anlamında gerçekleşme ihtimali bulunan cezaların hapiscezaları olduğu düşünüldüğünde, takdiri indirim nedenlerinin varlığı halinde bucezalar altıda birine kadarı indirilebileceği görülmektedir.
D. Cezanın tekerrürü
CezaKanununa göre, önceden işlenensuçtan dolayı verilen hüküm esinleştikten sonra yeni bir suçun işlenmesihalinde, tekerrür hükümleri uygulanır (TCK. 58). Yeni işlenen suçun, eski suçile aynı türden olması şart değildir.
Tekerrür hükümlerinin uygulanabilmesi, failin daha önceişlediği bir suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkûm edilmiş olmasınabağlıdır. Mahkûmiyet ile kastedilen, güvenlik tedbirine ilişkin bir hükümolmayıp ceza mahkûmiyetidir ve özgürlüğü bağlayıcı cezaya ilişkin olabileceğigibi para cezasına veya her ikisine ilişkin de olabiliri. Kısa süreli hapiscezasının seçenek tedbirlere çevrildiği hallerde, seçenek tedbir asıl mahkûmiyetsayılacağından, bu halde tekerrür hükümleri uygulanmaz (TCK. 50/5). Ancak,kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırım olarak adli para cezasınaçevrildiği hallerde, asıl mahkûmiyet adli para cezası, yani cezamahkûmiyetidir ve tekerrüre esas olur. Ayrıca belirtelim ki, tekerrürhükümlerinin uygulanması için, salt mahkûmiyet yeterlidir. Cezanın çekilmişolması (infazı) gerekmez. Sonradan yürürlüğe giren bir yasa uyarınca suçolmaktan çıkartılan bir eylemden verilmiş mahkûmiyet infaz olunsa bile,ağırlaştırıcı sonuç doğurma niteliğini kaybedeceğinden, artık tekerrüre esasalınamaz. Önceki cezanın genel af kapsamına girmiş olması halinde de artıktekerrüre esas oluşturması mümkün değildir. Zira genel af, cezayı tümsonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırır (TCK. 65). Buna karşılık, özel afkapsamına giren cezalar ile belirli süre içinde suç işlenmesi nedeniyleerteleme kararı düşmüş olan ertelenmiş cezalar, tekerrüre esas oluşturmayadevam eder[199].
Kanuntekerrür için bir süre belirlemiştir. Buna göre, tekerrür hükümleri, öncedenişlenen suçtan dolayı beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyethalinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl geçtikten sonraişlenen suçlar dolayısıyla uygulanmaz. Beş yıl veya daha az süreli hapis ya daadli para cezasına mahkûmiyet halinde bu süre cezanın infaz tarihten itibarenüç yıldır.
Suçun tekerrürü halinde, sonraki suça ilişkin kanunmaddesinde hem hapis cezası hem de adli para cezası öngörülmüşse sadece hapiscezasına hükmedilir. Kasıtlı suçlarla taksirli suçlar arasında tekerrürhükümleri uygulanmaz[200].
Suçun tekerrürü, eski Ceza Kanunundan farklı olarak yenikanunda artırım nedeni olmaktan çıkarılmıştır (Eski TCK. 81). Yeni düzenlemelerkarşısında, 58. maddeye göre tekerrür kapsamına giren bir suçun bu özelliği,onun infazı aşamasında dikkate alınmaktadır. Yani tekerrür yaratan kişinininfaz edilecek cezası, tekerrür yaratmamış olana göre daha uzun olmaktadır.
E. Cezanın parayaçevrilmesi ve diğer yaptırım seçenekleri
Türk Ceza Kanunu, bir yıl veya daha az süreli olan ve kısa süreli hapis olarak tanımlanancezalar için birtakım seçenek yaptırımlargetirmiştir. Buna göre, iş sağlığı ve güvenliği alanında bir suça sebep olanınhakkında verilen kısa sürelihapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılamasürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre adli para cezasına veya mağdurun veyakamunun uğradığı zararın aynen iade,suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,çevrilebilir (TCK. 50/I.a.b). Aynı imkân daha önce hapse mahkûm edilmemiş olmakkoşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası için ve fiiliişlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmişbulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezalarında dabulunmaktadır. Ancak suç tanımında hapis cezası ile adli para cezası seçenekliolarak öngörülmüş ancak hapis cezasına hükmedilmişse, bu cezanın adli paracezasına çevrilebilmesi mümkün değildir.
Ceza Kanunumuza göre taksirli suçlardan dolayı hükmolunanhapis cezası uzun süreli olduğundadahi adli para cezasına çevrilebilir. Ancak bu imkân bilinçli taksir halindeuygulanmaz. Ayrıca, ceza hükmü kesinleştikten sonra savcılık tarafından yapılantebligata rağmen otuz gün içinde seçenekyaptırımın gereklerinin yerine getirilmesine başlanmaması veya başlanıp dadevam edilmemesi halinde, hükmü veren mahkeme kısa süreli hapis cezasınıntamamen ya da kısmen infazına karar verir. Ancak hükmedilen seçenek tedbirin hükümlününelinde olmayan nedenlerle yerine getirilememesi durumunda, hükmü verenmahkemece tedbir değiştirilir.
Adlipara cezası, beş günden az ve kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerdeyediyüzotuz günden fazla olmamak üzere belirlenen tam gün sayısının, bir günkarşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması suretiyle hesaplanır (TCK.57). En az yirmi ve en fazla yüz (yeni) Türk Lirası olan bir gün karşılığı adlipara cezasının miktarı, kişinin ekonomik ve diğer şahsi halleri göz önündebulundurularak takdir edilmektedir. Hâkim, ekonomik ve şahsi hallerini gözönünde bulundurarak, kişiye adli para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşmetarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi, bucezanın belirli taksitler halinde ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresiiki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Taksitlerden birininzamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamı tahsil edilir veödenmeyen adli para cezası da hapse çevrilir.
F. Hapiscezasının ertelenmesi ve koşullu salıverme
Ceza Kanunu getirdiği yaptırımlarla, toplumun huzurununbozulmasını engellemeye ve kişileri suç işlemekten caydırmaya çalışır. Ancakonun bu işlevi, suçun işlendiği anda sona ermemekte, bu defa da suçluyu toplumakazandırma işlevine dönüşmektedir. Çünkü suçlu sonsuza kadar toplumdan tecritedilemeyecek, bir gün topluma geri dönecektir. O nedenle ceza hukuku suçlularıncezalandırılması sonrasında onların ıslahına da yardımcı olmakta, yeniden suçişlemelerinin önüne geçerek topluma kazandırılmalarına gayret etmektedir. Bugayretin en önemli göstergelerinden birisi de cezaların ertelenmesidir. Cezahukuku belli şartların varlığı halinde suçluyu toplumdan koparmamakta, onuuyararak daha dikkatli şekilde toplumsal yaşamını sürdürmesini sağlamaktadır.
Buimkân Türk Ceza Kanununun 51. maddesinde düzenlenmiştir[201]. Buna göre işlediği suçtan dolayı iki yıl veya daha azsüreyle hapis cezasına mahkûm edilen kişinin cezası ertelenebilir[202]. Ancak, erteleme kararının verilebilmesi için kişinin dahaönce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemişolması ve suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlıkdolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşmasıgerekir[203].
Bahsigeçen düzenlemeye göre, cezanın ertelenmesi, mağdurun veya kamunun uğradığızararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesikoşuluna bağlı tutulabilir. Bu durumda, koşul gerçekleşinceye kadar cezanıninfaz kurumunda çektirilmesine devam edilir. Koşulun yerine getirilmesihalinde, hâkim kararıyla hükümlü infaz kurumundan çıkarılır.
TürkCeza Kanununda, ertelemenin manevi zararın giderilmesi koşuluna bağlanıpbağlanmayacağına ilişkin bir açıklama yer almamıştır. Ancak öğretide, “mağdurun... uğradığı zararın... tazminsuretiyle giderilmesi” ifadesi manevi zararların giderilmesini de kapsayanbir ifade olarak değerlendirilmiştir[204]. Bu durum karşısında iş kazası sebebiyle yaralamaya sebepolan bir işverene uygulanacak cezanın ertelenmesi, işçinin manevi zararınıngiderilmesine bağlı tutulabilir.
Cezanınertelenmesi halinde, cezası ertelenen hükümlü hakkında bir yıldan az, üç yıldanfazla olmamak üzere bir denetim süresibelirlenir. Bu sürenin alt sınırı, mahkûm olunan ceza süresinden az olamaz. Budenetim süresi içinde mahkeme hükümlünün, bir meslek veya sanat sahibi olmayanhükümlünün, bu amaçla bir eğitim programına devam etmesine karar verebilir.Bunun dışında mahkeme aynı süre içinde, bir meslek veya sanat sahibihükümlünün, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icraeden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına ya daonsekiz yaşından küçük olan hükümlülerin, bir meslek veya sanat edinmelerinisağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumunadevam etmesine de karar verilebilir.
Mahkeme,denetim süresi içinde hükümlüye rehberlik edecek bir uzman kişiyigörevlendirebilir. Bu kişi, kötü alışkanlıklardan kurtulmasını ve sorumlulukbilinciyle iyi bir hayat sürmesini temin hususunda hükümlüye öğütte bulunur.Eğitim gördüğü kurum yetkilileri veya nezdinde çalıştığı kişilerle görüşerek,istişarelerde bulunur. Hükümlünün davranışları, sosyal uyumu ve sorumlulukbilincindeki gelişme hakkında üçer aylık sürelerle rapor düzenleyerek hâkimeverir. Ancak mahkeme, hükümlünün kişiliğini ve sosyal durumunu göz önündebulundurarak, denetim süresinin herhangi bir yükümlülük belirlemeden veya uzmankişi görevlendirmeden geçirilmesine de karar verebilir. Hükümlünün denetim süresiiçinde kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkiminuyarısına rağmen, uymamakta ısrar etmesi halinde, ertelenen cezanın kısmen veyatamamen infaz kurumunda çektirilmesine karar verilir. Denetim süresiyükümlülüklere uygun veya iyi halli olarak geçirildiği takdirde, ceza infazedilmiş sayılır.
İşkazası sebebiyle oluşan ölüm ya da yaralama olayları için uygulanan hapiscezalarının iki yıl ya da daha az süreli hapis cezasına sebep olabilme ihtimalibulunmaktadır. Özellikle suçun bilinçli taksirle işlenmediği sonucunavarıldığında bu ihtimal daha da güçlenmektedir. Ancak bahsi geçen suçlardanbirden fazla kişinin mağduriyeti ve/veya bilinçli taksir ya da olası kasthallerinde erteleme imkânından yararlanabilmenin çok güçleşeceğinibelirtmeliyiz.
Bubağlamda Türk Ceza Kanununun taksirli ölüme sebebiyet verme suçları altsınırdan yani iki yıldan cezalandırılmadığı sürece erteleme kapsamı dışındakalacaktır. Ancak iş kazası sonucu birden fazla kişinin ölümü halinde ve/veyaolayın bilinçli taksir ya da olası kast olarak değerlendirilebildiği hallerdecezanın erteleme sınırı dışına çıkabilmesi söz konusu olabilir. Buna karşıntaksirli yaralama olarak değerlendirilen iş kazalarında ceza kural olarakerteleme sınırı içindedir. Ancak söz konusu iş kazasında birden fazla kişininölümü halinde ve/veya olayın bilinçli taksir ya da olası kast olarakdeğerlendirilebileceği hallerde cezanın erteleme sınırı dışına çıkabilmeihtimali de bulunmaktadır. Şüphesiz ki yukarıda belirtilen erteleme imkânındanyararlanılabilmesi, sadece ceza sınırı koşuluna bağlı değildir. Suçun failidurumundaki işveren ve vekilinin bu koşul dışında, 51.maddenin erteleme içinaradığı diğer koşulları da sağlaması gereklidir.
İşsağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmaması sebebiyle oluşan suçlardaişverenler için başvurulacak bir diğer hukuksal yol koşullu salıvermedir. Ertelemenin aksine bu yöntemde fail hükümgiymiştir. Başka bir deyişle koşullu salıverme, hapis cezasının bir bölümünüçekmiş olan hükümlüye, cezasının geri kalan bölümünü özgür olarak geçirmefırsatını veren bir kurumdur. Burada devlet, koşullu olarak cezanın birbölümünün infazından vazgeçmekte ve yine koşullu olarak, cezaevi dışındageçirilen süreyi de hesaba katarak, cezayı infaz edilmiş saymaktadır. Bu imkânla,cezasının bir bölümünü çekmiş olan hükümlünün cezasının cezaevinde infazınakoşullu olarak ara verilmektedir. Hükümlü koşula uymadığı takdirde kalan cezainfaz edilmeye devam edilecek, koşula uyduğu takdirde ise infaz edilmişsayılacaktır. Koşullu salıverme, cezanın infaz sırasında bireyselleşmesinisağlayan bir infaz kurumudur. Cezanın bir bölümünün çekilmesiyle, cezanın özelönleme amacının elde edilmiş sayılıp sayılamayacağı değerlendirilir ve cezanıngenel önleme amacı ile failin somut olaydaki kusurunun ağırlığı göz önündebulundurulmaz. Koşullu salıverme, tutum ve davranışları ile topluma uyumsağlayabileceği izlenimini veren, hükmolunan cezadan daha kısa sürede uslananve bunu iyi davranışları ile kanıtlayan hükümlünün ödüllendirilmesidir[205].
Koşullu salıverme, 13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza veGüvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun tarafından düzenlenmiştir. Yasanın107.maddesi dikkate alındığında, iş kazası ya da meslek hastalığı sonucundaölüm ya da yaralamaya neden olmaktan hüküm giyen bir işveren ya da vekilininkoşullu salıverilmeden yararlanabilmek için infaz süresini iyi hâlli olarakgeçirmesi gerekir. Ayrıca hakkında hükmedilen hapis cezasının üçte ikisiniinfaz kurumunda çekmiş olması gereklidir. Koşullu salıverilen hükümlü için birdenetim süresi belirlenir ve bu süre infaz kurumunda geçirilmesi gerekensürenin yarısı kadardır[206].
G.Şikâyetten vazgeçme - Uzlaşma
İşyerindegereken önlemlerin alınmaması halinde ortaya çıkabilecek iş kazalarınıntaksirle yaralama suçuna sebep olabileceğini yukarıda belirtmiştik. Konuyudüzenleyen 89.maddeye göre bu suçlar kural olarak bilinçli taksir olmadığısürece şikâyete bağlıdır. Türk Ceza Kanunu bu nitelikteki suçlarla ilgiliolarak ve işçi işveren ilişkilerini de etkileyebilecek çeşitli düzenlemelergetirmiştir.
Kanunun 73.maddesine göre, soruşturulma ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkındayetkili kimse (konumuz bağlamında kazalanan işçi) altı ay içinde şikâyettebulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz. Zamanaşımı süresinigeçmemek koşuluyla bu süre, işçinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veyaöğrendiği günden başlar. Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisinin altı aylıksüreyi geçirmiş olması, bundan dolayı diğerlerinin hakları düşürmez. Şikâyetebağlı bu tür suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişininvazgeçmesi davayı düşürür[207]. Ancak hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanıninfazına engel olmaz. İştirak halinde suç işlemiş sanıklardan biri hakkındakişikâyetten vazgeçme, diğerlerini de kapsar. Dolayısıyla iş sağlığı vegüvenliğinden sorumlu kişilerin birlikte sebep oldukları bir suçta, birihakkında şikâyetten vazgeçilmesinden diğerleri de yararlanırlar. Buna karşılıkvazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez.
Kazalanan işçinin şikâyetten vazgeçmiş olması nedeniylekamu davasının düşmesi halinde işçi, şahsi haklarından da vazgeçtiğini ayrıcaaçıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açama imkânı bulamayacaktır(TCK. 73/VII). Bunun dışında, kamu davasının ve cezanın düşmesi, uğranılanzararın tazmini için açılan şahsi hak davasını etkilememektedir (TCK. 74/II,III)[208].
Bu bağlamda değinilmesi gereken bir başka imkân dauzlaşmadır. Türk Ceza Kanununa göre iş kazası sonucunda ortaya çıkan birtaksirli yaralama eylemi sonrasında uzlaşma yapılabilmesi mümkündür[209]. Bu tür suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olanzararın tümünü veya büyük bir kısmını ödemesi ya da gidermesi koşuluyla mağdurişçi ile fail özgür iradeleri ile uzlaştıklarındakamu davası açılmaz veya davanın düşürülmesine karar verilir[210]. Ancak bunun için uzlaşmanın savcı veya hâkim tarafındansaptanması gerekmektedir[211].
V. İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ALANINDADANIŞMANLIK HİZMETLERİ
VESONUÇLARI
İşyerlerindeki iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, İşKanunu ile işverene bırakılan yükümlülüklerden biridir. Buna göre işveren,işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemialmak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak zorundadır. Bunun yanında, işyerinde alınan iş sağlığı vegüvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, karşı karşıyabulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak vesorumlulukları konusunda işçileri bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı vegüvenliği eğitimini vermek de işverene bırakılmıştır (İK.77).
Aynı yönde bir düzenlemeye, 2009 yılında yürürlüğe giren İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ileOrtak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik’te de yerverilmiştir. Buna göre işverenler, işyerlerinde, sağlıklı ve güvenli çalışmaortamını sağlamak amacıyla iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini belirlemek,almak, uygulanmasını izlemek, denetlemek ve geliştirmek, iş kazası ve meslekhastalıklarını önlemek, işçilere ilkyardım ve acil müdahale ile önleyici vekoruyucu sağlık ve güvenlik hizmetlerini vermekle yükümlüdür (m.5/1).
1. İş sağlığı vegüvenliğinin sağlanmasında işyeri dışından hizmet alımı
Yasal düzenlemeden de anlaşıldığı üzere,işyerlerindeki sağlık ve güvenlik, işverenin yerine getirmesi gerekengörevlerden biri olarak düzenlenmiştir. Ancak son dönemde yapılan hukuksaldüzenlemelerle işverenlere, bu yükümlülüklerini yerine getirirken dışarıdan yardım alabilme imkânı dagetirilmiştir. Esasen işverenin kendi personeli ile yerine getirmesi gereken işsağlığı ve güvenliği hizmetleri, bu yeni sistem içinde, işverene yardım edecekolan ve işyeri dışında organize olmuş işverenden bağımsız birimlerin yardımıylasunulabilmektedir.
Konu İşyeriSağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri HakkındaYönetmelik’de düzenlenmiştir. Buna göre işverenler, devamlı olarak işçiçalıştırdıkları işyerlerinde bu hizmeti vermek için, işyeri sağlık ve güvenlikbirimi oluşturmakla ve bir veya birden fazla işyeri hekimi ile personeli vesanayiden sayılan işlerde bir veya birden fazla iş güvenliği uzmanınıgörevlendirmekle yükümlüdürler[212].
İçeriğinden de anlaşılacağı üzere sözkonusu hüküm, işverenlerin işyerinde oluşturmak durumunda oldukları iş sağlığıve güvenliği organizasyonuna ilişkindir. Bu organizasyonun en önemli parçası, yönetmelikteişyeri sağlık ve güvenlik birimi (İSGB)olarak adlandırılmıştır. Yönetmeliğin 8.maddesine göre işverenler, devamlıolarak işçi çalıştırdıkları işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinisunmak üzere bir işyeri sağlık ve güvenlik birimi kurmak zorundadır[213]. Bu birim işverene bağlı işçilerdenoluşturulmakta ve tümüyle işverene bağlı faaliyet göstermektedir. Yönetmelikgereğince söz konusu birim, en az bir işyeri hekimi ile sanayiden sayılanişlerin yapıldığı işyerlerinde en az bir iş güvenliği uzmanından ve yapılacakçalışmalara yardımcı olmak için diğer personelden oluşturulmaktadır (m.8/1).
Yönetmelik, işyerindeki iş sağlığı vegüvenliği sorunlarının çözümünde katkı sağlamaya yönelik olarak ikinci birseçenek daha getirmiştir. Buna göre işverenler, Konya ilişkin yükümlülüklerini,iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin tamamını veya bir kısmını işyeri dışındakurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden (OSGB) alarak da yerine getirebilirler (m.5/2). İşverenlere işyeridışından hizmet alabilme imkânı getiren bu hükmün yürütmesi Danıştay tarafındanbu yılın Mart ayında durdurulmuştur[214]. Ancak henüz bir iptal kararıverilmemiştir. Bu durum karşısında işverenlerin bu tür bir hizmeti,yönetmeliğin 5/2 hükmünde düzenlenen yükümlülüklerini yerine getirmişolmalarını sağlayacak şekilde dışarıdan alabilme imkânları kalmamıştır.
Ortak sağlık ve güvenlik birimleri ileilgili düzenlemeye ilişkin olarak verilen yürütmeyi durdurma kararına rağmen,işverenlerin dışarıdan iş sağlığı ve güvenliği alanında hizmet alabilmelerimümkündür. Nitekim uygulamada, yönetmelikle getirilen ancak yürütmesidurdurulan bu imkândan tümüyle bağımsız olarak işverenler, iş sağlığı vegüvenliği konusunda, bu alanda çalışan kişi ya da kurumlardan hizmetalmaktadırlar. Hatta hizmet alınan bu kuruluşların çoğu, yönetmelikle getirilenortak sağlık ve güvenlik birimlerinden de eskidir. Danıştayın söz konusuyürütmeyi durdurma kararının, bu nitelikteki hizmet alımlarına engel olması sözkonusu değildir. Çünkü bu tür hizmet alımları, tümüyle sözleşme özgürlüğüçerçevesinde hayata geçirilmekte ve genelde bu ilişkilerde hizmet sunan kişi yada kuruluşların bu hizmeti “İSGdanışmanlığı” olarak adlandırılmaktadır. Bu tür bir hizmet alımı da,işverenin yönetmelikten kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmiş olması gibibir sonuç yaratmamaktadır.
Dolayısıyla bu çalışmada ele alacağımız “İş sağlığı ve güvenliği danışmanlığı”,ortak sağlık ve güvenlik birimleri ile ilgili yönetmelikten ve ona ilişkinolarak verilen yürütmeyi durdurma kararlarından tamamen bağımsız bir yapıdır vedeğişik sebeplerle uygulamada her geçen gün daha da yaygınlaşmaktadır.
2. İş sağlığı ve güvenliğidanışmanlığı
Her geçen gün uygulamadaki örnekleriartmaya başlayan iş sağlığı ve güvenliği danışmalığı, İş Kanunu ile işverenebırakılmış olan iş sağlığı ve güvenliği hizmetini sunma yükümlülüğü konusundamevzuatla getirilen iki seçenek dışında son dönemde üçüncü bir seçenek olarakkarşımıza çıkmaktadır.
Esasen bu yapı, mevzuatın zorunlu gördüğübir yapı olmadığından, işyeri sağlıkgüvenlik birimleri ile ortak sağlıkgüvenlik birimlerine bir alternatif oluşturmamaktadır. Zira yukarda dabelirtmiş olduğumuz üzere bu tür bir danışmanlık bağlantısı kuran işveren,yönetmelikle kendisine getirilen İSGB kurma ya da OSGB’den hizmet almayükümlülüğünü yerine getirmiş sayılmamaktadır. Ancak buna rağmen danışmanlıkyöntemi ile hizmet sunumu her geçen gün daha da yaygınlaşmaktadır.
Bu gelişmenin altında yatan çeşitlisebepler olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bunlardan biri, işyerlerinde işsağlığı ve güvenliği alanında yetkin personel bulunmamasıdır. Bulunanpersonelin de, iş sağlığı ve güvenliği sorunlarından kaynaklanansorumluluklarla karşı karşıya kalmak istemedikleri görülmektedir. Bu durumdaçoğu işveren işyerlerinde işyeri sağlık ve güvenlik birimi kurabilme imkânıbulamamaktadır. Bu durumda ikinci seçeneğe başvurmakta ve ortak sağlık güvenlikbirimlerine başvurmaktadır. İşverenlerin karşılaştığı sorun, tüzel kişiliktaşıyan ve dolayısıyla işveren niteliği olan ortak sağlık güvenlik birimleriiçin de geçerlidir. Piyasada hizmet sunmak amacıyla organize olan çoğu ortaksağlık güvenlik birimi, ya yeterli uzmanlıkta personel bulamamakta ya dasorumluluk ihtimali sebebiyle talep edilen ücretleri karşılama güçlüğüçekmektedir. Tüm bu sebepler ve karşılaşabilecekleri cezai sorumluluklardankaygılanan çoğu teknik eleman, sunacağı iş sağlığı ve güvenliği hizmetini,işyeri sağlık güvenlik birimleri ya da ortak sağlık güvenlik birimlerindesunmak yerine bağımsız danışmanlığı tercih etmektedir. Çok sayıda kişi ya dakuruluşun, iş sağlığı ve güvenliği alanında danışmanlık hizmeti sunmak üzereişverenlere teklif götürdüğü görülmektedir.
Tüm bu hızlı gelişmelere rağmen söz konusudanışmanlık yapısının hangi hukuksal temele oturtulması gerektiği henüz elealınmamıştır. Dahası, bu yapının doğmasında büyük bir etkisi olana sorumlulukkonusu da incelenmemiştir. Diğer bir deyişle danışmanlık yönteminin,düşünüldüğü gibi korkulan sonuçları engellemeye yeterli olup olmayacağı dabelli değildir.
Biz bu vesileyle iş sağlığı ve güvenliğidanışmanlığı konusunda dikkat çekmek ve anılan yapının hangi hukuki temeleoturtulabileceği konusunda değerlendirmeler yapmak istedik. Böylelikle hem bukonuyu tartışmaya açmak, hem de iş sağlığı ve güvenliği danışmalığına ilişkinyapılmasında yarar gördüğümüz yeniçalışmaları teşvik etmek istedik.
Danışmanlık sözleşmesi yasalarımızdatanımlanmış bir sözleşme tipi değildir. Temel sözleşmeleri düzenleyen BorçlarKanununda bu yönde bir hüküm yer almamıştır. Bu durumda sözleşmeyi tanımlayabilmekiçin bu sözleşme ile sunulan hizmetlerin değerlendirilmesinin yararlı olacağıkanısındayız.
İş sağlığı vegüvenliği danışmanlığı sözleşmeleri genellikle, bu alanda uzmanlaşmış kişilerleya da bu yönde hizmet veren şirketlerle yapılmaktadır. Ancak bu sözleşmelerinbüyük çoğunluğunun yazılı yapılmaması, içeriğinin net olarak belirlenebilmesineengel olmaktadır. Bu durumda, sözleşmenin konusunu belirleyebilmek için sunulanhizmete bakmaktan başka çare kalmamaktadır.
Gerçekten de danışman kişi ve kuruluşlargenelde, hizmet sundukları işverenlerin işyerlerinde risk analizleri yapmakta,sağlık ve güvenlik sorunlarının doğmasını engelleyen, önleyici nitelik taşıyanönerilerde bulunmakta ve işletmeye yeni kazandırılan ve risk yaratan üretimsistemlerinin ilk ya da periyodik kontrolünü yapmaktadırlar. Söz konusukontrollerin genellikle belirli aralıklarla yapıldığı görülmekle birlikte,üretim sürecinde yeni gelişmeler olması halinde, ilgili kişi ya dakuruluşların, rutinin dışında, davet üzerine denetim ve inceleme yaptıkları dagörülmektedir. Söz konusu içerik dikkate alındığında, iş sağlığı ve güvenliğialanında sunulan danışmanlık hizmetinin, büyük ölçüde, istihdamı halindeişyerinde çalışacak iş sağlığı ve güvenliği uzmanının sunacağı hizmetin aynısıolduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Bu görünüm şekliile iş sağlığı ve güvenliği danışmanlığı sözleşmelerini, iş görme sözleşmeleriolarak değerlendirebilmek mümkündür. Zira danışman kişi ya da kuruluş, yapmışolduğu anlaşma çerçevesinde iş sağlığı ve güvenliği alanında önleyici karaktertaşıyan bir işi görmektedir.
Borçlar Kanununda iş görme sözleşmeleri olarak, hizmet, istisna ve vekalet sözleşmelerine yer verilmiştir. Yasanın 313.maddesinde düzenlenen hizmet sözleşmesi şu şekilde tanımlanmıştır: “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.”. Her ne kadar tanımda yer almasa da hizmet sözleşmesinin ayırıcı özelliğinin bağımlılık olduğu gerek içtihatlarda gerek öğretide açıkça kabul edilmektedir[215]. Bu noktadan hareket edilirse, söz konusu danışmanlık ilişkilerinde bağımlılık unsurunun bulunmadığı, bu sebeple de hizmet akdi kapsamında değerlendirilebilmesinin mümkün olmadığı kolaylıkla anlaşılabilecektir. Kaldı ki, danışmanlık hizmetinin bir kuruluştan alınması halinde bu kuruluşun tüzel kişiliği, işçi sayılabilmesini de imkân vermeyecektir.
İş görme sözleşmelerinden bir diğeri olan istisna (eser) sözleşmesi ise Borçlar Kanununun 355.maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre, “İstisna, bir akittir ki onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder. “ İstisna akdinin bir eserin sonuçlanmasını konu aldığı yani sonuç taahhüt ettiği düşünüldüğünde, sonuçtan ziyade bir sürece ilişkin çalışmayı taahhüt eden danışmanlık sözleşmesinin bu kapsamda değerlendirilebilmesi de güç görünmektedir.
İş görme sözleşmelerinden vekalet ise, aynı yasanın 386.maddesindeki düzenlemede şu şekilde tanımlanmıştır: “Vekalet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.” Bahis konusu sözleşme, yapısı itibarıyla bir vekâlete ihtiyaç duyduğundan, danışmanlık sözleşmesinden ayrılır. Zira iş sağlığı ve güvenliği danışmanı, işverenin vekili olarak iş görmemekte, aksine bir bedel karşılığı olarak taahhüt ettiği işi, örneğin risk değerlendirmesini, tümüyle kendisi adına yapmaktadır. Dahası vekâletin ücretsiz de olabileceği düşünüldüğünde, doğrudan danışmanlık sözleşmesi ile ilişkilendirilebilmesi güç görünmektedir.
Bununla birlikte vekâlet akdine, Borçlar Kanununda çok özel bir nitelik kazandırılmıştır. Bu özellik diğer iş görme sözleşmelerinde yer almamaktadır. Gerçekten de 386.maddeye göre , “Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekâlet hükümleri cari olur.” Görüldüğü gibi vekâlet akdi, torba sözleşme niteliğindedir ve hakkında hüküm bulunmayan iş görme sözleşmelerine de vekâlet akdi hükümleri uygulanmaktadır.
Borçlar Kanununda yer alan ve yukarıda kısaca değindiğimiz tipik sözleşmelerden hareket edildiğinde, iş sağlığı ve güvenliği danışmanlık sözleşmesinin hizmet, istisna ve vekâlet akdi olarak değerlendirilemeyeceği görülmektedir. Ancak hiç şüphesiz ki, iş sağlığı ve güvenliği alanında danışmanlığı konu alan bir edim, istisna (eser) ya da hizmet sözleşmesine konu olabilir. Böyle bir halde örneğin işyerindeki sağlık ve güvenlik risklerinin incelenip rapor halinde işverene sunulması, bir eser olarak tanımlanarak istisna akdine konu yapılabilir. Bu halde raporu hazırlayan uzman müteahhit, rapora konu olan işyerinin işvereni ise iş sahibi olarak adlandırılır. Aynı yaklaşımla bir kişi, iş sağlığı ve güvenliği alanında işyerindeki sorunlarla ilgilenmek üzere istihdam da edilebilir ki bu durumda edim bir hizmet sözleşmesinin konusu olur, çalışan kişi de işçi sayılır. Nitekim işverence istihdam edilen iş sağlığı ve güvenliği mühendis ve uzmanlarının durumu da budur. Ancak uygulamada görülen sözleşmeler, başta da belirttiğimiz üzere bu nitelikte değildir. Çoğunun içeriği belli olmadığı gibi, yazılı dahi yapılmamaktadır.
Bu durum karşısında iş sağlığı ve güvenliği danışmanlık sözleşmesinin, kendine özgü (sui generis) bir sözleşme olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bu tür sözleşmeler genelde ya tümüyle bazı tipik sözleşmelerin farklı unsurlarını alarak ya da hem bu nitelikteki hem de tümüyle özgün unsurlardan oluşturulur. Bu açıdan bakıldığında iş sağlığı ve güvenliği danışmanlık sözleşmelerinin ortak bir yazılı modeline rastlanmamaktadır. Daha ziyade, yukarıda belirtmiş olduğumuz içerikle, fiili bir ilişki kurulmakta ve karşılığında bir ödeme yapılmaktadır. Bu durum karşısında anılan ilişkiyi en azından bir iş görme ilişkisi olarak görebilmeye engel olmadığı kanısındayız. Danışman kişi ya da şirket, işverene iş görmekte ve onun iş sağlığı ve güvenliği alanında yaşadığı sorunlar için öneriler getirmektedirler. Aslında söz konusu öneriler, sözleşmenin temel edimi niteliğindedir. Zaten danışman kişi ya da kuruluşun gördüğü iş de öneride bulunmaktır. Dolayısıyla danışmandan, işyerindeki iş sağlığı ve güvenliği sorunlarını çözmesi, tehlikeyi gidermesi, uygun teçhizatı işyerine kurması beklenmemekte, sadece bu yönde işverene yol göstermesi, alınmasında yarar gördüğü önerileri ona bildirmesi istenmektedir. Zaten ilişkiyi istisna sözleşmesinden ayıran en önemli noktalardan birisi de budur. Herhangi bir sonuç taahhüt edilmemektedir.
Bu tür bir yaklaşım sonrasında, hakkında yasal hüküm bulunmayan söz konusu danışmanlık sözleşmesi hakkında, vekâlet sözleşmesi hükümlerinin uygulanabileceği sonucuna varılabilir. Zira danışman ile işveren arasında bir bağımlılık bulunmamakta, danışman büyük ölçüde hatta tümüyle bağımsız hareket etmekte, bu çalışması sonucunda da işyerinde iş sağlığı ve güvenliği risklerinin tümünü ortadan kaldırdığını (diğer deyişle bir sonucu) vaat etmemektedir. Oysa vekâlet sözleşmesinde vekilin bir sonucu taahhüdü söz konusu değildir. O sebeple üzerine düşen her şeyi yapmasına rağmen sonucun ortaya çıkmamasına o işi yapan vekil değil, işi görülen işveren katlanmaktadır. Her ne kadar bu durum Borçlar Kanununda açıkça belirtilmemiş olsa da, diğer akitler hakkındaki kanun hükümlerine tabi olmayan işlere vekâlet hükümlerinin uygulanıyor olması, bunu açıkça ortaya koymaktadır (BK.386/II). Çünkü sonuç taahhüdü içeren işler, istisna akdi hükümlerine tabi tutulmaktadır.
Ancak bu aşamada bir noktaya özellikle dikkat çekmek istiyoruz. Yukarıda belirtmiş olduğumuz sonuç, bu tür danışmanlık ilişkilerinin yazılı bir sözleşmeye bağlanmadığı durumlara ilişkindir. Nitekim uygulamada bu tür ilişkilerin çoğunda bir sözleşmeye rastlanmadığını yazımızın başında belirtmiştik. Buna karşın, iş sağlığı ve güvenliği alanında danışmanlık hizmetini konu alan, ayrıntılı bir içeriğe sahip, tarafların hak ve yükümlülüklerinin açıkça kararlaştırıldığı sui generis sözleşmelerin yapılmasına bir engel yoktur. Bu gibi hallerde söz konusu ilişkiye, kural olarak taraflarca belirlenen sözleşme hükümleri uygulanacaktır. Zira bu tür sözleşmelerde tarafların, eşit koşullarda sözleşme yaptıklarını kabul edebilmek mümkündür. Sözleşme serbestîsinin bulunduğu böyle bir ortamda taraflar, diledikleri hükümleri sözleşmelerine ekleyebilecek ve birbirlerini çeşitli noktalarda yükümlü kılabileceklerdir. Fakat aynı içeriğe sahip bir ilişkide taraflar bu ilişkiye uygulanacak hükümleri belirlememişlerse, o durumda doğacak bir uyuşmazlık halinde bu ilişki için vekâlet sözleşmesine gidilecek, özellikle tarafların hakları ve borçları konusunda, iş sağlığı ve güvenliği danışmanlığı ilişkisine uyum sağlayabildiği oranda vekâlet sözleşmesinin yasal hükümleri devreye girecektir.
Yukarıdaki açıklamalar karşısında, danışmanlık sözleşmesi taraflarının aksini kararlaştırmadıkları ya da hiç düzenlemedikleri konularda, taraf iradelerinin yorumundan bir sonuç alınamadıkça vekâlet akdine başvurma zarureti ile karşılaşılacaktır. Uygulamada kurulan danışmanlık ilişkileri dikkate alındığında, yani taraflarca bir sözleşme yapılmadan çalışmanın sürdüğü ilişkilerde vekâlet akdine müracaat zarureti doğacak en temel noktalardan biri, ilişkinin kapsamıdır.
Buna göre “Vekâlet akdinin şumulü mukavele ile sarahaten tesbit edilmemiş ise, taallük eylediği işin mahiyetine göre tayin edilir.” (BK.388). Bu durumda, açıkça kararlaştırılmadığı sürece danışman, kendisinden istenen işin özelliğinin gerekli kıldığı şeyleri yapmak durumundadır. Kendisinden beklenecek olan hizmetin içeriği, işverene (işyeri ya da işletme sahibine) taahhüt ettiği danışmanlığın niteliğine göre belirlenecektir. Dolaysıyla bu içerik yoğun bir içerik olabileceği gibi, oldukça seyreltilmiş sıradan bir danışmanlık düzeyinde de kalabilir.
Ancak iş sağlığı ve güvenliğini ilgilendiren danışmanlık ilişkilerinde, tarafların yazılı sözleşme yapmamaları, bu ilişkinin hangi hizmetleri içerdiğinin net olarak belirlenememesinde sorun yaratabilmektedir. Bu gibi hallerde yazılı sözleşme yapmamanın ya da sözleşme içeriğini net olarak belirlememenin sebep olacağı sorumluluğun işverene bırakılmasında yarar olacağı kanısındayız. Zira, bir yasal zorunluluk olmaksızın danışmanlık hizmeti almak isteyen işverenlerin, hangi hizmeti almak istediklerini bilebilecek ve bunu yazılı bir sözleşmeye ekleyebilecek durumda oldukları kabul edilmelidir. O sebeple bu tür bir sözleşmeyi hiç ya da gerekli açıklıkta yapmayarak bir belirsizlikle karşılaşan işverenin, bunun sonuçlarına kendisinin katlanması gerekir. Kaldı Türk Ticaret Kanununa göre tacir oldukları kabul edilen işverenlerin, her alanda olduğu gibi bu tür sözleşmeleri imzalarken de basiretli davranmaları beklenmekte[216], girdikleri hukuki ilişkilerde ilişkinin içeriğini tüm ayrıntıları ile düzenleyebilmeleri gerektiği kabul edilmektedir.
İş sağlığı ve güvenliği danışmanlığına uygulanacak hükümler konusunda vekâlet akdi hükümlerinin devreye girme ihtimali olan bir diğer konu, danışmanın sorumluluğudur. Bu bağlamda söz konusu sorumluluğun belirlenmesinde Borçlar Kanununun 390.maddesine başvurulabilir. Buna göre “Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir. Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir. Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur.”
Hükümden de anlaşılacağı üzere danışman, işini iyi ifa etmek zorundadır. Tıpkı işçiden beklendiği gibi kendisinden de işini özenle yapması beklenmektedir. Kural olarak danışmanın bu işini başkasına yaptırabilmesi mümkün değildir. Ancak yukarıda belirtilen düzenlemeye göre, bunun aksinin kararlaştırılabilmesi ya da halin icabından bu hakkı elde edebilmesi mümkün görünmektedir.
Bununla birlikte, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alınması durumunda yönetmelik bu tür bir değişikliğe engel olmuştur. Gerçekten de, İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmelik’te, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin, işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlığı hizmetlerinin yerine getirilmesini başka bir ortak sağlık ve güvenlik birimine devredemeyecekleri açıkça belirtilmiştir (m.12). Aynı anlayışla ve iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin etkin yürütülmesi amacıyla, zorunlu haller dışında, hizmet verilen işyerine aynı işyeri hekiminin, iş güvenliği uzmanının ve diğer personelin hizmet vermesi sağlanmıştır (m.9/4)[217].
Yönetmelikteki bu yaklaşımdan hareket edildiğinde aynı uygulamanın iş sağlığı ve güvenliği alanında yapılan danışmanlık hizmetlerinde de geçerli olması gerektiği kabul edilmelidir. Diğer bir deyişle, konu sağlık ve güvenliği ilgilendirdiğinden, danışmanlık hizmeti veren kişi ya da kuruluşların bu işlerini başkalarına devrine imkân sağlayan düzenlemeler, iş sağlığı ve güvenliği alanında olabildiğince dar yorumlanmalıdır. Hizmetin tek elden sürdürülerek kontrolünün sağlanmasına özen gösterilmelidir. Ancak buna rağmen taraflar, kendi rızalarıyla bu tür bir devre rıza göstermiş olabilirler. Bu halde, vekalet sözleşmesine ilişkin Borçlar Kanununun 391.maddesi özenle uygulanmalıdır. Söz konusu düzenlemeye göre; “Vekil, salahiyeti haricinde başkasını tevkil ettikte onun fiilinden kendi yapmış gibi mesuldür. Vekil, başkasını tevkile salâhiyettar olduğu takdirde, yalnız salahiyetini kullanırken ve talimat verirken tekayyüt ve ihtimam göstermekle mükelleftir. Her iki surette vekilin kendi yerine ikame ettiği şahsa karşı haiz olduğu bütün hakları müvekkil, doğrudan doğruya o şahsa karşı dermeyan edebilir.” Dolayısıyla danışman kişi ya da kuruluş, muhatap olduğu işverene vereceği İSG danışmanlık hizmetini başkası vasıtasıyla sunduğunda dahi, onun fiilinden kendi yapmış gibi sorumlu olacaktır. Dahası, üstlendiği hizmetin tümünü ya da bir kısmını başkasına yaptırdığında, o kişi ya da kuruluşun ehil olmaması ve işi gereği gibi yerine getirmemesinden de sorumlu tutulabilecektir. Yine 391. maddeye göre, danışmanının iş verdiği diğer kişi ya da kuruluşlara karşı işveren, danışmanın sahip olduğu tüm hakları da kullanabilecektir. Örneğin danışmandan iş alan kişi ya da kuruluş, kendine bırakılan iş sağlığı ve güvenliği işini gerektiği şekilde yerine getirmemiş olması halinde, orta çıkan zarardan, gerek doğrudan iş aldığı İSG danışmanına, gerek hizmeti sunduğu işverene (işyeri ya da işletme sahibine), karşı sorumlu tutulabilecektir. Bu sorumluluk sebebiyle İSG konusunda danışmanlık hizmeti alan işveren (işyeri ya da işletme sahibi), tıpkı danışmanına olduğu gibi danışmanı tarafından yetkilendirilen bu kişi ya da kuruluşa da doğrudan başvuruda bulunabilecek, zararının tazminini isteyebilecektir.
İş sağlığı ve güvenliği alanında danışmanlık hizmeti sunan kişi ya da kuruluşlar, aksi sözleşmede kararlaştırılmadıysa, yapmış olduğu iş ile ilgili olarak işyeri ya da işletme sahibi işverene rapor vermek durumundadır. Gerçekten de yine Borçlar Kanununun vekâlete ilişkin 392. maddesine göre, “Vekil, müvekkilin talebi üzerine yapmış olduğu işin hesabını vermeğe ve bu cihetten dolayı her ne nam ile olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye mecburdur…”.
Konu iş sağlığı ve güvenliği olduğunda bu raporun önemi daha da artmaktadır. Zira danışanlık hizmeti sunan kişi ya da kuruluşlar, genelde işyerlerine fiilen müdahale etmemekte, dönemsel incelemeleri ya da çağrı üzerine rapor tanzim etmektedirler. O sebeple, söz konusu danışmanların görevlerini gereken şekilde yapıp yapmadıkları da, sundukları bu raporlarda yer alana analizlerine bakılarak değerlendirilecektir. Böyle bir raporun olmaması halinde, söz konusu danışmanlık hizmetini alan ve işyerindeki iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarını bu rapordaki değerlendirmelere göre belirleyen işverenler, bu nitelikte bir hizmeti aldıklarını ispat sorunuyla karşılaşacaklardır. Bunun doğal sonucu olarak da, işyerlerinde ortaya çıkan iş kazası ya da meslek hastalığı sebebiyle karşılaşacakları sorumluluğu, kendine verilen işi gereken şekilde yerine getirmeyen danışmana yöneltebilmelerine, ondan kusuru oranında tazminat isteyebilmelerine engel oluşturacaktır. Dolayısıyla, sözü edilen türde danışmanlık hizmeti alan işverenlerin, danışman kişi ya da kuruluştan, sunulan hizmetin düzeyini, içeriğini net olarak ortaya koyan, yapılmışsa denetim sonuçlarını ve denetim sırasında tespit edilen eksikliklere çözüm önerileri getiren bir raporun kendisine sunulmasına özen göstermeleri gerekir.
İş sağlığı ve güvenliği danışmanlığı, mevzuatın getirdiği zorunlu bir yapı olmadığından, doğurabileceği sorumluluk da, kanuna değil bu ilişkiyi kuran sözleşmeden kaynaklanabilir. İşini özenle yapması gereken danışman, sözleşme ile belirlenen işleri gereken şekilde yerine getirmezse, sözleşmeye aykırılık gerekçesine dayanarak sorumlu tutulabilir. Borçlar Kanununun konuyu düzenleyen 96.maddesine göre, “Alacaklı hakkını kısmen veya tamamen istifa edemediği takdirde borçlu kendisine hiç bir kusurun isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bundan mütevellit zararı tazmine mecburdur”.
İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak bu sorumluluk, ortaya çıkan bir iş kazası ya da meslek hastalığı sebebiyle işverenin işçiye ödemek zorunda kalacağı tazminatın tümünün ya da bir kısmının kendisine rücuu şeklinde gerçekleşebilir. Bunun için danışman kişi ya da kuruluşun, danışmanlık sözleşmesi ile taahhüt ettiği hizmeti gerektiği gibi yerine getirmemiş olması ve akde aykırılık oluşturan bu eylemi ile oluşan iş kazası ya da meslek hastalığı arasında uygun nedensellik bağının varlığı gerekir. Aksi halde yani, danışman kişi ya da kuruluş, sözleşme ile kendisinden istenen hizmeti gereken şekilde yerine getirmiş ise akde aykırı bir davranışı oluşmayacağından herhangi bir hukuki sorumluluğu da söz konusu olmayacaktır.
KAYNAKÇA:
Adil İzveren,Sosyal Politika ve Sosyal Sigortalar, Ankara 1970
Adnan Avcı, Enson Değişikliklerle İş Mevzuatı, İstanbul 1996
Ahmet Eren, ABÇevre Faslının Müzakerelere Açılması ve İklim Değişikliği Konferansının TürkÇimento Sektörüne Muhtemel Etkileri, İşveren Dergisi, Ocak 2010
Ali Güzel,Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 1990 Yılı KararlarınınDeğerlendirilmesi, (Ksc. Değerlendirme 1990),
Ali Güzel/ Ali Rıza Okur/ NurşenCaniklioğlu, Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 2009
Ali Rıza Okur,Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 1987 Yılı KararlarınınDeğerlendirilmesi, İstanbul 1989
Ali Rıza Okur,Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 1989 Yılı KararlarınınDeğerlendirilmesi, (Ksc. Değerlendirme 1989), İstanbul 1991
Andreas von Tuhr,Borçlar Hukuku, C.1-2, Ankara 1983
Kenan Tunçomağ, İşKazasından Doğan İşveren Sorumluluğunun Özellikleri, İstanbul Barosu Dergisi,1987
Can Tuncay,İHU, SSK.11, (No.2).
Can Tuncay,Karar İncelemesi, Çimento İşveren Dergisi, Temmuz 1999
ÇimentoFabrikalarında İş Sağlığı ve Güvenliği Denetim Projesi Genel Değerlendirme Raporu,(Ksc. Bakanlık Rapor), İş Teftiş Kurulu Yayın No.12, Ankara 2006
Engel, Pierre,Traite des Obligations en Droit Suisse, Neuchatel 1973,
Ercan Akyiğit,İçtihatlı ve Açıklamalı 4857 Sayılı İş Kanunu Şerhi, C.1, Ankara 2008
Ercan Akyiğit, İşYasasındaki İdari Para Cezalarında Görevli Yargı Yeri Değişti, Sicil, 2008/9
Fehim Üçışık,İHU, İşK.73, (No.3).
Fevzi Şahlanan,Karar İncelemesi, Tekstil İşveren, Temmuz 2005
Fikret Eren,Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 1994
Fikret Eren,Borçlar Hukuku ve iş Hukuku Açısından İşverenin İş Kazası ve MeslekHastalığından Sorumluluğu, Ankara 1974
Gaye B. Seratlı, İşKazasından Doğan Destekten Yoksun Kalma Tazminatı, (Destek), Ankara 2003
Gaye Baycık,İnşaat İşyerlerinde İşverenin İş Sağlığı ve Güvenliği Yükümlülükleri veSorumluluğu, (Ksc. İnşaat), İş Sağlığı ve Güvenliği Sempozyumu, TMMOB, 5-6 EkimAnkara 2007
Gaye Baycık, İşve Sosyal Güvenlik Hukuku Açısından Maden İşçileri, Ankara 2006
Hakkı Aktaş, İşkazalarında Cismani Zarara Değer Biçme Sorunu, İstanbul Barosu Dergisi,1993/1-3
Haluk Hadi Sümer, İşHukuku, Konya 2000
Haluk Tandoğan,Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1961
Haluk Tandoğan,Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, (Üçüncü şahıs), Ankara 1963
Hamdi Molamahmutoğlu, İşHukuku, Ankara 2009
Hüseyin Hatemi,İHU, İşK.73, (No.2).
İ.Cevdet Günay, İşve Sosyal Güvenlik Hukuku Uygulaması, Ankara 2007
İlhan Ulusan/Güven Esen, İşKazası ve Meslek Hastalığından Doğan İşveren Sorumluluğu, İşletmelerde İş veSosyal Güvenlik Hukuku İnsan Gücü Yönetimi, İstanbul 1985
Kadriye Bakırcı,İşçinin Desteğinden Yoksun Klanların Açtıkları Destekten Yoksun Kalma Davası,Kamu-İş, Temmuz 1991
Kemal Oğuzman, İşKazası ve Meslek Hastalıklarından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu,İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.34, S.1–4, 1969
Kemal Oğuzman,Vak’a Metodu ile Hukuki Yönden İşçi-İşveren İlişkileri, İstanbul 1981
Kemal Oğuzman/Turgut Öz,Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1995
Kemal Tahir Gürsoy,İşverenin Sorumluluğu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1974/1-4,s.195. İlhan Ulusan, Özellikle Borçlar Hukuku ve İş Hukuku Açısından İşvereninİşçiyi Gözetme Borcu Bundan Doğan Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 1990
Kenan Tunçomağ,Hizmet İlişkisinden Doğan Manevi Tazminat İstekleri ve Yargıtay Kararları,(Manevi Tazminat), Tütis, Mart 1984
Kenan Tunçomağ, İşHukukunun Genel Esasları, İstanbul 1989
Kenan Tunçomağ, İşKazalarından Doğan İşveren Sorumluluğunun Özellikleri, İstanbul Barosu Dergisi,1987–4/6
Kenan Tunçomağ/ Tankut Centel, İşHukukunun Esasları, İstanbul 2005
Levent Akın,Destekten Yoksunluk ve Cismani Zararlardan İşverenin Özel Hukuktan DoğanSorumluluğuna İlişkin Yargıtay Kararları, (Ksc. Destek), İş Hukukuna İlişkinSorunlar ve Çözüm Önerileri 1996 Yılı Toplantısı Destekten Yoksunluk ve CismaniZararlarda Sorumluluk ve Tazminat, 12–13 Nisan 1995, Galatasaray Üniversitesi,İstanbul 1996
Levent Akın, İşKazasından Doğan Maddi Tazminat, Ankara 2001
Levent Akın, İş Sağlığı ve Güvenliği Alanında Uygulanan İdari Para Cezaları,İNTES Dergisi, Aralık 2006
Levent Akın, İşSağlığı ve Güvenliği, III. Yılında İş Kanunu, 21–25 Eylül 2005 Bodrum, İstanbul2006, s.330.
Levent Akın, İş Sağlığı ve Güvenliğinde İşvereninCezai Sorumluluğu, TİSK AKADEMİ, Mart 2008
Levent AKIN, İşSağlığı ve Güvenliğine İlişkin Bazı Öneriler, İşveren, Mayıs 2008
Levent Akın,İşverenin İşçiyi Gözetme Borcu ve Bundan Doğan Tazminat Davaları, Yargıtayın İşHukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 2002, (Değerlendirme), Ankara2004
M.Cuhruk/H.S.Çolakoğlu/A.Bükey,Sosyal Sigortalar, Ankara 1977
MarcelSimard, Safety Culture and Management,Encyclopedia of Occupational Health and Safety, Volume II. Geneva 1998
Mehmet Emin Artuk/ Ahmet Gökcen/ A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2006
Memduh Yelekçi,Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, Ankara 1991
Murat Demircioğlu/ Tankut Centel, İşHukuku, İstanbul 2003
Mustafa Çenberci, İşKanunu Şerhi, Ankara 1978.
Mustafa Çenberci, İşKanunu Şerhi, Ankara 1986
Mustafa Kılıçoğlu, Tazminat Esasları ve Hesap Yöntemleri, Ankara 1998
Mustafa Reşit Karahasan,Tazminat Hukuku, Maddi Tazminat-Manevi Tazminat, İstanbul 1996
Müjdat Şakar, İşGüvenliği Tedbirlerinin Alınmaması Sebebiyle İşverenin Hukuksal Sorumluluğu, İşve Hukuk Dergisi, Mayıs 1992
Müjdat Şakar,Sosyal Sigortalarca Karşılananlar Dışında Kalan Zararların İşverene Ödetilmesiİlkesi, Sicil, Eylül 2009
Münir Ekonomi,İHU. İşK.14, No.24.
Münir Ekonomi, İşHukukunun Esasları, C.1, Ferdi İş İlişkileri, İstanbul 1984
Nevzat Erol, İşKazaları ve Meslek Hastalıklarından Doğan Hukuk Davaları
Nevzat Toroslu,Ceza Hukuku, Genel Kısım, Ankara 2006
Nizamettin Aktay /Kadir Arıcı/ E.TuncayKaplan Senyen, İş Hukuku, Ankara 2009
Nur Centel/ Hamide Zafer/ Özlem Çakmak,Türk Ceza Hukukuna Giriş, İstanbul 2006
Nuri Çelik, İşHukuku Dersleri, İstanbul 2009
Nurşen Caniklioğlu/Talat Canbolat, 4857 Sayılı İş Kanununda Para Cezasına Bağlanan Yükümlülükler ve BuPara Cezalarının Özellikleri, Kamu-İş 2004
Osman GüvenÇankaya/ C.İlhan Günay/ Seracettin Göktaş,Türk İş Hukukunda İşe İade Davaları, Ankara 2006
Öner Eyrenci/ Savaş Taşkent/ DevrimUlucan, Bireysel İş Hukuku, İstanbul 2006
Polat Soyer,4857 Sayılı Yeni İş Kanununun Ücret, İşin Düzenlenmesi, İş Sağlığı veGüvenliğine İlişkin Bazı Hükümleri Üzerine Düşünceler, 4857 Sayılı Yeni İşKanunu Değerlendirme Konferans Notları, 2003
Reşat Atabek,İHU SSK. 26 (No.1)
S. Sulhi Tekinay,Ölüm Sebebiyle Destekten Yoksun Kalma Tazminatı
S.Sulhi Tekinay, İşKazası ve Meslek Hastalıklarından Dolayı İşverenin Sorumluluğunun SınırlanmasıMeselesi, Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, 1968/3
Sancar Bayazıt,Çimento Sektöründe İş Sağlığı ve Güvenliği, İşveren Dergisi, Kasım 2009
Sarper Süzek,Bireysel İş İlişkisinin Kurulması, Hükümleri ve İşin Düzenlenmesi, Yargıtayınİş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 2001, (Değerlendirme 2001),Ankara 2003
Sarper Süzek,Destekten Yoksunluk ve Cismani Zaralarda İşverenin Özel Hukuktan DoğanSorumluluğu, Destekten Yoksunluk ve Cismani Zararlarda Sorumluluk ve Tazminat,(Destek), 12–13 Nisan 1995, Galatasaray Üniversitesi, İstanbul 1996
Sarper Süzek,Hukuki Yönden İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği, İş Hekimliği Ders Notları, Ankara1993, s.49.
Sarper Süzek, İşGüvenliği Hukuku, Ankara 1985
Sarper Süzek, İşHukuku, Ankara 2009
Selim Kaneti,Haksız Fiil Sorumluluğunda Kusur Kavramının Görevi, Sorumluluk Hukukunda YeniGelişmeler, I.Sempozyumu, 21–22 Ekim 1977, İstanbul 1980
Seza Reisoğlu,Hizmet Akdi, Ankara 1968
Süleyman Başterzi, İşSağlığı ve Güvenliğinin Korunmasında Ekonomik Teşvik ve Yaptırım “Bonus-Malus”Sistemi, İşvereni Mayıs 2008
Tahir Çağa/ Ahmet M. Gökçen/ TevfikGüran, Ölüm ve Cismani Zarar Hallerinde Ödenecek Tazminatın HesabınaDair, Ölüm ve Cismani Zarar Hallerinde Zararın ve Tazminatın Hesap EdilmesiSempozyumu, Ankara 1994
Tankut Centel,İHU, SSK.11 (No.11).
Teoman Ozanoğlu/Sıdık Yalnızoğlu/AvniTümer, Açıklamalı ve İçtihatlı Sosyal Sigortalar Mevzuatı, C.1, Ankara1974
Timur Demirtaş,Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2007
William Swadling, The Judicial Construction of Force MajeureClauses, Force Majeure and Frustration of Contract, London1991
[1]Çimento Fabrikalarında İş Sağlığı ve Güvenliği Denetim Projesi GenelDeğerlendirme Raporu, (Ksc. Bakanlık Rapor), İş Teftiş Kurulu Yayın No.12,Ankara 2006, s.5–21.
[2]Bakanlık Rapor, s.21–30.
[3] Herne kadar çalışma yaşamında çimento sektörünün en fazla sera gazı salımı yapansektör olduğu düşünülse de, çimento sektörünün dünya emisyonlarındaki payınınen fazla %5 oranında olduğu tespit edilmiştir. Yine aynı verilere göre,karbondioksit salınımlarının %20'sinin elektrik enerjisi üretiminden, %13'ününbinalardan, %28'inin tarım ve arazi kullanımından, %13'ünün ise ulaşımdankaynaklandığı belirlenmiştir. (AhmetEren, AB Çevre Faslının Müzakerelere Açılması ve İklim DeğişikliğiKonferansının Türk Çimento Sektörüne Muhtemel Etkileri, İşveren Dergisi, Ocak2010, s.36.)
[4] Sancar Bayazıt, Çimento Sektöründe İşSağlığı ve Güvenliği, İşveren Dergisi, Kasım 2009, s.60.
[5] Bkz.dpn.1’de belirtilen rapor.
[6]Etkinliklerin içerikleri ile ilgili ayrıntılar için bkz. Bayazıt, s.61 vd.
[7] Marcel Simard, Safety Culture andManagement, Encyclopedia of Occupational Health and Safety, Volume II.
[8] İşKanununun 79. maddesine göre işyerinde işin durdurulması veya işyerininkapatılması halinde bu madde hükümleri uygulanmaz
[9] Münir Ekonomi, İş Hukukunun Esasları,C.1, Ferdi İş İlişkileri, İstanbul 1984, s.154. Sarper Süzek, İş Hukuku, Ankara 2009, s.346. Kenan Tunçomağ/ Tankut Centel, İş Hukukunun Esasları, İstanbul2005, s.126. Nuri Çelik, İş HukukuDersleri, İstanbul 2009, s.165 HamdiMolamahmutoğlu, İş Hukuku, Ankara 2009, s.529. Murat Demircioğlu/ Tankut Centel, İş Hukuku, İstanbul 2003, 110,152 vd. Öner Eyrenci/ Savaş Taşkent/Devrim Ulucan, Bireysel İş Hukuku, İstanbul 2006, s.272. Nizamettin Aktay /Kadir Arıcı/ E.Tuncay KaplanSenyen, İş Hukuku, Ankara 2009, s.146. HalukHadi Sümer, İş Hukuku, Konya 2000, s.72. MustafaKılıçoğlu,Tazminat Esasları ve Hesap Yöntemleri, Ankara 1998, s.43 vd. Levent Akın, İş Kazasından Doğan MaddiTazminat, Ankara 2001, s.58, 59. GayeBaycık, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Açısından Maden İşçileri, Ankara 2006,s.158.
[10] Borçlar Kanununun 332. maddesine göre, “İş sahibi, akdin hususi halleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenilebileceği derecede çalışmak dolayısıyle maruz kaldığı tehlikelere karşı icabeden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile, işçi birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur. İş sahibinin yukarıki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi halinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı istiyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur.”
[11] İşKanununun 77. maddesine göre, “İşverenlerişyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlüönlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı vegüvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. İşverenlerişyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığınıdenetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınmasıgerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek vegerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar”.
[12] Kenan Tunçomağ, İş Hukukunun GenelEsasları, İstanbul 1989, 137. Aynı yazar,İş Kazasından Doğan İşveren Sorumluluğunun Özellikleri, İstanbul BarosuDergisi, 1987, 4/6, s.219. Tunçomağ/Centel, s.126. Mustafa Çenberci, İş Kanunu Şerhi, Ankara 1986, s.962 vd. Fikret Eren, Borçlar Hukuku GenelHükümler, Ankara 1994, s.86. Kemal TahirGürsoy, İşverenin Sorumluluğu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,1974/1-4, s.195. İlhan Ulusan, Özellikle Borçlar Hukuku ve İş Hukuku Açısındanİşverenin İşçiyi Gözetme Borcu Bundan Doğan Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 1990, s.124-125.Hüseyin Hatemi, İHU, İşK.73, (No.2).Can Tuncay, İHU, SSK.11, (No.2).
[13] Kemal Oğuzman, İş Kazası ve MeslekHastalıklarından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, İstanbul ÜniversitesiHukuk Fakültesi Dergisi, C.34, S.1–4, 1969, s.337. S.Sulhi Tekinay, İş Kazası ve Meslek Hastalıklarından Dolayıİşverenin Sorumluluğunun Sınırlanması Meselesi, Mukayeseli Hukuk AraştırmalarıDergisi, 1968/3, s.91.
[14] Süzek, İş Güvenliği Hukuku, Ankara 1985,s.210.
[15]Oğuzman, s.337. Süzek, İş Güvenliği, s.233–235. Tekinay, s.91. Mollamahmutoğlu,s.772. Müjdat Şakar, İş GüvenliğiTedbirlerinin Alınmaması Sebebiyle İşverenin Hukuksal Sorumluluğu, İş ve HukukDergisi, Mayıs 1992, s.12. Fehim Üçışık,İHU, İşK.73, (No.3). Seza Reisoğlu,Hizmet Akdi, Ankara 1968, s.207. SelimKaneti, Haksız Fiil Sorumluluğunda Kusur Kavramının Görevi, SorumlulukHukukunda Yeni Gelişmeler, I.Sempozyumu, 21–22 Ekim 1977, İstanbul 1980, s.66.Akın, s.97 vd.
[16] Haluk Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku,Ankara 1961, s.50 vd.
[17]Süzek, İş Güvenliği, s.250.
[18] Sarper Süzek, Destekten Yoksunluk veCismani Zaralarda İşverenin Özel Hukuktan Doğan Sorumluluğu, DestektenYoksunluk ve Cismani Zararlarda Sorumluluk ve Tazminat, (Destek), 12–13 Nisan1995, Galatasaray Üniversitesi, İstanbul 1996, s.31.
[19] Yargıtaya göre; “…bu tür davalarda olumlusonuca ulaşabilmek için, olayın iş kazası olması yanında işverenin; 1475 sayılıİş Yasasının 73. maddesinde (4857 sayılı İş Kanununun 77.maddesinde)gösterildiği biçimde sorumluluğunun saptanması gerekir. İşverenin sorumluluğuise iş mevzuatının öngördüğü işçi sağlığı ve güvenliği yönünden işverencealınması gereken önlemlerin yerine getirilmemesi suretiyle belirlenir. Gerekmevzuatın öngördüğü gerekse öngörmediği yerine getirilmesi zorunlu ödevlerinişverence savsaklanması sonucu bir iş kazasının olması halinde işvereninsorumluluğundan söz edilebilir…” Y21HD. 6.3.2002, 43/ 2483.
[20]Y21HD.3.10.2002, 7847/8012, (Levent Akın,İşverenin İşçiyi Gözetme Borcu ve Bundan Doğan Tazminat Davaları, Yargıtayın İşHukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 2002, (Değerlendirme), Ankara2004, s.89).
[21]Konuya ilişkin karardaki ifadeler şunlardır; “…İnsan yaşamının kutsallığıçevresinde işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamakiçin gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçlarınoksansız bulundurmakla yükümlü olduğu İş Kanununun 73. (4857 sayılı kanunun77.) maddesinin açık buyruğudur. Bilirkişi raporunda; işverenin kusursuz işçininise % 100 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. Oysa, hükme dayanak alınanbilirkişi raporunda; bilirkişi, İş Kanununun 73. (4857 sayılı kanunun 77.)maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle işyerininniteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken işçi sağlığı ve iş güvenliğitüzüğünün ilgili maddelerini incelemek suretiyle, işverenin, işyerinde almasıgerekli önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemlerialmadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususlar ayrıntılı birbiçimde incelemek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hiç bir kuşku veduraksamaya yer vermeyecek biçimde, saptamadıkları anlaşılmaktadır. Öte yandandavacı 28.6.2000 tarihinde işe girmiş 15.7.2000 tarihinde iş kazası meydanagelmiştir. Dava konusu olayda işçinin ağır kusurun olduğu açıkça görülmektedir.Ancak bu kusurun kast düzenine ulaşır nitelikte olmadığı da anlaşılmaktadır.İşçinin iş yerinde henüz 20 günlük işçi olduğu işin nitelik ve özelliğine göreher an işçi can ve güvenliği bakımından tehlike yarattığı, her türlü tedbirinalınmış olması halinde dahi bu tür kazaların önlenmediği göz önünde tutularak,olayda, kısmi bir tehlike sorumluluğununolduğu da ortadadır…” Y21HD.24.2.2003, 1114/1258.
[22] Buyönde verilen bir kararda yer alan ifade şudur: “…işverenin iş kazası sonucumeydana gelen zararlar nedeniyle hukuki sorumluluğu, yasa ve içtihatlarlabelirlenmiş olan ayrık haller dışında ilke olarak iş akdinden doğan işçiyi gözetme ( koruma ) borcunaaykırılıktan kaynaklanan kusura dayalı sorumluluk olup işçinin ya da üçüncükişinin tam kusurlu olduğu hallerde ise sorumluluğun koşullarından olanzararlandırıcı eylemle sonuç arasındaki nedensellik bağı (nedensellik bağı)kesildiğinden işverenin sorumluğu söz konusu olamaz.” Y21HD. 12.2.2007,2006–19242/2007–1779.
[23]Y21HD.14.2.2002, 287/1058, Akın, Değerlendirme, s.91.
[24]Akın, s.89.
[25]Süzek, İş Hukuku, s.358. Akın, s.95.
[26] Kemal Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar HukukuGenel Hükümler, İstanbul 1995, s.360 vd. Süzek, İş Hukuku, s.358. Akın, s.96. Baycık,s.161.
[27]Yüksek mahkemenin konuya ilişkin bir içtihadında, 55.madde uyarınca oluşansorumluluk için işverenin veya çalıştırdığı kişinin kusurunun gerekmediği,buradaki sorumluluğun özen ve gözetim ödevinin objektif olarak yerinegetirilmemesinden kaynaklanan kusura dayanmayan bir sorumluluk olduğu açıkçabelirtilmiştir. Nevarki, işverenin 55.maddeye dayalı sorumluluğu için dahi,işverenle istihdam olunan arasında çalışma ve bağımlılık ilişkisinin bulunması,zararın hizmet ifası sırasında ve hizmetle ilgili olarak oluşması, eyleminhukuka aykırı olması ve zarar ile arasında uygun nedensellik bağının bulunmasıgerekmektedir. Y21HD.13.6.1997, 3952/4093 (Yayınlanmamıştır).
[28] Bukonuda ayrıntılı bilgi için bkz. Akın, s.186 vd.
[29] Y21HD.3.4.2007, 2006/17302–2007/5659
[30]Y21HD. 3.10.2006,9127/9389
[31]Y21HD. 30.3.2009, 2008–13524/ 2009–4622 ( Kararı isabetli bulan incelemesi içinbkz. Müjdat Şakar, SosyalSigortalarca Karşılananlar Dışında Kalan Zararların İşverene Ödetilmesi İlkesi,Sicil, Eylül 2009, s.227 vd.)
[32]Akın, s.101 ve orada belirtilen yazarlar.
[33]Y10HD.26.4.1977, 1976/6231, 1977/3150, KemalOğuzman, Vak’a Metodu ile Hukuki Yönden İşçi-İşveren İlişkileri, İstanbul1981, s.520.
[34] Bukonuda yabancı ülke uygulamaları için bkz. Akın, s.24 vd.
[35]Yargıtayın kökleşmiş uygulamasına göre bir olay, hayattaki genel deneylere veolayların tabii akışına göre, diğer bir olayı meydana getirmeye elverişlibulunur; diğer bir deyimle olayın ortaya çıkması görünüşte söz konusu diğer birolayın meydana gelmiş olmasıyla kolaylaşmış bulunursa ilk olay, uygun sebepsonuç ölçüsüne göre, ikincisinin nedeni sayılmaktadır, YHGK.24.6.1964,508/4–181, Y4HD.13.9.1988, 4147/7408, 15.3.1993, 1991–11451/1993–2534 (YKD.Ağustos 1993, s.1169).
[36] Osebeple, özel arabasıyla görev yerine gitmeden önce, ailesiyle vedalaşmayagiderken geçirilen kaza, yasada sayılan hallerden hiç birine dâhiledilemediğinden 506 sayılı yasa döneminde Yargıtayca iş kazası sayılmamıştır(Y9HD.15:10.1991, 7939/13115, Tekstil İşveren Dergisi, Temmuz-Ağustos 1992, s.47).
[37]Y21HD.29.3.2007, 2007/5051-5422
[38]Y10HD.30.4.1947, 1972–38091 / 1973–14209 (ReşatAtabek, İHU SSK. 26 (No.1)).
[39]Y10HD.26.11.1973, 1213/1288 (TeomanOzanoğlu/Sıdık Yalnızoğlu/Avni Tümer, Açıklamalı ve İçtihatlı SosyalSigortalar Mevzuatı, C.1, Ankara 1974, s.189). Yabancı hukuk sistemlerineilişkin açıklamalar için bkz. Akın, s.41.
[40]Y10HD.7.4.1987, 2000/2044 (Ali Rıza Okur,Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 1987 Yılı KararlarınınDeğerlendirilmesi, İstanbul 1989, s.179). Benzer bir kararda yüksek mahkeme,olayın iş kazası sayılabilmesi için, işyerindeki güneş çarpması ile oteldekikalp krizi arasında nedensellik bağı bulunduğunun tespiti gereklidir görüşüneyer vermiştir, Y9HD.4.5.1970, 2909/4545 (Ozanoğlu/ Yalnızoğlu/ Tümer, s.196).Aynı şekilde, işçi işyerinde kafasına çarpan sert bir cismin yarattığı travmasonucu hastaneye kaldırılmıştır. Fakat hastanede menenjit nedeniyle öldüğünden,nihai zarar ile iş kazası arasında nedensellik bağı bulunmadığı gerekçesiyleölüm iş kazasının sonucu görülmemiştir Y10HD.26.11.1990, 7943/9851 (YKD. Mart1991, s.371,372). Bir başka olayda ise, işçinin işyerinde uğradığı kazanın işkazası olduğuna şüphe yoktur. Ancak Yargıtay, uğranılan kaza ile nihai zarar(ölüm) arasındaki uygun nedensellik bağının yeterince araştırılmamış olmasıgerekçesiyle, yerel mahkeme kararını bozmuştur, Y10HD. 29.6.1992, 6593/7491(YKD. Aralık 1992,1874–1875). Bu konudaki diğer değerlendirmeler için bkz.Akın, s.42.
[41]Y9HD.8.4.1992, 2500/3929, İş ve Hukuk, Eylül 1992, s.28–29.
[42]Akın, s.21.
[43]Akın, s.46.
[44]Konuya ilişkin bir kararında Yargıtay, işyerinde gerçekleşmiş olan kriz sonucuölümün iş kazası sayılabilmesi için, anılan kriz ile ölüm olayı arasında uygunnedensellik bağının varlığının aranması gerektiğini ifade etmiştir Y9HD.4.5.1970,2909/4545 (Memduh Yelekçi, SosyalSigortalar Kanunu Şerhi, Ankara 1991, s.248).
[45]Yargıtay da benzer bir olayda aynı değerlendirmeyi yapmıştır, Y10HD.25.5.1989,3064/4630 (Adnan Avcı, En sonDeğişikliklerle İş Mevzuatı, İstanbul 1996, s.217).
[46]Y10HD.8.4.1992, 2500/3929 (Çimento İşveren Dergisi, Temmuz 1992, s.27);Y9HD.15.10.1991, 7939/13115 (Tekstil İşveren Dergisi, Temmuz-Ağustos 1992, s.47);Y10HD.13.7.1972, 1973/49 (Yelekçi, s.270).
[47]Y9HD.4.11.1985, 7797/10089 (Tekstil İşveren Dergisi, Şubat 1986, s.19);Y9HD.19.11.1970, 11199/12427 (Yelekçi, s.245); Y9HD.6.6.1974, 3155/3920;YHGK.2.7.1969,9–452/655 (Yelekçi, s.269).
[48] Adil İzveren, Sosyal Politika ve SosyalSigortalar, Ankara 1970, s.202.
[49]Süzek, İş Hukuku, s.361; M.Cuhruk/H.S.Çolakoğlu/A.Bükey,Sosyal Sigortalar, Ankara 1977, s.226.
[50] Tankut Centel, İHU, SSK.11 (No.11).
[51]Y21HD.26.3.2002, 43/2483
[52]Akın, s.47.
[53]Akın, s.48.
[54]Y10HD.18.9.1990, 6897/7605 (YKD. Aralık 1990, s.170).
[55]Yargıtayın bir kararına göre de, işyerinde meydana gelmeyen ve işverenin tedbiralma eylemi ile bağlantısı bulunmayan olaylar işveren yönünden iş kazasıdeğildir, Y9HD.13.4.1970, 1495/3566 (Ozanoğlu/Yalnızoğlu/Tümer, s.196).
[56] İşKanununun 66. maddesine göre işin mahiyetinden doğmayıp, işverenin sosyalyardım amacıyla işçileri işyerine götürüp getirmeleri sırasında geçen zaman işsüresinden sayılmamaktadır. Buna karşılık Yargıtay bu sırada gerçekleşmiş SSKanlamında iş kazasını, isabetli bir tercihle işverenin taşımaya ilişkin birsözleşme yapmış olması nedeniyle yürütülen işle nedensellik bağı içindedeğerlendirmiş ve işvereni İş Kanununun 1.maddesinin son fıkrasına göre sorumlututmuştur, Y9HD. 18.1.1989, 10312/139 (Yasa Ocak,1989, s.137–138). Krş. Ali Rıza Okur, Sosyal SigortalarAçısından Yargıtayın 1989 Yılı Kararlarının Değerlendirilmesi, (Ksc. Değerlendirme1989), İstanbul 1991, s.208. Ayrıca bkz. AliGüzel, Sosyal Sigortalar Açısından Yargıtayın 1990 Yılı KararlarınınDeğerlendirilmesi, (Ksc. Değerlendirme 1990), s.185–187. Aynı yönde kararlariçin bkz. Y9HD. 4.11.1968, 8055/13251 (Ozanoğlu/Yalnızoğlu/Tümer, s.187),Y9HD.13.5.1966, 2570/4109 (Avcı, s.202). Hemen belirtelim ki, doktrinde sosyalamaçlı taşımalar esnasında ortaya çıkan kazaların bireysel iş hukuku anlamındaiş kazası sayılması gerektiğini savunan yazarlar da bulunmaktadır (Fikret Eren, Borçlar Hukuku ve İşHukuku Açısından İşverenin İş Kazası ve Meslek Hastalığından Sorumluluğu,Ankara 1974, s.20).
[57]Nitekim Yargıtay, bu tür bir olaya da aynı değerlendirmeyi yaparak olayı işkazası sayıp, işvereni tazminatla sorumlu tutmuştur Y9HD.5.4.1983, 374/3094.Ayrıca bkz. YHGK.25.11.1987, 9–451/882 (Avcı, s.219).
[58] İlhan Ulusan/Güven Esen, İş Kazası veMeslek Hastalığından Doğan İşveren Sorumluluğu, İşletmelerde İş ve SosyalGüvenlik Hukuku İnsan Gücü Yönetimi, İstanbul 1985, s.20.
[59]Akın, s.49.
[60]Nitekim Yargıtaya göre de işveren, ölen işçinin ve üçüncü kişilerin kusurusonucu uğranılan zararların tazmininden sorumlu tutulamaz. İşverenin kusursuzsorumluluk hallerinde dahi uygun nedensellik bağının gerçekleşmesi vekesilmemiş olması gerekir, Y9HD.1.4.1988, 3691/3695 (Avcı, 218).
[61]Yargıtay da bir kararında, iş kazasında ölen işçi tam kusurlu ise işverenesorumluluk yüklenemeyecektir görüşüne yer vermiştir Y9HD.27.9.1974, 633/19430(Yelekçi, 267). İlliyet bağının mücbir sebep ile kesilebilse de, zarar göreninmüterafık kusuru veya üçüncü kişinin kusuru ile kesilmeyeceği, nedensellikbağının ancak zarar görenin veya üçüncü kişinin fiilleri ile kesilebileceğikonusundaki değerlendirmeler için (KenanTunçomağ, İş Kazalarından Doğan İşveren Sorumluluğunun Özellikleri,İstanbul Barosu Dergisi, 1987–4/6, s.579).
[62]Tandoğan, s.81.
[63]Y9HD.8.12.1994, 13119/17380 (Çimento İşveren Dergisi, Mart 1995, s.26).
[64]Y21HD. 12.2.2007, 2006–19242/ 2007–1779
[65]İşveren ile bağlantısı olmayan bir kimsenin sebep olduğu zararlarla ilgiliolarak yüksek mahkemenin önüne gelen bir olayda iş kazası sonucunda felç olanişçi daha sonra hayatını kaybetmiştir. Ancak yapılan incelemede ölümün felçtenkaynaklanmadığı, hastanedeki bakım ve özen eksikliği nedeniyle işçininvücudunda ölüme neden olan yaraların oluştuğu anlaşılmıştır. Yargıtay budurumda kaza ile ölüm arasında uygun değil dolaylı bir nedensellik bağıolduğunu belirterek işverenin sorumlu tutulamayacağına karar vermiştir,Y9HD.24.2.1994, 1993–15628/1994–2860 (Yayınlanmamıştır).
[66]Nitekim Yargıtay kararına konu olan ölümle sonuçlanan bir iş kazasında davalıidarenin dozer operatörü kusurlu görülmüş ve istihdam eden sıfatıyla idare,tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir Y9HD.21.10.1994, 9499/14512 (İş ve HukukAralık 1994-Ocak 1995, s.27).
[67]Y21HD.25.3.1997, 2108/2195 (Yayınlanmamıştır).
[68]Y21HD.29.4.1997, 1683/2810 (Yayınlanmamıştır). Benzer bir başka olayda da,üçüncü kişinin kullandığı taş taşıyan bir kamyondan düşen taş, davalı idareyeait otomobilin camına çarparak araç sürücüsünün %68 oranında iş göremezliğinesebep olmuştur. Taş kamyonunun sürücüsünün %100 kusurlu görüldüğü olaydaYargıtay, uygun nedensellik bağının kesildiğini istihdam eden davalı idareninsorumluluğuna gidilemeyeceğine karar vermiştir Y21HD.24.9.1996, 4093/4909(Yayınlanmamıştır). Buna karşılık, görevi gereği para götürmek için bindiğitaksinin başka bir araçla çarpışması sonucu ölen işçinin işverenini taksiyiçalıştıran sıfatıyla sorumlu tutan Yargıtayın bu içtihadı haklı olarakeleştirilmiştir (Y21HD.9.2.1999, 98–9040/99–487). Anılan karar ve incelemesiiçin bkz. Can Tuncay, Kararİncelemesi, Çimento İşveren Dergisi, Temmuz 1999, (Ksc. İnceleme 1999), s.26–30.
[69]Y9HD.3.11.1970, 9165/11680 (Yelekçi, s.261). Aynı yönde bkz. Y9HD.1.10.1972,950/26426 (Ozanoğlu/Yalnızoğlu/Tümer, s.191).
[70]Y10HD.30.4.1974, 1972–38091 / 1973–14209 (Atabek, İHU SSK.26, (No.1)). Aynıyönde bkz. Y9HD.4.7.1985,4294/7382; Y9HD.8.7.1985, 675/7403 (Tühis. C.I, s. 299–302).
[71]Y10HD.26.11.1973, 1213/1288 (Ozanoğlu/Yalnızoğlu/Tümer, s.189).
[72]Sigortalı, işverene ait bir araçla seyrederken, karşı taraftan gelen bir başkaaraçla çarpışma sonucu ölmüştür. Kazada diğer araç sürücüsünün kastıbulunmamaktadır. Fakat %100 kusurlu görülen eylemi ile kazanın işle olan uygunnedensellik bağını kesmesi, işvereni sorumluluktan kurtarmıştır,Y9HD.9.11.1989, 6519/9660 (Tühis. C.II, s.177). Aynı yönde bkz. Y9HD.5.3.1987,2161/2555 (Tühis. C.I, s.312)
[73]Y9HD.29.12.1981, 11284/15904 (Tekstil İşveren Dergisi, Eylül 1982, s.20; Can Tuncay, İHU SSK. 11 (No.2)).
[74]Nitekim bir kararında Yargıtay, tehlike sorumluluğu için olayla nedensellikbağının kurulabilmesinin zorunlu olduğunu, işyerine özgü tehlike ile meydanagelen sonuç arasında nedensellik bağı mevcut değilse işverenin olaydan sorumlututulamayacağını belirtmiştir, Y9HD.5.3.1987, 2181/2655 (Avcı, s.221).
[75]Akın, Sorumluluk, 39. Yargıtay daha önceki tarihli bir kararında, görevliolarak gönderdiği işçisinin kendi seçtiği araçla yolculuğu sırasında geçirdiğitrafik kazasından, uygun nedensellik bağının bulunmaması nedeniyle işverenisorumlu tutmamıştır Y9HD.8.3.1973, 1972–17888 / 1973–4218(Ozanoğlu/Yalnızoğlu/Tümer, 190). Buna karşılık yüksek mahkeme, görevli olarakyurt dışına gönderilen sigortalının, işverence tahsis edilen araçtaykenuğradığı kazadan işvereni sorumlu tutmuştur, Y9HD.5.4.1983, 374/3094 (Tekstilİşveren Dergisi, Eylül 1984, s.21).
[76]Aynı görüş Yargıtayın çeşitli kararlarında da yer almıştır: YHGK.18.3.1987,1986–9–722 / 1987–203 (YKD. Mayıs 1988, s.598–603), Y9HD.10.12.1987,10389/10866 (YKD. Ağustos 1988,1095–s.1096), Y9HD.5.3.1987, 2181/2655 (Çimentoİşveren Dergisi, Mayıs 1987, s.32). Aksi görüş için bkz. Eren, s.21.
[77]Mesuliyeti icap ettirmeyen haller (BK.161); mücbir kuvvet (BK.293, TK.1216);mücbir sebep (TK.777. HUMK.294);
[78] William Swadling, The Judicial Construction of Force MajeureClauses, Force Majeure and Frustration of Contract, London1991, p.20. Tandoğan, s.464,vd.
[79]Y21HD. 3.10.2002, 7848/8013.
[80]Çeşitli teorik tartışmaları barındıran bu yargısal görüş tarzı ile ilgiliayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Akın, s.89 vd.
[81]Y21HD. 4.12.2007,5791/21841
[82]Y21HD. 10.5.2007, 2006–18565/2007–7859
[83] Altişveren ile ilgili değerlendirmeler için ayrıca bkz. Akın, s.234 vd.
[84]Y9HD.4.7.1985, 4294/7382 (Tekstil İşveren Dergisi, Ekim 1986, s.19–20).
[85] Bukonudaki içtihat ve değerlendirmeler için bkz. Akın, s.89 vd.
[86]Yargıtaya göre:”... BK.46/I’deki hükümde yer alan -bütün masraflar- deyimi çokkapsamlıdır. Öyle ki, zarar görenin kurtarılması, sağlığının ve çalışma gücününgeri verilmesi vb. için yapılan, yapılması gerekli olan bütün giderler zarartutarının belirlenmesinde göz önünde bulundurulur.” Y15HD.13.5.1975, 2639/2571(Mustafa Reşit Karahasan, TazminatHukuku, Maddi Tazminat-Manevi Tazminat, İstanbul 1996, s.146).
[87]Y21HD.12.6.2006, 3604/6274
[88]Tandoğan, s.284. Eren, 328. Andreas vonTuhr, Borçlar Hukuku, C.1–2, Ankara 1983, s.108. Akın, s.161.
[93]Oğuzman/Öz, s.538. Karahasan, s.233. Tandoğan, s.292. Eren, s.334. Akın, s.173vd.
[94] Maddizarar ve tazminatın hesabı konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Akın, s.183 vd.
[99]Süzek, İş Hukuku, 386, 388. Levent Akın,Destekten Yoksunluk ve Cismani Zararlardan İşverenin Özel Hukuktan Doğan Sorumluluğunaİlişkin Yargıtay Kararları, (Ksc. Destek), İş Hukukuna İlişkin Sorunlar veÇözüm Önerileri 1996 Yılı Toplantısı Destekten Yoksunluk ve Cismani ZararlardaSorumluluk ve Tazminat, 12–13 Nisan 1995, Galatasaray Üniversitesi, İstanbul1996, s.44.
[100]Süzek, İş Hukuku, 390. Nitekim Yüksek mahkeme de manevi tazminatın koşullarınıortaya koyduğu kararında bunu açıkça vurgulamıştır, YİBK.22.6.1966, 7/7(RG.28.7.1966/12360).
[101]Tandoğan, 337, 339. Kenan Tunçomağ,Hizmet İlişkisinden Doğan Manevi Tazminat İstekleri ve Yargıtay Kararları,(Manevi Tazminat), Tütis, Mart 1984, s.4. Süzek, İş Hukuku, s.392. Akın,Destek, s.44.
[102]Çenberci, s.1024. Tandoğan, s.333 vd.
[103] Haluk Tandoğan, Üçüncü Şahsın ZararınınTazmini, (Üçüncü şahıs), Ankara 1963, s.11.
[104]Tandoğan, Üçüncü Şahıs, 6,7. SarperSüzek, Bireysel İş İlişkisinin Kurulması, Hükümleri ve İşin Düzenlenmesi,Yargıtayın İş Hukukuna İlişkin Kararlarının Değerlendirilmesi 2001,(Değerlendirme 2001), Ankara 2003, s.41. Ulusan, s.182. Krş. YHGK.23.9.1987,9–183/655’e ekli karşı oy yazısı ve Federal Mahkeme uygulaması (Akın, Destek, s.45,46).
[105]Y21HD. 14.2.2002, 286/1057 (Akın,Değerlendirme, s.129). Y21HD. 19.2.2002, 991/1278. Aynı yönde Y21HD.17.12.2002, 10355/10855 (Akın, Değerlendirme, s.130).
[106]YHGK.23.9.1987, 9–183/655 (Akın, Destek, s.44, 45).
[107]Akın, Değerlendirme, s.131.
[108]Y21HD.12.6.2003, 4754/5612 (Çimento İşveren, Ağustos 2003, s.34, 35)
[109]Y21HD. 4.5.2006, 3983/5301
[110]Y4HD.5.3.1997, 9973/2900 (Ulusan, s.192, 193). Tandoğan, 335. Süzek, İş Hukuku,s.386. Akın, Destek, s.44.
[111]Konuya ilişkin içtihatlar için bkz. Akın, Destek, s.44.
[113]Nitekim yüksek mahkeme içtihatlarına göre manevi tazminat rakamını takdir,“Olayın oluş şekline, müterafık kusur oranlarına, davacıların duyduğu elem veızdırabın derecesine, tarafların sosyal ve ekonomik durumuna, 26.6.1966 gün1966/7–7 sayılı içtihadı birleştirme kararının içeriğine ve öngördüğükoşulların somut olayda gerçekleşme biçimine ve hak ve nesafet kurallarınagöre…” yapılmalıdır, Y21HD.17.6.2002, 5020/5848 (Akın, Değerlendirme, s.134).
[114]Y21HD.17.6.2002, 5020/5848, (Yayınlanmamıştır).
[115]Y21HD.6.6.2002, 4569/5399, (Yayınlanmamıştır).
[116]Y21HD. 25.3.2002, 2152/2403, (Yayınlanmamıştır).
[117]Y21HD. 8.10.2002, 6738/8207, (Yayınlanmamıştır).
[118] Bukonuda ayrıntılı bilgi ve içtihatlar için bkz. Akın, Destek, s.47
[119] S. Sulhi Tekinay, Ölüm SebebiyleDestekten Yoksun Kalma Tazminatı, s.128 vd. Karahasan, s.281. Süzek, İş Hukuku,s.378 vd. Akın, Değerlendirme, s.126. KadriyeBakırcı, İşçinin Desteğinden Yoksun Klanların Açtıkları Destekten YoksunKalma Davası, Kamu-İş, Temmuz 1991, s.23. Kılıçoğlu, s.130. Gaye B. Seratlı, İş Kazasından DoğanDestekten Yoksun Kalma Tazminatı, (Destek), Ankara 2003, s.63 vd.
[120]Y21HD. 4.5.2006, 3983/5301
[121] Oğuzman/Öz, s.543. Tandoğan, s. 304.
[122]Y21HD. 14.5.2007, 2006–19746/2007–8014. Değerlendirmeler için bkz. Akın,Değerlendirme, s.127.
[123]Y21HD.11.10.2001, 6819/6640 (Süzek, Değerlendirme 2001, s.37).
[124] Bukonuda ayrıntılı bilgi için bkz. Akın, s.119 vd.
[125]Y21HD.18.3.2002, 1634/2097, Akın, Değerlendirme, s.126, 127.
[126]YHGK.6.10.2004, 21-445/ 487, Y21HD. 6.11.2003, 8772/ 9009. Bu konuda ayrıcabkz. Ali Güzel/ Ali Rıza Okur/ NurşenCaniklioğlu, Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 2009, 364, s.365.
[127]Ayrıntılar için bkz. Akın, s.224 vd.
[128]Y9HD.5.1.1967, 130003/60; YHGK.25.5.1968, 9413/14863, (Nevzat Erol, İş Kazaları ve Meslek Hastalıklarından Doğan HukukDavaları, s.94–95).
[129]Nitekim Yargıtay, kötü tesadüf olarak tanımlanan unsurun kaçınılmazlık olduğunuve kusursuz sorumluluk esaslarının uygulanması gerektiğini bir kararında açıkçabelirtmiştir Y9HD.31.10.1983, 6805/8720 (Karahasan, s.567).
[130]Y21HD.15.4.1997, 2612/2669 (Yayınlanmamıştır).
[131]5510 sayılı yasadan önce 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ağır kusur yerine kavramına yervermişti. Bu kavramdan ne anlaşılması gerektiği ise yine 506 sayılı yasanın111. maddesinde açıklanmıştı. Buna göre, tehlikesi olduğu veya hastalığa sebepolacağı bilinen yahut yetkili kimseler tarafından verilen emirlere aykırı olanveyahut açıkça izne dayanmadığı gibi hiç bir gereği veya yararı bulunmayan birişi elinde olarak sigortalının yapması veya yapılması gereken bir hareketisavsaması kusurun bağışlanmazlığına esas tutulmuştur ki aynı tanım yeni yasaiçin de bir ölçüt oluşturabilir.bağışlanmaz kusur
[132]Tandoğan, 56. Nitekim ’e göre,temyiz gücünün bilinç ya da idrak unsuru, insanın fiillerini saik ve kapsamınıdeğerlendirme gücünü ifade etmektedir. İstem veya irade unsuru ise budeğerlendirmeye uygun olarak hareket edebilme yeteneğidir (EngelEngel, Pierre, Traite des Obligations en Droit Suisse, Neuchatel1973, Eren, Sorumluluk, 114’den naklen).
[133]Y9HD.14.11.1969, 8901/10743 (,1978, s.891).Çenberci
[134]Konuya ilişkin içtihatlar için bkz.Y9HD.7.2.1972, 21484/1983, Y9HD.1.11.1972,17301/21975, YHGK.1.2.1969, 9–58/87, Y9HD.2.6.1969, 2934/6068, Y9HD.27.5.1970,69/4128 (Erol, s.96–98). Y9HD.9.3.1978, 3001/3620, Y9HD.15.3.1978, 3230/3755,Y10HD.4.2.1977, 5614/730 (Karahasan, s.465, 569, 570).
[135]Nitekim karşılaştığı bu tür bir olayda yüksek mahkeme, hakkaniyete uygunpaylaşımın, kaçınılmazlığın sebep olduğu zararın yarıdan fazlasına işvereninkatlanması gerektireceğini belirtmiştir Y9HD.27.9.1994, 7920/13094(Yayınlanmamıştır). Bu konuda ayrıca bkz.Y9HD.11.5.1982, 3982/4685 (Tekstilİşveren Dergisi, Eylül 1982, s.21).
[136]Y21HD.20.4.2000, 3043/3122 (Yayınlanmamıştır).
[137]Y21HD.25.3.2003, 517/1301
[138]Konuya ilişkin Y9HD.12.10.1967 tarih ve 7295/9545 sayılı karar eklenen karşı oyyazısında ise, iş kazasında işverenin hiç bir kusurunun bulunmadığı, olayıntümüyle kaçınılmazlıktan kaynaklandığını, bu durumu göz önüne alarak sorumlulukmiktarında indirime giden yerel mahkeme kararının onanması gerektiğisavunulmuştur (Çenberci, 1978, s.802).
[139] Butür bir olayla karşılaşan Yargıtay da kararında şu görüşlere yer vermiştir: “ ” Y10HD.15.5.1975, 1882/2870 (Karahasan,s.570–571).İlk davada zararlandırıcı olaydan ötürüzararı giderecek tüm tazminat miktarı saptanmış ve mahkeme gayet açık olaraktarafların durumları bakımından bu tespit edilmiş tazminatı kapsayacak biçimdeBorçlar Kanununun 43.maddesinin uygulanamayacağına karar vermiştir. Davalı, buyönü dahi temyiz itirazında bildirmek suretiyle anılan hükmün bozulması içinYargıtaya başvurmuş; ancak hüküm Yargıtayca onanmıştır. Şu suretle bu olaydahakkaniyet gereği indirim yapılamayacağı yönü kesin hüküm halini almıştır. Kesinhüküm ise, ilişkin bulunduğu konuda yeniden inceleme yapılmasını engelleyenyargılama şartlarındandır. Her halde aynı konuda mahkemece ayrı ayrı sonuçlaravarılmasının yurttaşın adalete olan inancını sarsacağı ve bu bakımdanmahkemelerin böyle durumları önlemekle ödevli bulunacakları yönleri açıktır.Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın bu davada dahaönce tespit edilmiş tazminattan indirim cihetine gidilmiş olması usule veyasaya aykırı olup bozma nedenidir.
[140]Y21HD.17.3.1998, 815/1867 (YKD. Şubat 1999, 229).
[141]Y10HD.18.4.1975, 1307/2285 (Karahasan, s.571). Aynı yönde bkz.Y21HD.14.10.1999, 6181/6939 (YKD. Şubat 2000, s.259).
[142]Y9HD.25.12.1989, 11191/11370; Y9HD.12.12.1989, 9443/11270 (Hakkı Aktaş, İş kazalarında Cismani Zarara Değer Biçme Sorunu,İstanbul Barosu Dergisi, 1993/1-3, s.32–33).
[143] Tahir Çağa/ Ahmet M. Gökçen/ Tevfik Güran,Ölüm ve Cismani Zarar Hallerinde Ödenecek Tazminatın Hesabına Dair, Ölüm veCismani Zarar Hallerinde Zararın ve Tazminatın Hesap Edilmesi Sempozyumu,Ankara 1994,s.6.
[144]Y9HD.29.12.1981, 11284/15904 (Tekstil İşveren Dergisi, Ağustos 1982, s.18).Ayrıca bkz. Y10HD. 21.4.1998, 2856/3008 (YKD. Eylül 1998, s.1318).
[145]Y21HD.13.11.2007, 17767/20502
[146]YİBK.27.3.1957, 1/3 (RG.9640). Y9HD.16.5.1967, 4749/4309 (Erol, s.91). Diğerbir davada ise kazalanan işçi %25, diğer işçiler %75 kusurlu görülmüştür.Yargıtay söz konusu olayda hiç bir kusuru olmasa da işverenin istihdam edensıfatıyla diğer işçilerin kusurlarından sorumlu olması gerektiğini kabuletmiştir, Y9HD.6.3.1998, 396/3472 (YKD. Şubat 1999, 195).
[147]Y19HD. 6.6.1994, 6578/5749 (YKD. Eylül 1995, 1451). Borçlar Kanununun43.maddesindeki kusurun ağırlığı ile tazminat miktarının orantılı olacağıhükmünün, aynı kanunun 55.maddesine ilişkin tazminatlarda uygulanamayacağıkonusunda bkz. YİBK.10.6.1968, 1/12 (RG.12969);
[148]Y21HD.22.5.1997, 3197/3485; Y21HD.20.5.1997, 3311/3371 (Bu kararlaryayınlanmamıştır).
[149]Y9HD.3.11.1970, 9165/1163 (Erol, s.91).
[151] Nitekim yüksek mahkeme de bir kararındabu noktaya işaret etmektedir: “…İnşaat işinde kontrol mühendisi olarak çalışandavacı işçinin, yapmadığı belirtilen işlerin davacının görevi olup olmadığı,görevi ise yazılı uyarılar da dikkate alınarak makul bir zamanda yapıpyapmadığı, yapılmaması durumunda ise kusurunun bulunup bulunmadığı, teknikbilirkişi incelemesi ile tespit ettirilmelidir. … bir inşaat işinde kontrolmühendisi olarak çalışan davacının iş akdi, görevini yazılı ve sözlüuyarılarına rağmen yapmadığı ve yapmamakta ısrar etmesi nedeniyle 4857 sayılıİş Yasasının 25/II-h maddeleri gereğince işverence feshedilmiştir… Uyuşmazlığınçözümü teknik bilirkişi incelemesini gerektirdiğinden söz konusu işte yapmadığıbelirtilen işlerin davacının görevi olup olmadığı, görevi ise yazılı uyarılarda dikkate alınarak makul bir zamanda yapıp yapmadığı, yapılmaması durumundaise kusurunun bulunup bulunmadığı, üç kişilik bilirkişi heyetine tespit ettirilmelive sonucu bir değerlendirmeye tabi tutularak hüküm kurulmalıdır…” Y9HD.22.12.2005, 11972/40499, (Osman GüvenÇankaya/ C.İlhan Günay/ Seracettin Göktaş, Türk İş Hukukunda İşe İadeDavaları, Ankara 2006, s.539, 540).
[152] Bu yöndekikararlar için bkz. Y9HD. 19.2.2007, 18941/4314, Çalışma ve Toplum Dergisi, S.14,s.224.
[154] Y9HD. 27.2.2006, 1214/4724,Çankaya/Günay/ Göktaş, s.528.
[155]Nitekim bu başvuru için 20 günlük süre belirlenen bir işyerinde yüksek mahkemede aynı sonuca ulaşmıştır: “…Fesih tarihinde işyerinde uygulanmakta olan topluiş sözleşmesinin 70. maddesinde diplin cezaları vermeye yetkili olan kurulunçalışma sistemi belirlenmiş ve fiil ile failin öğrenilmesinden sonra işverenveya vekilinin 20 gün içinde olayı disiplin kuruluna bildirmesi gerektiğiaçıklamıştır. Davacı işçinin iş sözleşmesinin feshine neden olan olay, genelmüdürlüğe 28.6.2004 tarihinde bildirilmiş ve aynı gün disiplin kuruluna sevkedilmiştir. Disiplin kurulu tarafından aynı tarihte iş sözleşmesinin feshinekarar verilmiştir. Olay tarihi ile disiplin kuruluna sevk tarihi arasında 20günden fazla süre geçmiş ise de, toplu iş sözleşmesinde de açıkça öngörüldüğüüzere bu süre, işveren veya vekilinin olayı öğrenme tarihinden itibarenişlemeye başlayacaktır. Disiplin kuruluna sevk işlemi, Genel Müdürlük Teknik İşlerKoordinatörlüğüne… tarihinde bildirilmiş ve aynı tarihte genel müdüryardımcısı tarafından onaylanmıştır. Bu yazı üzerine disiplin kuruluna sevkişlemi aynı gün gerçekleşmiştir. O halde disiplin kuruluna göndermeye yetkilimakamın fiili ve faili öğrendiği tarihten itibaren 20 gün geçmiş değildir.Buna göre mahkemece feshin geçerli nedene dayanmadığı noktasında kararverilmesi hatalı olmuştur. Davacının eyleminin geçerli nedeni oluşturduğuaçıktır. Böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekildeisteğin kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…” Y9HD.17.1.2006, 2005–38732/2006–37, Çankaya/Günay/ Göktaş, 538.
[156] İş Kanununa göre, “…işçiler de iş sağlığıve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler. “ (İK.77/I).
[157] Bu konuda bkz. Fevzi Şahlanan, Karar İncelemesi,Tekstil İşveren, Temmuz 2005, s.39 vd.
[159]Karar için bkz. Y9HD. 13.6.2006, 14535/17207, (İ.Cevdet Günay, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Uygulaması, Ankara2007, s.328).
[160] Y9HD.26.04.2001, 4065/7215 (Ercan Akyiğit,İçtihatlı ve Açıklamalı 4857 Sayılı İş Kanunu Şerhi, C.1, Ankara 2008, s.1299).
[162]Y9HD. 22.4.1986, 12387/4298, Akyiğit, s.1314.
[163]Konuya ilişkin bir kararda şu değerlendirme yapılmıştır: "Davacının işakdi… çuvallarını noksan tarttığı iddiası ile feshedilmişse de, noksantartıdan ileri gelen zararının 10 günlük ücreti ile ödenmeyecek derecede olduğuispat edilememiştir. Bu itibarla davacının iş akdinin feshi haksız olup ihbarve kıdem tazminatını alması gerekir. Nitekim davalı işverenin iş müfettişineverdiği yazılı beyanında da, hakların ödeneceği belirtilmiştir. O haldegerçekleşen ihbar ve kıdem tazminatına hükmedilmesi gerekir." (Y9HD.22.12.1986–10336/11452, Çimento İşveren Dergisi Ocak 1987, 35–36).
[164]Y9HD. 26.05.1997, 4276/9779, Yargıtay Kararları Dergisi 1998/2, s.215.
[165]Y9HD.2.4.1992, 16257/3937, İşveren Dergisi, Şubat 199393, s.17–18.
[166]Y9HD. 9.2.2009, 2008–11037/ 2009–1879 (Çimento İşveren Dergisi, Eylül 2009, s.71).
[167]Buna karşın, iş akdinin haklı nedenle derhal feshi halinde savunma almazorunluluğu bulunmamaktadır. Yargıtaya göre de, “Mahkemece davacınınsavunmasının alınmaması gerekçesiyle işe iade talebinin kabulüne karar verilmişise de, hizmet akdi, davalı işveren tarafından 4857 sayılı yasanın 25/11maddesi gereğince feshedilmiş olup bu gibi fesih hallerinde aynı yasanın25/son maddesi gereği yasanın 19.maddesinin uygulama alanı bulunmadığındansavunma alması zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu nedenle hizmet akdinin feshine nedengösterilen… işlemlerinin neler olduğu ve bu işlemlerin… uygulamasına aykırıolup olmadığı, davacı tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği,gerçekleştirilmiş ise fesih için geçerli sebep oluşturup oluşturmadığı belirlenmelisonucuna göre hüküm kurulmalıdır…” Y9HD. 2.3.12.2004, 20205/2927,(Çankaya/Günay/ Göktaş, s.513).
[168]Ancak hemen belirtelim ki haklı sebebe yani İş Kanunun 25.maddesinin II. bendikapsamında yapılacak fesihlerde, aksi kararlaştırılmadıysa, işçiden bu tür birsavunma alınmasına gerek bulunmamaktadır. Fakat taraflar bu tür fesihlerde desavunma koşulu getirebilir, feshi oluşturdukları disiplin kurulu kararınabağlayabilirler.
[169]Y9HD. 12.9.2005, 24429/29361 (Akyiğit, s.585, 586).
[170]Y9HD.19.9.2005, 28823/30284 (Çankaya/Günay/ Göktaş, s.496.)
[171]Örneğin işverenden bu işçi için, alt işveren ya da holding veya şirketlertopluluğu içindeki başka bir şirkette iş bulması beklenmeyecektir.Nitekim yüksek mahkeme de bir kararında bunuaçıkça vurgulamıştır. Kararda yer verilen görüşler şunlardır; “Davacı işçi, işsözleşmesinin geçerli neden olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerekfeshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmamahalinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücretinin belirlenmesiniistemiştir…Mahkemece feshin son çareolması gerektiği, davalı işverenin işletmesel nedene ilişkin kararı uygulamakiçin feshe mecbur kaldığını ispatlayamadığı gerekçesi ile davanın kabulünekarar verilmiştir. Mahkemece dosya üzerinde inceleme yapan hukukçu bilirkişidenalınan rapora göre feshin geçerli nedene dayanmadığı sonucuna varılmıştır.Ancak, aynı topluluğa veya holdinge ait olsalar da her bir şirket ayrı birtüzel kişilik ve bağımsız bir işveren olduğundan, işverene işçiyi başka birişverene ait işyerinde değerlendirme yükümlülüğü yüklenemez. Feshin son çareolması ilkesi işverene ait işyeri veya işyerleri çerçevesinde ele alınmalıdır.Bilirkişi tanık anlatımlarına dayanarak davacının başka bir iştedeğerlendirilebileceği yönünde görüş belirtmiş ise de, tanıkların tahminedayalı beyanları feshin son çare olması ilkesi konusunda esas alınamaz”.Y9HD.16.6.2008, 19899/16023 (Toprak İşveren Dergisi, s.20 vd).
[172]Konuya ilişkin bir kararda yer verilen değerlendirme şu şekildedir: “…BK’nun55.maddesi, başkalarını istihdam eden kimse, maiyetinde istihdam ettiğikimselerin ve amelelerinin hizmetlerini ifa ettikleri esnada yaptıklarızarardan mesuldür hükmünü içermektedir. Bu nedenle, davalı işverenin de diğerdavalılar ile birlikte sorumlu tutulması gerekirken yazılı şekilde kararverilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.” Y21HD. 24.10.2002, 8755/8958, aynıyönde Y21HD.30.4.2002, 1815/3663 (Akın, Değerlendirme, s.92).
[173]Belirtilen düzenlemeler gereğince işyerlerinde işçiler için tehlikeli olantesis ve tertiplerin veya makine ve cihazların ne şekilde işletilmektenalıkonulacağı ve bunların ne şekilde yeniden işletilmelerine izinverilebileceği, işyerinin kapatılması ve açılması, işin durdurulmasına veyaişyerinin kapatılmasına karar verilinceye kadar acil hallerde alınacakönlemlere ilişkin hususlar ile komisyonda görev yapacak işçi ve işverentemsilcilerinin nitelikleri, seçimi, komisyonun çalışma şekil ve esaslarıÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan bir yönetmeliktegösterilmiştir ( (RG. 15.3.2004/25393).İşyerlerinde İşin Durdurulmasınaveya İşyerlerinin Kapatılmasına Dair Yönetmelik
[174] 15.3.2004/ 25393) (RG. İşyeri Kurma İzni ve İşletme Belgesi Alınması HakkındaYönetmelik
[175]Süzek, İş Güvenliği, 185, 295. Aynı yazar, İş Hukuku, 836. Münir Ekonomi, İHU. İşK.14, No.24. Polat Soyer, 4857 Sayılı Yeni İş Kanununun Ücret, İşinDüzenlenmesi, İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin Bazı Hükümleri ÜzerineDüşünceler, 4857 Sayılı Yeni İş Kanunu Değerlendirme Konferans Notları, 2003, s.35.Gaye Baycık, İnşaat İşyerlerindeİşverenin İş Sağlığı ve Güvenliği Yükümlülükleri ve Sorumluluğu, (Ksc. İnşaat),İş Sağlığı ve Güvenliği Sempozyumu, TMMOB, 5-6 Ekim Ankara 2007, s.55.
[176] Ercan Akyiğit, İşYasasındaki İdari Para Cezalarında Görevli Yargı Yeri Değişti, Sicil, 2008-9, s.178 vd
[177] Bukonudaki değerlendirmeler için bkz. Süzek, İş Hukuku, s.866. 64,65. 184. Soyer, s.Akyiğit, s.Nurşen Caniklioğlu/Talat Canbolat, 4857 Sayılı İşKanununda Para Cezasına Bağlanan Yükümlülükler ve Bu Para CezalarınınÖzellikleri, Kamu-İş 2004, s.275 vd. Levent Akın, İş Sağlığı ve Güvenliği,III. Yılında İş Kanunu, 21–25 Eylül 2005 Bodrum, İstanbul 2006, s.330. Aynı yazar, İş Sağlığı veGüvenliği Alanında Uygulanan İdari Para Cezaları, İNTES Dergisi, Aralık 2006, s.74–79.
[178] Sarper Süzek, Hukuki Yönden İşçiSağlığı ve İş Güvenliği, İş Hekimliği Ders Notları, Ankara 1993, s.49. Süleyman Başterzi, İş Sağlığı veGüvenliğinin Korunmasında Ekonomik Teşvik ve Yaptırım “Bonus-Malus” Sistemi,İşvereni Mayıs 2008, s.57.